Yaşam akıp gidiyor ve bizler bakıyoruz. Yani bu ülkenin büyük çoğunluğu, esas sahibi ve asıl üretici kesimi olarak, yaşayamadan sadece bakarak ömrümüzü tüketiyoruz. Onca emekle, kanla, terle ürettiklerimizi tadamadan, ürettiklerimizle dem süremeden, yüreğimizde derin bir acıyla geçip gidiyoruz dünya denilen köprüden. Gerçekten yaşayamadan, tat alamadan, dem süremeden geçip gidiyoruz dünyadan. Şimdi ne yaşamak istiyorsun diye soran, takılan olabilir; elbette geldiğim ve elan var olduğumu hissederek bulunduğum hatta çilesini çekerek, ter ve kan akıtarak üretim yaptığım dünyada doya doya yaşamak istiyorum, her şeyi tatmak istiyorum, ürettiklerimi tüketmek istiyorum. Verilmiş olan bütün nimetlerden istifade hakkımı kullanmak istiyorum. Dağlarıyla, ovalarıyla, denizleriyle ve bilmem neleriyle dünyada ki her şeyin güzelliklerinden, zevklerinden faydalanmak istiyorum. Buraları kimler kullanıyorlar Mutlak İyi’nin yüceliği adına? Boğazlar sadece yüzde beşlik kesimin malı mı? En güzel koylarda dem sürmek sadece küçücük bir azınlığın hakkı mı? Denizlerde keyif yapmak bu ülkeye ve halka düşman üç beş çapulcu sürüsünün hakkı mı? Üretilenlerin keyfini sürmek sadece sefil komprador sürüsünün ayrıcalığı mı? Geçirmişler koca bir ülkeyi ellerine ve vurmuşlar halkın tepesine, mason babalarıyla istedikleri gibi keyif yapıyorlar.
Yaşayamıyor musun derler; elbette yaşayamıyorum. Söylediklerimi okumuyor musun insanoğlu? Yalan mı söylüyorum? Çünkü her şeyin bir bedeli olduğu dünyanın mahkûmlarıyız. Herşeye bir bedelin biçildiği yaşamın oyuncularıyız. Ve bizlerden bu bedeli bekleyenlerin elinde bir oyuncak gibiyiz adeta. Çünkü bu dünya nimetlerini tekellerinde bulunurdanlar var. Gözlerimizle gördüğümüz, tensel olarak hissettiğimiz bir dünyanın içine düşmüşüz. Kocaman bir dünyanın ortasında yapayalnızız. Nerede başlayıp nerde bitiyor bilmiyoruz. Altı neresi üstü neresi kestirmek mümkün değil. Sanki bu yabancı âleme fırlatılmış gibiyiz. Adeta sürgündeyiz. Acılarla dolu bir dünyada hayat sürüyoruz. Ve acılardan acılara sürgün olduğumuz bir yaşamın çocuklarıyız. İnsan diye isimlendirilmiş varlıklarız. Kendimizin bile nasıl bir canlı olduğumuzdan bihaberiz. Pratik, teorilerin bizi anlattığına hiç uymuyor görünüyor sanki. Milyarlarca benzerimiz var yer üzerinde. Her birbirimiz bir başka. Duygularımız başka, düşüncelerimiz başka, isteklerimiz başka, beklentilerimiz başka, hayallerimiz başka, velhasıl her şeyimiz bir başka. Güzellik dediğimiz olguya sahiplerimiz var, çirkinlik denilen olguyla malul olanlarımız var. Dünya nimetlerine malik olanlarımız var, dünya nimetlerinden mahrum olanlarımız-mahrum bırakılanlarımız var.
