***
Bu fragman (parça, bölüm, pasaj) Kur’an’ın iniş sırasında üçüncü sırasında yer alan Müzzemmil suresinin son ayetidir.
“Yaşayan Kur”an” perspektifinden bakılınca günümüze yönelik esaslı mesajlar içeriyor.
Yazıya “gecenin ve gündüzün güçleri” başlığını koymamın sebebi, ayette gecenin ve gündüzün takdir edildiği/içine güç verici/kadir kılıcı dinamikler yerleştirildiğinin söylemesine dayanıyor.
Gece ve gündüz insana nasıl güç verir?
İçine yerleştirilen dinamikler nelerdir?
Mu’min insan, gecenin sonunda ve gündüzün bitiminde nasıl daha güçlü/kâdir hale gelir?
O günkü Mekke ortamında Peygamberimizin etrafında toplananların sayısı daha iki elin parmağını geçmemişken “gecenin ve gündüzün güçlerinden” yararlanmalarını istemenin manası nedir?
Dahası bu ayetler bugün için ne anlama geliyor?
Hangi derde deva, hangi hastalığı şifadır?
Bütün bunların cevabını yazının bitiminde anlamış olacağız.
Ama önce bazı “faideli bilgiler”…
***
Birinci surede (Alak; 6-14) şehre hakim olanların zenginlik ihtirası (istiğna) içinde oldukları, bundan kaynaklanan bir azgınlık (tuğyan) yaşadıkları ve bunun sonucu olarak da yasak/dayatma/hegemonyaya (nehy) yöneldikleri tespit edilmiş ve hareket bunlara “Kella! (Hayır) diyerek başlamıştı.
İkinci surede (Kalem; 17-35) “Bahçe sahipleri” hedef gösterilmiş ve ezilenin ve yoksulun yanında olunduğu deklare edilmişti. “Mal ve oğul (köle, cariye, maraba) sahiplerine” asla itaat etmemesi, onlarla asla uzlaşmaması öğütlenmiş, onlara ölüm hatırlatarak ölmeden önce ölme (eşitlenmeden önce eşit hale gelme) çağrısı yapılmış, bu çağrının onları “aslandan kaçan yaban eşekleri gibi” ürküttüğü söylenmişti…
İşte bunun ardından Müzzemmil suresi gelerek bu “gözleriyle devirecek gibi bakan” yaban eşeklerine karşı nasıl bir yol yöntem izleneceği ve onlarla uzlaşmadan nasıl mücadele edileceği gösteriliyor: Gecenin ve gündüzün güçleriyle donanarak…
Bunun günümüzdeki sorusu şudur: Nasıl alternatif olacağız? Müslümanlar nasıl güçlenecek?
***
“Büyük işi yüklenen” demek olan Müzzemmil suresi işte bunu anlatıyor.
Sure ilk pasajda (1-9) peygambere gece yarılarında kalmasını, Kur’an’ı düşüne düşüne (tertil) ile okumasını, gündüzün onu “zorlu bir uğraşın” beklediğini, Rabbini asla unutmamasını, bütün varlığı ile O’na yönelmesini, O’nun doğunun ve batının Rabbi olduğu, O’ndan başka bir ilah (otorite) olamayacağı, bunun için “gecenin” ruh dinginliği ve sağlıklı okuma için gayet elverişli bir zaman olduğu hatırlatılıyor.
İkinci pasajda (10-14) aleyhine söylenenler katlanması, onlardan kopması, “nimet sahiplerine” az mühlet vermesi, onların yediklerinin bir gün boğazlarına düğümleneceği, o gün büyük bir sarsıntı geçirecekleri, kum yığınına dönen dağlar gibi savrulacakları haber veriliyor.
