MURAT SEVİNÇ
Bunca derdin tasanın ortasında, temel haklar rejiminin askıya alındığı, cezasızlığın kural haline geldiği, onca suçsuz ve muhalif insanın cezaevinde ömür tükettiği, yoksulluğun ve gelir eşitsizliğinin insanı insanlıktan çıkardığı bir toprak ve devirde, işi gücü bırakıp da yayaların sorunları üzerine yazmak, şart mıdır; şart diyen de lüzumsuz bulan da olur.
‘Kim aday olmalı, Ali Veli Kırk Dokuz Elli’ konulu yazıların arasında, hiç olmazsa arada bir bu konuların yer bulabilmesinin gerekli olduğunu düşünenlerdenim ve bunu bir dertleşme yazısı kabul ederseniz sevinirim.
Her defasında, konunun hangi üslupla kaleme alınması gerektiğine karar veremiyor ve neredeyse her yolu deniyorum. Sert sözcükleri tercih etmek, ironiyle yazmak, bakanlık kâtibi üslubuyla arz edip ricacı olmak, alttan almak, üstten bakmak vs… Hepsi mümkün, yeter ki çeşitli mecralarda gündeme gelebilsin ve ev dışı yaşamın, kamusal mekanların, yurttaş yaşamının ve hatta yurttaşın özel yaşamının ‘olmazsa olmaz’ niteliği kavranabilsin.
Daha önce, Gazete Duvar’da, şehirlerdeki ‘araç dostu’ dönüşümü anlatabilmek için ‘Şehirlerdeki lüzumsuz yaya varlığına son vermenin zamanı gelmedi mi?’ başlıklı bir iki satır yazmıştım , ancak ne yazık ki merkezi ve yerel idare tarafından ciddiye alınmadım! Şehirlerin tümüyle araçlara tahsis edilerek, yayaların yürümesine ‘gerektiğinde’ izin verilmesi ve bu izinde ticaret yapanların çıkarlarının öncelikle göz önünde bulundurulması gerekliliğine dair karaladığım bu yazı ciddiye alınmadı alınmasına, buna mukabil o gün bu gündür kaldırımları yayalara yasaklama konusunda, henüz adı konulmamış olsa da topyekûn bir çabayı fark etmemek mümkün değil. Üstelik otomobil ve motosikletlere, artık scooterlar da eklendi.
Şehrin sokaklarına, o sokakların örgütlenmesinin insancıl yanına bakıp ülkenin yönetim anlayışı ve demokrasi kalitesiyle ilgili sonuçlara varmak, bir şeyler ile başka şeyle arasında ilişki kurmayı sağlayacak ipuçları bulmak her zaman mümkün, ancak gereğinden fazla zorlamamak ve genellemelerden olabildiğince kaçınmak kaydıyla.
Örneğin, 2022 yılında bir büyük şehirde ‘dolmuş’, ne anlatıyor bize? Nasıl bir yerde makbuldür, dolmuş? Bu satırları okuyanların çoğu yurt dışı, Batı demokrasisi vs. görmüştür, rastladınız mı? 13-14 kişilik oturma yeri olan bu araçların sürücüleri, 20-25 kişi alıyor, istediği yerde duruyor, dilediği hızda gidiyor, sıcak havada klima çalıştırmaya karşı çıkıyor, itiraz eden müşteriye öfkeleniyor, kamu hizmeti değil de iyilik yaptığı varsayımıyla hareket ediyor ve kendisini genellikle trafik kurallarıyla bağlı saymıyor.
Sürücülerle filan özel bir derdim yok tahmin edilebileceği gibi, rahmetli babam 1960’ların, 70’lerin dolmuşçularındandı, çocukları o zahmetli kazançla büyüdü, okudu; hatta ayıptır söylemesi, muavinlik yapmışlığım da var. Artık yok, eskiden böyle bir iş vardı. Her tip insan olur, iyisi kötüsü, burada mesele sürücülerin kişiliği değil, bu devirde böyle bir ulaşım aracının olağan kabul edilmesi, hepimiz tarafından. Ülkelerin yönetim anlayışları ve demokrasi kalitesiyle yolculuk deneyimleri arasında bir bağ var, söylediğim bu.
Çok yazdım, yürüyüş seven biriyim, uzun yürüyüş. Toplu taşıma yerine, gücüm ve zamanın yettiğince yürümeyi tercih ederim. Dolayısıyla yaşadığım yerin kaldırımları benim açımdan hayati. Bir süre sonra, kirlilik, çakır çukurluk, darlık, aniden biten kaldırım tipi vs. her şeye alışıyor insan, ancak kaldırımı araçlarla paylaşmak kolay alışılacak bir şey değil ve yaşadığım şehirde bu durum, affedin, artık manyaklık boyutuna varmış durumda. Ne kadar sabırlı, ne kadar pes etmiş, ne kadar kanıksamış olursanız olun, kaldırıma ‘yürümeyi tümüyle olanaksızlaştıracak’ şekilde park etmiş araçlara hoş görüyle bakmak mümkün değil. Aracın bir hatası yok, malum, kendiliğinden konmuyor oraya. Nasıl biri, bir diğerinin yürümesini engelleyecek biçimde, öylece park edebilir arabasını?
Hadi elimden geldiğince terbiyeli sözcükleri tercih edeyim, herhalde olsa olsa ‘başına hiçbir şey gelmeyeceğini’ bilen biri yapabilir bunu, bedel ödemeyeceğini bilen biri. Şikâyet ettiğinizde ne oluyor? Denedim, bir şey olmadı. İkinci olasılık, sürücüsünü görüp uyarmak. Üçüncü olasılıksa aracın üzerinden yürüyerek devam etmek.