Her birimiz farklı bir kişilik üzerine var. İnsanlık ırkının mensubuyuz. Pratikte farklı farklı olsakta temelde aynı ırktanız. Dünya denilen vatanın misafirleriyiz. Pratikte farklı farklı coğrafyalarda yaşasakta temelde aynı bütünlüğün içindeyiz. İyilik dininin müntesipleriyiz. Dinlerimizde aynı şekilde farklı farklı olsa da temelde aynı dinin müntesipleriyiz. Bir yerlerde bir pusula varsa da ve belirli öğretileri sunuyorsa da ve bazı şeyleri izah ediyorsa da yine de şaşkınlık içindeyiz. Çünkü her şeye rağmen cevapsız kalan sorularımız var. Gerçi, kahir ekseriyet sorusuz yaşayıp gidiyor. Çünkü her şey bir garip bu âlemde. Sonsuz nimetler var burada ve milyarlarca insan, milyarlarca insan oranında milyarlarca söz var. Ama müthiş bir adaletsizlik var paylaşımda. Yani nimetlerden yararlanmada. Hep birlikte üretiyoruz ama aynı şekilde tüketemiyoruz. Hepimiz benzeriz ama birbirimize düşmanız. Çünkü sonsuz nimetlerin peşindeyiz. Sonsuz zevklerin peşindeyiz. Heva ve arzularla donatılmış bir varlığız. Eşitlik içerisinde yaşmak zor geliyor bazı nefislere. Var olan nimetleri ortakça bölüşmek ağır geliyor bizlere. Adaletten hoşlanmıyoruz. Hep bizim olsun istiyoruz. Böylece barış içerisinde yaşamayı yok ediyoruz. Zaaflarımız var, bağımlılıklarımız var.
Bir bütünün parçalarıyız. Ama kendi âlemimizde yine bir bütünlük içindeyiz. Büyük bütünden kopmuş küçük bütünleriz. Ama daha da parçalamak ve küçültmek istiyorlar. Hırslarımız hep kötülüğe doğru tetikliyor bizleri. Söz’ün bütünlüğünün bozulması bizim bütünlüğümüzü de bozuyor. Sözün bir olduğu, düşmanlıkların olmadığı, her şeyin doğru yönde aktığı, kardeşliğin olduğu, barışın hâkim olduğu, birlikte üretip tüketmenin mümkün olabildiği, sahipliğin olmadığı bir yaşamdan; sözün binler olduğu, düşmanlığın zirvelere tırmandığı, her şeyin tersine akmaya başladığı, kardeşliğin yok olduğu, barışın yerini savaşa terk ettiği, birilerinin üretip birilerinin tükettiği, sahiplik iddiasının ortaya çıktığı ve böylece savaşların, zulümlerin, adaletsizliklerin, eşitsizliğin sadır olduğu bir yaşama evrilmişiz. Sanki aldanışların kurbanlarıyız. Mutlak olana somutluk düzeyinde sahip olmadığımız için aldanıp aldanmadığımızı da bilmiyoruz. Böylece muallâkta bir hayat yaşıyoruz. Nereden geldik nereye gidiyoruz ve niçin geldik nasıl gidiyoruz bilmiyoruz. Müthiş bir bilinç dışılığın esiriyiz adeta. Sebeplere yabancıyız, sonuçların peşine takılmışız öylece sürüklenip gidiyoruz.
İki farklı karakterin birleşmesiyle çoğalmışız mütemadiyen. Ve aynı şekilde çoğalmaktayız biteviye. Ve böylece devam edecek gibi görünüyor ilânihaye. Ve zaman içinde ki bu çoğalmanın sonucu olarak birbirimizi yok etmeye çalışmışız. Adeta yamyamlar gibi kendi benzerlerimizi yemeye başlamışız. O kadar savaşlara sebep olmuşuz ki; insanlığı katletmişiz, doğayı kirletmişiz, hayvanların neslini, bitkilerin kökünü kurutmuşuz. Çünkü dünya dar gelmiş hepimize. İlle karşımızdakini yok etmeye kurgulanmışız. Çünkü o yok olmayınca bizde var olmayacağını sanmışız. Nimetlerin bizde olmasını karşımızdakinin yokluğuna bağlamışız. Çıldırtan bir dengesizlik var. Bir yanda ağlayanlar, bir yanda gülenler var. Bir yanda olabildiğince yokluğun pençesinde çırpınanlar var, bir yanda olabildiğince nimet denizinde yüzenler var. İlk evvelde söz’ümüzde bölünmüşüz, sonra da ırk olarak bölünmüşüz, vatan olarak