Bir televizyon stüdyosunda Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan karşılıklı konuşuyorlar.
Canlı canlı…
Gizli bir toplantı değil, herkesin gözü önünde…
Bu programı canlı canlı dikkatle izledim. Çok önemli tespitler de bulunuyorlardı.
Diyeceksiniz ki ya bu üçlü bu konuşmayı basının karşısında değil de kapalı bir toplantıda yapmış olsalardı… Demokratik bir ülkede hiçbir şey olmaz.
Lakin bu konuşma Türkiye’de olduğu için kapalı veya açık fark etmiyor başına herşey gelebilir.
Hatta konu başka da olsa ne olacağını kestiremezsin…
Altan kardeşler ve Ilıcak o TV programında diyorlar ki ‘Türkiye’de iktidarın uygulamaları gerginlik ve kamplaşmaya neden oluyor. Bu politika da bu şekilde ısrarcı ulunur ise Türkiye demokrasiden uzaklaşır ve hukuk anlamını yitirir. Hukuk ve demokrasi anlamını yitirir ise darbe olur.’
Ne oldu?
Bu tespiti yapanlar haklı çıktılar; Türkiye demokrasiden ve hukuktan uzaklaştı, 15 Temmuz darbe tezgahı tertip edildi ve bu tezgaha kontr-darbe yapıldı!
İddianameyi hazırlayan savcı diyor ki ‘Bu konuşmalar darbe için soyut bir tehlike yarattı’.
Bu hukuk tarihinde bir ilk!
Böyle bir suç icat ettiği için sayın savcıyla, iddianameyi kabul eden ve cezayı veren mahkeme ile ne kadar iftihar etsek yeridir(!)
Savcı ‘Altan kardeşler ve Ilıcak darbeye katıldı’ demiyor; diyemez zaten.
Onun yerine ‘darbe olacağını biliyorlardı, darbecilere gizli mesaj verdiler’ diyor. Zekasız, mecalsiz bir metin ve heybetli bir ceza…
Sonuç?
Etkisiz kılınan bir Meclis, rafa kaldırılan bir anayasa ve hukuk sistemi; kararnamelerin anayasa olduğu bir yönetim sistemi ve tek kişinin her istediğini yaptığı bir rejim!
Kontr-darbeciler 2 Ekim günü darağacı kurdular ve bu üç gazeteci, yazara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdiler.
Yargıtay kararı onarsa hücrelerinde gün gün idam ipinde sallanacaklar…
İdam ipi dediğime bakmayın; Türkiye’de idam cezası yok. Lakin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan kişi yaşadığı müddetçe bulunduğu cezaevinden çıkmaz.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bir nevi idam…!
Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak Süleymaniye kurufasulyecisine bir daha hiç gidemeyecek!
Çok sevdikleri İstanbul sokaklarını yürüyemeyecekler…
Bu mahkeme denilen mezbahanın işi… Hukuk utanmaz ve zorba bir elitin elinde can çelişiyor.
Berlin’de gazeteciden korkup ‘o gelirse çıkmam’ diyip gazetecilere darağacı kurarken her gün ‘arabaları’ dizip dizip konuşuyor.
O ‘arabalar’ da gazeteci pozlarında sürülüyorlar.
Bugünün cüppeli boyaları 28 Şubat’ın apoletli fanatikleri gibi ‘bugünün bin yıl süreceğini’ sanıyorlar.
Yarın hep gelir!
Türkiye yargısı hasta ve yaralı; bir cüzzamli gibi… Eskilerin „hukuk bazen uyur ama asla ölmez“ sözüne inanmak istiyorum.