Üçüncü pasajda (15-19) bunun tarihten örneği verilerek “Firavun” anlatılıyor. Firavun’un elçiye isyan ettiği, fakat kıskıvrak yakalanmaktan kurtulamadığı, bunların da sonunun böyle olacağı, “çocukların saçlarını ağırtan bir günün” elbet geleceği, o gün göğün paramparça olacağı (büyük bir devrimle yıkılacakları) ve Allah’ın vadinin gerçekleşeceği müjdeleniyor.
Bunların ardından yazının girişindeki o fragman (pasaj, bölüm) geliyor.
“Gecenin ve gündüzün güçlerini” anlatan bu bölüm o günlerde daha bir avuç olan ezilen, kimsesiz, yoksul ve çaresizlerin bütün bunları nasıl başaracağı, gerekli gücü nereden bulacakları gösteriliyor.
Ayette “gecenin ve gündüzün takdirinden” bahsedilmesi, gecenin ve gündüzün kudreti/takdiri/gücü/ölçüsü anlamına geliyor. Peygamberin etrafında yavaş yavaş toplanmaya başlayanlara “nimet sahiplerine” karşı gecenin ve gündüzün güçleri ile donanmaları isteniyor.
Gecenin güçleri: Gece yarılarında kalkmak, Kur’an’ı düşüne düşüne okumak, salât, istiğfâr… Gündüzün güçleri: Allah’ın fazlından aramak, yolculuklara çıkmak, çalışmak, paylaşmak, bölüşmek, yardımlaşmak (zekat, karz-ı hasen, hayr)…
Peygamberimiz o dönemlerde (Mekke dönemi ) sabah ve akşam olmak üzere iki vakit namaz kılmaktadır.
Salât burada geniş anlamıyla kullanılıyor ve Allah’a içten yöneliş ve O’nunla kuvvetli manevi bağ kurmak anlamında kullanılıyor. Salât bunu sağlayacaktır. Sonra geceleri yalnız veya topluca bir araya gelerek inen Kur’an ayetlerini tetkik etmeleri, yönlendirmeler üzerinde düşünmeleri, ne yapacaklarını planlamaları isteniyor. Yaptıkları yanlış varsa onları konuşmaları, kişisel olarak temiz kalmaları, pisliklere bulaşmamaları, bulaşmışlarsa derhal hatalarını kabul etmeleri (istiğfar), yanlışta ısrar etmemeleri, bu “büyük işin” hata kaldırmayacağı, en büyük güçlerinin “pisliğe bulaşmamak” (temiz ve dürüst yaşamak) ve “elbiselerini temiz tutmak” (güzel ahlak) olacağı hatırlatılıyor.
İşte bunlar “gecenin güçleri” oluyor.
Büyük işi yüklenen kişiye bireysel güç ve donanım kazandırıyor ve gündüzün “zorlu uğraşı” için yıkılmaz bir irade veriyor.
***
“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” diye iki defa söylenen ifade ilk bakışta çeviri proplemi nedeniyle anlaşılmaz gibi duruyor. Fakat biraz yakından bakınca bunun daha sonra gündüzün güçleri olarak ifade edilen Allah’ın fazlından aramak (çalışmak, rızık temini), fazlalaşanı vermek (zekat), güzel borç (karz-ı hasen) ve karşılıksız yardım (hayr) ile ilgili olduğu görülür.
Ayette geçen ibare (sin ile) “îsâr”dır. Sözlükte “birinin işini kolaylaştırmak için ona yardım ederek varlıklı kılmak, maldâr yapmak, zenginleştirmek” demektir. Bir de (peltek se ile) “isâr” var. Türkçe’de bu ayrımı gösterecek bir harf olmadığı için ikisi de aynı (se) ile okunuyor. Bu da varlıklı kılmanın öncesini ifade ediyor. Yani kendisi ihtiyaç sahibi olduğu halde kardeşinin ihtiyacını gidermek, ona kolaylık sağlamak için onu kendi nefsine tercih ederek vermek, varlıklılaştırmak, bu maksatla cömert davranmak” demek. Haşr 9. ayette böyle geçer.