Son ikisini denemedim, çünkü o pahalı araçların sürücülerinin bunu hazmedebileceğini sanmıyorum. Türkiye’de kaç kişide silah ruhsatı var ve kaç ruhsatsız silah var, ilgili haberleri okuyorsunuzdur. Ayrıca, ateşli silah şart değil, sanki normal bir şeymişçesine ‘kızgın vatandaş’ olarak adlandırılan bir insan türü var nicedir. Kızgın olmayanın yanında, en az onun kadar olağanmış gibi düşünülüyor anladığım kadarıyla. Bu tür, sinirleniyor, saldırıyor, küfrediyor, hakaret ediyor vs. Neden? Çünkü kendisini her şeyin ve herkesin hâkimi sanıyor, fiillerinin canını sıkacak bir karşılığı olmadığının farkında. Hem, nasıl olur da, kaldırıma park edilmiş yüce araçlarına söz söylersiniz? Lümpenliğin ve vasat azgınlığının bu altın devrinde, en konforlu devirlerini yaşıyor bu hödükler.
Bunlar azınlık, namuslu ve dürüst yaşam sürmeye çabalayan milyonlara hayatı zehretmeye yeminli bir azgın azınlık; ancak öylesine pervasızlar ki bulundukları her mekânda fark ediliyorlar. Araçlarını kaldırımların tam ortasına park ederek yayaların yürümesini engelleyen, eleştirmeye kalkışana, haksız olanlara mahsus ahlaksızca özgüvenle saldıran bu kaba saba azınlık, sıradan günlük yaşamın metastaz yapmış kanser hücresi gibi. Her branşta karşılığı var kuşkusuz, yalnızca kaldırımlarda değil.
Yürüyorsunuz… aracını hiç olmazsa yanından geçebileceğiniz bir yer bırakarak park etmiş araçlara dahi şükran duyarak. Bir anda bir motosiklet ya da scooter çıkıyor karşınıza, eğer şanslıysanız, bazen arkanızda fark ediyor, yanınızdan hızla geçerken kendinizi kenara atıyorsunuz. Oysa hâlâ kaldırımdasınız, sizin için ayrılmış alanda.
Kim bu motosikletliler? Çoğu kurye. O gençlere hızlı davranmaları emrediliyor, ekmek paraları hıza bağlı. “Pizzanız 25 dakikada evinizde.” Neden? Çok mu önemliyiz, örneğin 40 dakikada gelse olmaz mı? Olmaz, devir hız devri, pizzayı yiyip dizi seyredeceğiz. Gün aşırı o gençlerden birinin kaza haberini işitiyoruz. Onlar da kaldırıma çıkıyor, çok boyutlu bir delilik söz konusu. Uzun süredir, belediye otobüsünden inerken mutlaka otobüsle kaldırım arasındaki bir metreyi kontrol ederek iniyor ve yakınlarımı da uyarıyorum, çünkü artık o bir metrelik boşluk güvenli değil. Kolay değil büyük şehirde yaşamak, biraz Rambo, biraz Örümcek Adam, biraz da Yarasa Adam olacaksınız, her an tetikte, tüm tehlikeleri sezerek yaşayacaksınız. Ülke nüfusunun 1/5’ini el kadar bir şehre yığmış, az gelişmiş ülkenin plansız programsız taze soğan kapitalizmi…
Scooter iyi bir şey, kolay ve hızlı ulaşım, sevimli de. Ancak kuralsızlık başa bela. Bu arada, yalnızca Türkiye’de değil, başkaca ve gelişmiş memleketlerde de, oraların ölçüsünde bir dert olmuş. İnternette beş-on dakikalık bir araştırma yapın, çoğu ülke yayası ve scooter kullanıcısı epey dertli. Haberlerden birini buraya bırakayım, yalnızca Londra’da, bir yılda 500’ün üzerinde yaralanma gerçekleşmiş. Nasıl bir çerçeve içine alacaklarını düşünüyorlar. Türkiye’de sürekli kaza ve ölümlü kaza oluyor, çocuklar ölüyor ya da birilerini yaralıyor. Sağa sola bırakılan scooterların oluşturduğu çöplüğü, ayrıca hatırlatmaya gerek var mı?
Yürümeyi herkes, özellikle yaşlılar için giderek imkansızlaştıran bu saçmalığa ilişkin bir şeyler yapılmalı, kafa yorulmalı, kamuoyu oluşturulmalı. Türkiye’yi yönetenler, muhalefet liderleri vb. sizce kaç yıldır bu ülkenin herhangi bir kaldırımında yürümemiştir? Onların anlaması mümkün değil, ha keza, araç bağımlılarının. Dertli yurttaşın çıkaracağı ses bu nedenle önemli. Evet, scooter iş gören bir ulaşım aracı, gençler seviyor ve doğru, motor kuryelerin acelesi var, ekmek parası peşindeler; üstelik bunlar sistem sorunları, hepsi kabul. Güzel de, ben de insan ve yayayım, isteğim, kaldırımda yürüyebilmek. Ölüm ve yaralanma endişesi olmadan yürüyebilmek. Hepsi bu.
Yazı önerileri:
- Aydın Selcen’in ‘Şu bizim dış Türkler, soydaşlar, akrabalar’ yazısı
- Gökçen Tahincioğlu’nun ‘Kozağaçlı, ÇHD’liler ve Kill Bill’ başlıklı yazısı
- Sevilay Çelenk’in ‘Sizin beğenmediğiniz tavırlarımız canımızı korudu’ yazısı Ayrıca, Sevilay Çelenk’i, yazıda sergilediği takdir edilesi sabır için kutlamak isterim.