Gezi’nin birinci yıl dönümünde onun hukukla olan bağını irdelemek gereklidir. Zira yandaş medya onu insanlara bir “adli vakıa’” , ‘’vandalizm, terörizm’’ gibi sunmakta çok titizleniyor. Bu meselenin hukuki-sosyolojik arka planını aydınlatmak önemlidir.
Hukukun ABC’si kamu özgürlükleridir. Ve bu kamu özgürlüklerinin başında ‘toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma’ özgürlüğü gelir. Bir ülkedeki hukuk sisteminin gelişmişliği ve insanların hukuk bilinci ise bu özgürlüğe olan bakış açısıyla ölçülür.
12 Eylül ve onun yarattığı darbe yasaları insanlara yıllarca evrensel hukukun tanıdığı ‘önceden izin almaksızın gösteri ve yürüyüş yapma özgürlüğü’ nü “adli bir vaka”, bir “suç’’ gibi aşıladı. ‘Protesto’ halkın politik uygulamalara demokratik bir tepkisi olarak değil, sanki bir ‘terör ve yağmacılık ‘ hareketi gibi yansıtıldı. Demokrasi ise her 5 yılda bir gidip bir kutuya oy atma özgürlüğüne indirgendi. Demokrasi ilk kez insanlığın gündemine girdiği, larva halini yaşadığı dönemde bile bu kadar ‘ilkel ve kaba’ biçimde yorumlanmamıştı.
12 Eylül ve onun yarattığı algı, insanların beyninde olduğu gibi yasalarda da bu özgürlüğü mahkum etti.. Geride kalan 34 yıllık dönemde iktidara birileri geldi birileri geçti, ancak bu algı hepsi tarafından beslendi. Hepsi kendi lehine kullandı. İnsanların bugün sistematik şiddete uğramasına sebep olan ve tüm orantısız müdahalelere dayanak gösterilen ‘2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ bir ‘DARBE MAMULÜ’dür. 12 Eylül rejimi tarafından her türlü demokratik özgürlüğün kökünün kazınmasında kilit bir rol oynamıştır. Bugünde hem uluslar arası sözleşmelerle, hem evrensel hukukla, hemde anayasal metinlerle açıkça zıtlığına rağmen hala yürürlükte tutulmaktadır.
İşte Gezi direnişi bu 30 yılı aşkın süredir işleyen, evrensel hukukla bağını koparmış ‘darbe hukuku(!) ve kaba demokrasi’ anlayışına en kapsamlı eleştiriyi getirdi. Dünya halklarının yüzyıllara yayılmış mücadeleleriyle kazanıp kurumsallaştırdığı ‘kamu özgürlükleri’ nin bu ülkede darbe yasalarının altında nasıl ‘işlevsiz’ ve ‘kağıt üzerinde’ kaldığını gösterdi. 12 Eylül rejiminin Kenan Evren’le başlayıp bitmediğini ve darbe yasalarıyla yaşadığını teşhir etti. Darbe zihniyetiyle zıtlaştıkça da, evrensel hukukla olan uyumu arttı. Bir hukuk mücadelesi biçimini aldı.
Ancak uğradığı şey; ‘iftira (Kabataş, camide içki içtiler), tehdit (evde şu kadar adamı zor tutuyorum), ölüm(Ali İsmailler, Abdocanlar ve daha niceleri), hakaret (çapulcular), yaralanma (yüzlerce insanın sakat kalması veya bir uzvunu kaybetmesi) oldu. Ama atılan hiçbir iftiranında altından kalkılamadı, bunları diyenler ‘ispat edeceğiz’ dedikleri hiçbirşeyi ispat edemediler. ‘Görüntüler elimizde‘ dedikleri şeylerin görüntülerini aradan 1 yıl geçmesine rağmen yayınlayamadılar. Yalnızca kartlarını insanların zayıf hafızaları üzerine oynayarak bu söylemlerini unutturmaya çalıştılar. Bazen hızlarını iyice alamayıp ölen çocukların arkasından ‘yuh’ çektirdiler. Normalde bir cenaze duyunca tanımasa bile ‘Allah Rahmet eylesin’ diye boynunu büken bir halkı ölen bir çocuğun arkasından ‘’YUUH ‘ diye bağırttılar. Hukuki ve vicdani olmayan bunlardır.
Halbuki ‘Gezi Ruhu’ genişledi, kapsayıcılığı arttı. Barışçıl, demokratik, ahlaki, çoğulcu karakteri ve parklarda 15 gün boyunca kurduğu alternatif yaşam tarzıyla tüm dünya halklarına onurlu bir miras bıraktı. Hukuki-ahlaki meşruiyetiyle beraber işçilerin emekçilerin ekonomi- politik mağduriyetlerinide içerisine aldı, sahiplendi.
Bu süreç içerisinde (Gezi’yi yıktıracak olan) ‘Taksim Yayalaştırma projesi’’de Danıştay tarafından iptal edildi. Dolayısıyla halkın taleplerinin hukukla çakıştığı, bu projenin hukuki değil fiili bir proje olduğu mahkeme kararıylada tescillendi. Eğer Gezi Parkı protestoları gerçekleşmeseydi şu anda Danıştay ‘yerinde yeller esen bir park’ın hukuksuz bir biçimde imha edilişini karar altına alıyor olurdu. Dolayısıyla Gezi’nin pratik hukuksal bir özelliğide vardır. Fiili ve hukuksuz neoliberal projelere karşı halk kendi yaşam alanlarına meşru zeminde sahip çıkmıştır. Ne doğa, ne park, ne ağaç, ne insan gözü görmeyen kapitalizmin önüne ‘hukuk ve insan’ mefhumunu koymuştur. Dolayısıyla Gezi’nin hukuk karşısındada insan karşısındada alnı aktır.
Ancak halka ölümlere varan sert müdahelelerin hukuksal hiçbir dayanağı yoktur. Yamana yamana yürürlükte tutulan ‘darbe yasaları’ bu hukuksal meşruiyeti sağlamaz. ‘Barışçıl gösterilere orantısız güç kullanmak’ , ‘toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının ihlali’, ‘hakaret’ , ‘iftira’ , ‘ölen bir kişinin mirasına saygısızlık’, ‘tehdid’ ve gençlerin ‘yaşam hakkı ihlalleri’ hukuksal değil ; ciddi bir biçimde soruşturulması gereken ADLİ VAKIALARDIR. Ahlakta ‘AYIP’, dinde ‘GÜNAH’, hukukta ‘SUÇ’ kategorisindedirler. Eğer bir hukuksuzluk aranıyorsa buraya bakılmalıdır.