Demek ki “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” diye iki defa tekraren gelen ifade gecenin gücü olup, kişiyi gündüze hazırlayan esaslı bir dinamik oluyor. Yani Kur’an’ı ezbere, anlamadan, papağan gibi tekrar ederek, teberrüken (sevap kazanma kastıyla) değil; “isâr” yapmak için, kardeşinin işini kolaylaştırmak, yardımlaşmak, paylaşmak, “büyük işi” ve “zorlu uğraşı” kolay kılmak, yükün altından birlikte kalkmak için okuyun, buna çok ihtiyacınız olacak demek istiyor. Aksi halde gündüzün büyük işinin ve zorlu uğraşının altından kalkamaz, yalnız kalır, tek tek ezilirsiniz, varlığınızı, zenginliğinizi birbirinize aktarın, birbirinize sahip çıkın, bu işin altından başka kalkamazsınız demeye getiriyor. Zaten “Kerim” Kur’an sizi buna çağırıyor, adı bile bunu söylüyor, kalkıp bunu hafız ezberine çevirmeyin diyor.
Sonra bu “isâr”ın nasıl olacağı yine tekraren tefsir ediliyor. Aynı ayette üç defa peşpeşe “zekat”, “karz-ı hasen” ve “hayr” dan bahsediliyor.
Daha üçüncü surede zekattan bahsedilmesi şaşırtıcıdır. Halbuki çoğu dindar zekatın devlet kurulduktan sonra alınacağını ve daha çok Medine’de geçtiğini sanır. Oysa Mekke’de “Nimet sahiplerine” itirazla birlikte alternatif bir oluşum olarak kendi aralarında dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma içine girmeleri emrediliyor. Bundan dolayı da zekattan, karz-ı hasenden ve hayırdan bahsediliyor.
Karz-ı hasen terim olarak karşılığı veya geri ödemesi Allah’tan beklenerek yapılan her türden harcamaya denir. Zekat’ın hemen ardından tekraren Karz-ı hasen’den bahsedilmesi konuya ne denli önem verildiğini gösterir.
Adeta denmek istenmektedir ki: Allah’a borç verecek yok mu? Karşılığı kat kat fazlasıyla ödenecektir. Eğer Allah’a borç vermek istiyorsanız fakirlere, muhtaçlara, darda kalanlara, ağır borç altında inleyenlere el uzatın. Bol bol hayır yapın, Allah yolunda harcayın, malınızı istif etmeyin, infak edin, paylaşın. Mezara götüremeyeceğiniz her şeyi hayattayken insanlarla bölüşün, yığıp biriktirmeyin. İşte bu Allah’a borç vermektir. Bu şekilde Allah’tan alacaklı olarak huzura gelirseniz karşılığını kat kat geri alırsınız. Keza hastaya ilâç, susuza su, aça yemek verirseniz Allah’a vermiş olursunuz. Bu tür yerlerde “Allah” kelimesinin geçtiği her yere “insanlık” (en-Nâs) kelimesini koyun pek bir şeyin değişmediğini görecekseniz (A. Şeriati). Bu da gösteriyor ki daha ilk mesajlarda Allah kendini açın ve yoksulun yerine koyarak konuşmaktadır…
Hayr ise “kendi özgür kararınla ötekine mal vermek, infak etmek” demek oluyor. Kavramın kök anlamında “serbestlik, seçme hakkı ile mal, servet” manasının bulunması bu manaya gelmektedir. Nitekim “hayırlarda yarışmak”, “hayır yapmak”, “birisine hayrı dokunmak”, “babasına bile hayrı yok”, “hayır çarşısı”, “hayır kurumu” vb. Türkçedeki tüm “hayr” ile ilgili deyimler “ötekine mal vermek” anlamındadır.
İşte bunlar da “gündüzün güçleri” oluyor.
***
Hz. Peygamber “şehrin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerine” yani “Bahçe sahiplerine” yani “nimet sahiplerine” yani “Mal ve oğul sahiplerine” yani “sütun (gökdelen) sahiplerine” böyle karşı koymuştur.
