Pek çok kişi için, Carl Jung ve Sigmund Freud psikoloji dünyasında önemli kişilerdir. Görüşleri birbirinden farklı olsa da insan zihnini anlamamızda büyük etkiye sahiptir. Teori ve pratiğe yaptıkları katkıları, insan zihnin sıkıntılarının başarılı psikolojk tedavilerinde çok önemli bir adım olmuştur. Görüşleri farklı olsa da yolları ilk başlarda pek de farklı değildi. Bu renkli tarihin başlangıcı bir arkadaşlıktı ve bu arkadaşlık, entelektüel hüner ve bilinçsiz psikoloji alanında daha fazla çalışmanın hırslı arzusundan oluşuyordu. Otuz bir yaşındaki Jung için Freud, yalnızca saygın bir meslektaş değil, kalbini ve zihnini açabileceği bir baba figürüydü. Freud’a göre de Jung, enerjikti ve psikoanalitik hareket için heyecan verici yeni bir adaydı. Fakat bu güçlü bağ, arkadaşlıkları boyunca değişti. Freud ile arasındaki bağın koptuğu zaman öğrencilikten öğretmenliğe geçiş yaptığında Jung, psikolojik teoriye katkıları ile ulusal çapta biliniyordu. Enteleküel bağdaki bu kopukluğun nedeni neydi? Farklılıklarının yalan söylediği yer neresiydi? Freud vs Jung savaşında, kazanan var mıydı? Varsa kimdi? Neydi?
Kısaca Sigmund Freud
Sigismund Freud adıyla, Moravia’da (Şimdiki Çek Cumhuriyeti) Freiberg adındaki küçük bir kasabada 6 Mayıs 1856’da doğan Sigmund Freud, Avusturyalı bir nörologtu. Oldukça fakir, Yahudi bir aile tarafından yetiştirilmesine rağmen, Viyana Üniversitesi’nde hukuk okumayı istemişti. Fakat sonra fikrini değiştirip tıp alanına yöneldi. Freud mezun olduktan sonra, Viyana Devlet Hastanesi’nde bir psikiyatri kliniğinde çalışmaya başladı. O zamanlardaki psikiyatri, zihinsel sağlığın psikolojik bileşenleriyle değil de, yalnızca beynin anatomik yapıları ışığındaki davranışlarla ilgiliydi. Paris’teki Salpetriere kliniğinde dört ay geçirdikten sonra, Freud “histeri”ye ve özellikle önde gelen nörolog Jean Martin Charcot’un hipnoz yöntemlerine ilgi göstermeye başladı. Viyana’ya döndüğünde Devlet Hastanesi’nden ayrıldı ve “beyin ve sinir hastalıkları”alanında yoğunlaşmış özel bir alanda çalışmaya başladı. Meslektaşı Joseph Breuer ile birlikte, histeriden mustarip hastaların travmatik yaşam öykülerini keşfetmeye başladı ve konuşmanın “hapsedilmiş duyguyu” serbest bırakmanın “katartik” bir yolu olduğu fikrini savundu. Breuer ve Freud birlikte Histeri Üzerine Araştırmalar’ı (1895) yayınmladı ve ikisi psikanaliz üzerine fikirler geliştirmeye başladılar. Freud’un kendi öz arayışını başlattığı ve sonuçlanan bilinçsiz süreçler ışığında hayallerini titizlikle analiz ettiği ve ileride bu sürecin Rüyaların Yorumu adlı önemli bir eseri doğuracağı zamanlardı. Freud artık terapötik terapi yöntemini geliştirmiş ve hipnoz uygulamayı bırakmıştı. Bundan sonra, bilinçaltında yatan düşünce süreçlerinin insan davranışının çeşitli yönleri üzerindeki etkisini araştırmaya devam etti ve bu etkilerin en güçlüsünün bilinçli zihniyet tarafından bastırılmış ve çocukluktan gelen cinsel arzular olduğunu düşündü. Tıp kurumunun tümü teorilerinin çoğuyla aynı fikirde olmasa da, 1910’da Freud, bir grup öğrenci ve destekleyeniyle Carl Jung’un başkanı olduğu Uluslararası Psikanalitik Birliği’ni kurdu. Freud, 1923’de zihnin yapısal makyajını ortaya koyan Ego ve Id/ Ben ve Id/ Ben ve O’yu yayınladı. 1938 yılına gelindiğinde ve Nazilerin Avusturya’ya girmesiyle birlikte, Freud karısı ve çocuklarıyla birlikte Londra’ya gitti. Bu arada ağız kanserine yakalandı ve 30 operasyon geçirdikten sonra 23 Eylül 1939’da Londra’da hayatını kaybetti.
