L. Doğan Tılıç
Bizde artık rutin olsa da Türkiye’nin son yıllarda en çok ödül almış iki gazetecisinin şafak baskınıyla gözaltına alınmasının “uluslararası haber değeri” vardı. Haber yapmak kolaydı, ancak Trump’ın Oval Ofis’te Netanyahu’nun olmasını istediği gibi “reasonable” (makul, mantıklı) bir dünyalıya gerekçesini açıklamak zordu.
Özgür Özel’in ÇGD’nin yılın gazetecileri ödül töreninde yaptığı “İtalyan mafya filmleri” benzetmesine taş çıkaran bir ülke olduk. Timur Soykan ve Murat Ağırel neden bir şafak operasyonu ile gözaltına alındı ve neden “adli kontrol”; yurtdışına çıkış yasağı ve haftada üç gün imza zorunluluğu ile serbest bırakıldılar? Bunu ancak bir İtalyan mafya filmiyle anlatabilirsiniz.
Bir haber yapıyorsunuz; yasadışı bahis baronu olduğu iddia edilen bir kişinin faaliyetleriyle ilgili. O kişi banka ve TV de satın alınca doğallıkla gazetecinin ilgi alanına giriyor. Sonra tutuklanıp hapse atılıyor. İfadesinde kendisiyle röportaj yapan gazetecilerle ilgili iddialarda bulunuyor. O iddialar da muğlak, doğrudan “şantaj” ve “tehdit” sonucu çıkarılabilecek gibi değil. Makul ve mantıklı biri o sonuca varamaz. Ancak bunlar ciddiye alınıyor ve Timur’la Murat evleri basılarak götürülüyor!
Bunu yöneticisi de olduğum Avrupa Gazeteciler Birliği’ne (AEJ) aktarıyorum. Gözaltını anlıyorlar ama “reasoable” (makul ve mantıklı) oldukları için nedenine akıl erdiremiyorlar. İlk destek mesajı AEJ İtalya Şubesi Başkanı ve Il Giornale Europeo Gazetesi Yayın Yönetmeni, dostum Giuseppe Jacobini’den geliyor: “AEJ İtalya Şubesi tutuklanan meslektaşları ile dayanışma içinde olduğunu ifade eder ve basın özgürlüğünü yasaklayan otoriter rejimin şiddetini kınar.”
Ardından Avusturya, Macaristan, Britanya ve tüm diğer AEJ şubeleri… Web sitelerine Türkiye’de basın özgürlüğü “alarm”ı koyuyorlar.
Aklıma 1996’da Budapeşte’de yapılan AEJ Kongresi geldi. Memleketin basın özgürlüğü havası boğucuydu ve Yaşar Kemal Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmıştı. Faruk Bildirici ile katıldığımız o kongrede, bir telefon almış ve diplomatik bir dille “Türkiye aleyhine kararlar alınıyormuş, siz ne yapıyorsunuz?” diye uyarılmıştık. Türkiye aleyhine değil Türkiye demokrasisi için konuşuyorduk ama galiba sicilimize bir çizik atılmıştı.
Bir yıl sonra, Işık Yurtçu cezaevinden çıkmış ve Yunanistan’a bir gazetecilik etkinliğine davet edilmişti. Birlikte gitmiştik. Onun için “Kürt gazeteci” diye davetiye bastırılmış ve 30 kadar röportaj talebinde bulunulmuştu. “Işık Abi” dedim. “Bu ilginin nedeni başka, sadece Türkiye aleyhine bir şeyler söyletmek! Yunan milliyetçiliğine malzeme olma, istersen birlikte bir konuşma metni hazırlayalım, onun dışına çıkma.”
Kabul etti. “Bu ilk Yunanistan ziyaretim. Bunun yalnızca basın özgürlüğüne ve Türk-Yunan dostluğuna hizmet etmesini istiyorum. Bunun dışında bir şey söylemeyeceğim” diye özetlenebilecek bir metin hazırladık. Işık Abi onu okudu. Röportaj talebi 2’ye 3’e düştü.
O akşam büyükelçilikten arkadaşlarla birlikteydik; “Geçen yıl Budapeşte’de vatan haini damgası yemiştim, şimdi vatansever notu düşersiniz” dedim. Gülüştük.
Önümde 42 kişilik bir tutuklu gazeteciler listesi var. Bir de ev hapsinde olanlar; Ender İrmek, İsmail Saymaz, Eren Öner. Ve Nuray Mert “Korkuyorum” diyerek siyasi yorum yazmaya son verdi! CHP lideri İtalyan mafya filmi gibi demekte haksız mı?
Bizim bunları anlatmamız, Özel’in yabancı basına konuşması memleketi yurtdışına şikâyet, ihanet mi?
Hayır, tersine vatanseverliktir! Gazeteciliği, özgürlüğü, demokrasiyi savunmanın sınırları olmaz. Bu savunmada hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün dünyadır!