Dönüp kendi içinden yeniden bunların çıkmasına asla izin vermemiştir.
Mü’minlerin bireysel gücü gecenin, toplumsal gücü gündüzün güçlerinde saklıdır.
“Bahçe sahiplerine” özenerek, onların arasına katılıp yeni bahçe sahibi olarak alternatif olamazsınız.
Kur’an peygambere (ve bize tabi) “Onların mal ve oğulları seni imrendirmesin” der (Tövbe; 55,85) Çünkü o güç değil; güç kardeşlik, paylaşma, dayanışma yani “isâr” dadır. Ezilenlerin, yoksulların ve çaresizlerin gücü içlerinden yeni “mal ve oğul sahipleri çıkarmak” değil; paylaşmak, bölüşmek, birbirine aktarmak, yükü kolaylaştırmaktır.
Zaten çaresiziler, neyi paylaşacaklar mı diyorsunuz?
Hele bir çanakta balınız (kardeşlik, paylaşım) olsun arı Bağdat’dan gelecektir.
Demek ki…
Eğer tanrısı mamon, tabusu da mülkiyet olan çağın egemen paradigmalarına alternatif olmak istiyorsanız, yol haritası Müzzemmil suresi.
Bankaların boyunduruğuna girmiş olan milyonlar, bu boyunduruktan nasıl kurtulacak?
Bir “fekku ragabe”(boyunduruklar kırılsın, kölelere özgürlük!) sesi lazım.
Bir alternatif lazım.
Faizsiz finans kurumları mı?
Geç.
Alternatif gecenin ve gündüzün güçlerinde…
Gecenin güçleriyle donandıktan sonra, her yerde, her mahallede mantar gibi “infak fonları”, “karz-hasen” kurumları veya “hayr havuzları” oluşturacaksınız.
Yerel “Ahi loncaları” gibi guruplar halinde, varoşlardan şehirlerin merkezine doğru bankaların etrafını bir ağ gibi saracaksınız.
Ezilenlerin, kredi kartı kölelerinin, boyunduruk altına girmişlerin gücü buradadır.
Bankalara teslim olmayacak, kendi aranızda “isâr”ı yükseltecek, “Kur’an’dan kolaylaştırıcı olanı okuyacaksınız”.
Şehrin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerini, aslan görmüş yaban eşeği gibi ürkütecek, gözleriyle devirecek gibi baktıracak “ağır söz” ve “zorlu uğraş” budur.
Evet, bu işin altından ancak “büyük işi yüklenen” (Müzemmil) kişiler kalkabilir.
Evet, çağın tanrısı ve tabusuna karşı söylenecek söz, “ağır bir sözdür” (kavlen sakila).
Bu ağır sözü duyunca “gözleriyle devirecek gibi” bakanlar, “aslan görmüş yaban eşeği gibi” kaçanlar olacaktır.
Bunu herkes kaldıramaz. İçinde hardal tanesi kadar mamon ve mülkiyet tutkusu bulunanlar bunu taşıyamaz. Hz. İsa’nın “Üzerinde hırka hariç her şeyini infak et, öyle gel, yoksa beni anlayamazsın” sözünün ne anlama geldiği sanırım anlaşılıyor. Veya Peygamberimizin “Kendine zırh hazırla, belalar sel gibi yağacak” demesinin…
Evet, bu yol “zorlu bir uğraş” isteyen uzun bir yoldur. (sebhan tavilâ).
Her birimiz bir müzzemmil olmalıyız.
“Altenatif nedir?” diye soruyorsanız gecenin ve gündüzün güçlerini gecenin yarısında, ortasında veya sonunda kalkarak tekrak tekrar okuyun. Yol haritası orada…
Önce ruh ve irade lazım.
O kendi model ve formülünü yaratacaktır.
Ruh ve irade işte orada.
Gecenin ve gündüzün güçlerinde…
ihsaneliacik.org