Kısaca Carl Jung
Carl Gustav Jung, İsviçre’li bir psikiyatrist ve Analitik Psikoloji’nin kurucusuydu. Başlangıçta Freud’un eserlerinin büyük bir hayranıydı ve 1907’de Viyana’da toplandıktan sonra sadece Freud ve o, on üç saat boyunca düz bir konuşma yaparak yoğun bir beş yıllık dostluğa ulaşmıştı. Ancak Freud, ilk başlarda Jung’u psikanalizin varisi olarak görse de, ikisi arasındaki ilişki hızla bozulmaya başladı. Freud, özellikle, Jung’un Freud teorisinin temel kavram ve fikirlerinden biriyle çelişmesinden hiç hoşnut değildi. Örneğin Jung, Freud’un motivasyon davranışsal gücü olarak cinselliğe odaklanmasına, bilinçaltına yönelik teorisinin çok sınırlı ve aşırı negatif olmasına karşı çıkmıştı. Jung, 1912’de kendisi ile Freud arasındaki açık teorik ayrımı özetlemenin yanı sıra, Analitik Psikolojinin temel ilkelerini oluşturan Bilinçaltı Psikolojisi’ni yayımladı. Jung, insan ruhunun üçe ayrıldığına inanıyordu: Ego (bilinçli zihin), kişisel bilinçaltı ve kolektif bilinçaltı ve arketipler. Jung, insanlığın tüm deneyimlerini ve bilgilerini sakladığı kolektif bilinçaltı fikrini benimsemişti ve bu, Jung’un bilinçaltı tanımı ile Freud’un tanımı arasındaki görülebilir farklardan biriydi. Jung’un kollektif bilinçaltına dair kanıtı, eşzamanlılık kavramı ya da hepimizin yaşadığı ama açıklanamayan bağlanabilirlik duygularıydı. Jung, mitoloji, din ve felsefe hakkında engin bilgilere sahipti ve özellikle Simya, Kabala, Budizm ve Hinduizm gibi geleneklere bağlı sembolizm konusunda oldukça bilgiliydi. Bu geniş bilgi yelpazesini kullanan Jung; insanların rüyalar, sanat ve din gibi hayatın çeşitli yönlerinde karşılaşılan sayısız sembol aracılığıyla bilinçaltını oluşturduğuna inanmıştır. Jung teorisi çok sayıda eleştireye sahip olmasına rağmen, Carl Jung’un çalışması psikoloji alanında belirgin bir etki bırakmıştır. İçe dönük ve dışa dönük kavramları, kişilik psikolojisine büyük katkı sağlamış ve psikoterapiyi de büyük ölçüde etkilemiştir.
Freud ve Jung – Önemli Farklılıklar ve Uyuşmazlıklar
Uyuşmazlık 1: Bilinçaltı
Jung ve Freud arasındaki temel uyuşmazlıklardan biri de bilinçaltı algısıdır.
Freud’un Fikri: Freud, bilinçaltının, bastırılmış düşüncelerimizin, travmatik anılarımızın, seks ve saldırganlığın temel sürücülerinin dış merkezi olduğuna inanıyordu. Bilinçaltını nevroza ya da günümüzde akıl hastalığı denen şeye neden olan tüm gizli cinsel arzuların depolama tesisi olarak görüyordu. İnsan zihninin temelde 3’e ayrıldığını belirtmiştir: İd, Ego ve Süper Ego. İd, bilinçaltımızı oluşturan (çoğunlukla seks) şeyi oluşturur ve ahlak ile bağlantılı değildir, sadece zevk aracı olarak görülür. Ego, gerçekliği etkili bir şekilde ele almamızı sağlayan bilinçli algı, anı ve düşüncelerimizdir. Süperego ise toplumsal olarak kabul edilebilir davranışlarla id dürtülerini ortak bir noktada buluşturmaya çalışır.
Jung’un Fikri: Jung da insan zihnini 3 bölüme ayırmıştır. Fakat ona göre bu üç bölüm şöyledir: ego, persona ve kollektif bilinç. Jung’a göre ego bilinçtir, persona hafızalardan (hem geri çağrılan hem de bastırılan), kolektif bilinç ise doğduğumuzdan beri bizimle olan bilgileri, deneyimlerden oluşur. Jung’ın insan zihnine dair çalışmalar yaparken Budizm, Hinduizm gibi dinlerden ve Doğu felsefesinden etkilenmiştir. Ayrıca, bilinçaltının sadece bastırılan materyalle sınırlı olmadığına da inanıyordu.
Uyuşmazlık 2: Rüyalar
Freud’un Fikri: Freud, rüyalarımızın yorumlanmasıyla daha fazla kişisel bilgi edinebileceğimize inanmıştır. Uyanıkken, en derin tutkuların harekete geçirilmediğini çünkü hem gerçeklik algısının (egonun) hem de ahlakın (süperegonun) olduğunu söylemiştir. Ancak uyku sırasında bu engellenme güçleri zayıflar ve rüyalarımızda arzularımızı yaşayabiliriz. Freud ayrıca, rüyalarımızda kaygı ve utanç korkusuyla doğrudan karşılanamayan bastırılmış ya da anksiyeteyi tetikleyici düşüncelere (başta cinsel olarak bastırılmış arzulara) erişebildiğine inanıyordu. Böylece, savunma mekanizmaları, rüyalarımızla istediğimiz düşünceye ulaşmaya imkân sağlar. Örneğin Freud’un rüyasında büyük bir sopa, bir penis olarak yer almıştır. Bu rüyaları doğru anlamları ışığında yorumlamak analistlerin işidir.
Jung’un Fikri: Freud gibi, Jung da rüya analizinin bilinçaltına bir pencere açmasına izin verdiğine inanıyordu. Fakat Freud’un aksine, Jung tüm rüyaların içeriğinin cinsellikten oluşmayacağını ya da gerçek anlamlarını gizliyor olduklarını düşünmüyordu. Jung’un rüya yorumları sembolik imgelem üzerine yoğunlaşıyordu. Rüyanın, rüyayı gören kişinin çağrışımlarına göre pek çok farklı anlama gelebileceğini düşünüyordu. Rüyaların sabit anlamlarla yorumlandığı “rüya sözlüğü” fikrine karşıydı. Rüyaların semboller, imgeler ve metaforlardan oluşan farklı bir dilde konuştuğunu ve bunların kişinin iç dünyasının yanı sıra dış dünyasını da temsil edebileceğini iddia ediyordu. Jung, hayallerin doğada geriye dönük olabileceğini ve çocukluk çağındaki olayları yansıtabileceğini kabul etmiştir, ancak gelecekteki olayları tahmin edebileceklerini ve yaratıcılık için mükemmel kaynaklar olabileceğini de düşünmüştür. Objektif ve öznel içeriğe bakmaktan çok, tümüyle kişinin rüyasının dışsal ve objektif yönlerine odaklandığı için Freud’u eleştirmiştir. Son olarak, Jung’un rüya teorisinin en belirgin yönlerinden biri, rüyaların hem kişisel hem kolektif hem de evrensel içerikleri ifade edebilmesiydi. Bu evrensel ya da kolektif içerik, Jung’un ‘arketip’ olarak adlandırdığı şey aracılığıyla gösterilmiştir. Arketipler, evrensel olarak miras alınan ve belirli bir şekilde algılamamıza, hareket etmemize yardımcı olan prototiplerdir. Jung, en eski Tanrı kavramımızın, su ve toprak gibi evrensel kavramlarla nesiller boyunca iletildiğini savunmuştur. Her dönemdeki insanlar atalarının yaşantılarından etkilenmiştir. Bu, kolektif bilinçaltının içeriğinin bir kültür içindeki her birey için aynı olduğu anlamına gelmektedir. Bu Arketipler sembolik olarak hayaller, fanteziler ve halüsinasyonlarla ifade edilir.
Uyuşmazlık 3: Seks ve Cinsellik
Freud’un Fikri: Freud ve Jung arasındaki büyük uyuşmazlıklardan biri de insan motivasyonu hakkındaki farklı görüşleriydi. Freud için bastırılmış ve ifade edilen cinsellik her şeydi. Davranışın (ve psikopatoloji gibi) arkasındaki en büyük motive edici gücün bu olduğunu hissederdi. Bu, psikoseksüel gelişim, ilgili dogmatik teorilerin yanı sıra Oedipus kompleksinin yüz kızartıcı teorileri ve daha az benzerlik gösteren Elektra kompleksinden de anlaşılmaktadır. Yunan trajedisinde, bilinmeyen bir şekilde babasını öldüren genç bir adam olan Oidipus Rex, annesiyle evlenir ve birkaç çocuğu olur. Oedipus kompleksinde Freud, erkek çocukların annelerine karşı daha güçlü cinsellik duyguları olduğunu ve babalarına annelerine sahip olduğu için kızgınlık duyduklarını belirtmektedir. Elektra kompleksinde ise, bu durum tam tersidir. Kız çocuklarının babalarına karşı cinsel duyguları vardır ve bu yüzden annelerini kıskanıp ortadan kaldırmak isterler. Bu yüzden, erkek çocuklar annelerine besledikleri bu duygu yüzünden babaları tarafından penisleri kesilmekle/zarar verilmekle korkutulup tehdit edilirler. (İğdiş Kompleksi.) Kız çocuklar ise, bir penise sahip olmadıklarının ve anneleri ile ilişki kuramayacaklarının fark edilmesiyle, babalarının penisini arzu eder, buna gıptayla bakılır. Bu daha sonra babanın cinsel arzusuna geçer. Freud, bu kaygıların bastırılacağını ve savunma mekanizmaları ve endişe yoluyla tükeneceğini kuramsallaştırmıştır.
Jung’ın Fikri: Jung, Freud’un dikkatinin sekse ve davranış üzerindeki etkisine aşırı yoğunlaştığını düşünmüştür. Davranışı motive edici ve etkileyici şeyler arasında, cinselliğin yalnızca psişik bir enerji veya yalnızca potansiyel bir tezahür olabilen yaşam gücü olduğuna kanaat getirmiştir. Oedipal dürtüleriyle de aynı fikirde olmamıştır. Anne ve çocuk arasındaki ilişkinin, annenin çocuğa vermiş olduğu sevgi ve korumaya dayandığını düşünüyordu. Bu görüşleri, daha sonraki yıllarda John Bowlby ve Main Ainsworth tarafından Temel Bağlılık Kuramı ve İç Çalışma Modelleri üzerinde ele alınacaktı.
Uyuşmazlık 4: Din
Freud’un Fikri: Ailesinden dolayı Yahudi olsa da, Freud dinin pek çok insan için bir kaçış olduğunu düşünmüştür. Karl Marx gibi dinin toplum için bir uyuşturucu olduğunu ve yayılmaması gerektiğini belirtmiştir. Hayatının büyük çoğunluğunda, dini ve mitolojik kurumlarla uğraşmıştır. Birçoğu dini, birçok eser toplamıştır. Hatta evinde asılı olan bir Leonardo da Vinci tablosu vardır: Meryem ve Çocuk İsa Azize Anne ile. Bazı bilim insanları, Freud’un dini, insanın zihinsel sıkıntısının merkezinde yattığı düşünülen gizlenmiş psikolojik gerçekler olarak gördüğünü öne sürmüşlerdir.
Jung’un Fikri: Jung’un görüşündeki din, bireyleşme sürecinin gerekli bir parçasıydı ve insanlar arasındaki bir iletişim yöntemiydi. Bu, farklı dinlerin çoğunda bulunan arketiplerin ve sembollerin tümünün aynı anlamlara dönüştüğü fikrine dayanmaktaydı. Her ne kadar belirli bir dine ait olmasa da Jung, özellikle Doğu felsefeleri ve dinleri gibi dinleri merak ediyor ve arketipsel bakış açısıyla araştırıyordu. Freud ve Jung arasındaki tartışmalar ve yazışma sırasında Freud, Jung’u antisemitizmle suçlamıştır.
Uyuşmazlık 5: Para-Psikoloji
Freud’un Fikri: Doğaüstü olan her şey hakkında şüpheci yaklaşmıştır.
Jung’ın Fikri: Jung, para-psikoloji özellikle telepati ve eşzamanlılık gibi psişik olaylara (daha sonra teorilerinin bir parçasını oluşturacak olan) aşırı ilgili olmuştur. Gençliğinde, pek çok seansa katılmıştır. Ve doktora tezinde, “Olağanüstü Olayların Psikolojisi ve Patolojisi” araştırma konusu olmuştur. 1909’da Jung, Freud’un paranormal hakkındaki görüşlerini tartışmak için Viyana’ya gidip Freud’u ziyaret etmişti. Konuştuklarında, Freud bu gibi düşünceler için zamanı olmadığını ve Jung’un bu konunun peşinden gitmesinin üzücü bir şey olduğunu ifade etmiştir. Konuşmaya devam ederken, Jung garip bir şey hisseder. Bu garip duyguyu düşünürken birden yanındaki kitaplıktan büyük bir ses gelir ve Jung bunun paranormal bir şeyden kaynaklandığını söyler. Freud sinirli bir şekilde buna karşı çıkar. Tartışmaya devam ederlerken, Jung bu sesin tekrar çıkacağını iddia etmiş ve gerçekten ses bir kez daha çıkmıştı. İki adam da birbirlerine bakar halde kalakalmış ve bir daha bu olay hakkında hiç konuşmamışlardı. Paranormal alandaki bu uzun süreli ilgi ve insan psikolojisi üzerindeki etkisi, Jung’un etkileyici fakat tartışmalı olan eşzamanlılık teorisinin gelişimine katkıda bulunmuştur. Bu terim, Jung tarafından “iki ya da daha fazla psikofizik olayının nedensel bağlantısını” tanımlamak için oluşturulmuştur. Bu kuram, altın renginde bir böcek gördüğünü iddia eden bir hastanın yaşadıklarından esinlenerek oluşturulmuş ve ertesi günkü seans sırasında pencereye altın renginde bir böcek çarpmış. Gerçekten de eşi benzerine az rastlanır bir olay! Bu iki olayın benzerliği, Jung’un tesadüfi bir şey olmadığına, ancak bireyin dış dünyalarıyla iç dünyaları arasında önemli bir bağ olduğuna inanmasına neden olmuştur.
Sonuç Olarak
Freud’a ve Jung’a bakarken aralarındaki farklılıkları, kişilikleri, yaşadıkları ve çalıştıkları kültürel zaman diliminde incelemek önemlidir. Ayrıca, önemli benzerlikler bulunduğunu kabul etmek de gerekir. Dostluklarının başlangıcında, her iki erkek de birbirlerinin entelektüel yönü tarafından büyük heyecan duymuş ve tamı tamına on üç saat boyunca bilinçaltı ve psikopatoloji tedavisine ilişkin düşüncelerini paylaşan derin konuşmalar yapmışlardı. Her ikisi de bilinçaltı fikrini ve rüyaların sorunların anlaşılmasındaki önemini ortaya çıkarmışlardı.
Ve Freud ile Jung arasındaki savaşta kimin galip olduğu sorusunun yanıtı: Bugün hâlâ birçok psikoterapötik yaklaşımda kullanılan önemli modern psikoterapi kuramlarıdır.
Çeviren: Ezgi Kaplan
(Harleytherapy)