bölünmüşüz, din olarak bölünmüşüz. Böylece yabancılaşmışız sürekli birbirimize. Hep birbirimizin mutluluğundan çalmışız. Ortak iyilik ve mutluluk için çalışacağımıza, ortak acıya çalışmışız hep. Dünya nimetlerine hükmedip, buradan güç üretenler bölmüşler bizi, birbirimize düşman eylemişler. Ve bizler birbirilerimizi yerken, birbirlerimize acı çektirirken onlar dünya nimetlerine sahip olup sefa sürmüşler, zevklenmişler. Düşüncelerimizi ve duygularımızı bizleri bölmek için kullanmışlar. Irklarımızı, vatanlarımızı, dinlerimizi bizleri ezmek, sömürmek, birbirlerimize düşman etmek için kullanmışlar. Bizlerin sözü, ırkı, vatanı, dini varken, bizleri yokluğa, zevksizliğe, acıya mahkûm edenlerin ırkı, vatanı, dini yok ne garip. Dünya nimetlerini paylaşanlar bir bütünken, dünya nimetlerini üretenler parça parça parçalanmış. Ayrışmış ırklar içinde tekrar ayrışmışız. Parçalanmış vatan içinde tekrar parçalanmışız. Bölünmüş din içinde tekrar bölünmüşüz. Keşke ilk bölünmüşlükle, parçalanmışlıkla, ayrışmışlıkla kalabilseymişiz yine iyiymiş ama bölünmüşlük içinde tekrar bölünmüşüz, parçalanmışlık içinde tekrar parçalanmışız, ayrışmışlık içinde tekrar ayrışmışız. Şimdi dünya denilen kocaman yatağın her bir parçasına savrulmuş vaziyetteyiz. Her birimizin sahip olduğumuz ve adeta taptığımız bir söz’ümüz, sıkı sıkıya sarıldığımız bir ırkımız, tamı tamına uymaya çalıştığımız bir dinimiz ve korumak uğruna birbirimizi katlettiğimiz bir vatanımız var. Ve hala aynı şekilde devam ediyor eski halimiz. Ve bunu fırsata dönüştürenler, dönüştürmek isteyenler var çevremizde. Ne acı ki başarıyorlar da. Onlar parçalanmışlığımızdan kazanırlarken, bizler parçalanmışlığımızla hep kaybediyoruz. Ne tat alıyoruz nimetlerden, ne huzur buluyoruz yaşamımızda. Bir yudumluk zevk alamadan heba olup gidiyor kısacık ömrümüz.
Dünyanın ayrışmasının, faydalarına olacağına inanalar dünyayı parça parça etmişler. Önce en büyük Mutlak Bütünü parçalamışlar, sonra o büyük bütünün küçük parçaları olan insanı parçalamışlar, sonra da ırkı, vatanı, dini parçalamışlar, böylece her şeyi küçük parçalara ayırmışlar. Oysa bütünlük hâkimken âleme her şeyde bir düzen varmış, fakat zamanla parçalanma sadır olunca kaos hâkim olmuş âleme. Ve bu kaosta hep parçalayanların işine yaramış. İstedikleri gibi dizayn etmişler dünyayı. Söz bile bir bütünmüş önceleri ama sözü bile parçalamışlar ve çoğaltmışlar. Zaten söz parçalanınca ve çoğalınca insanın parçalanması da mukadderdir ki, insan bir yerde sözdür. Çünkü varlığın bile temeli sözdür. Varlığı var eden sözdür. Sözle düzen gelir aleme ve sözle kaos hakim olur âleme. Söz parçalandı mı parçalanmayan hiçbir şey kalmaz âlemde. Çünkü her insan dile gelmiş bir sözdür. Ve mutlak bütünlükte ki sözün yeryüzünde ki kıvılcımlarıdır insan tekleri. Sözdeki bütünlük bozuldu mu âlemde ki bütünlükte bozulur mutlaka. Ağırlığı olan sözler gider, ağırlığı olmayan sözler gelir o zaman. Ve milyarlarca beyinde ki milyarlarca söz kendinin mutlak doğru olduğunu sanır ve gerçek söz unutulur gider ve insan esiri olur yalan sözlerin, boş ve hafif sözlerin. Yalan sözlerin bütünleştirilmiş hali olan ideolojilerin ve o ideolojileri üreten ideologların kölesi olur kaçınılmaz olarak. Ve zaten sözü bölmenin altında ki yatan gerçekte bu değil midir? İnsana hâkim olmak.
Son tahlilde; kurtuluş bütünlüktedir. Paylaşmanın egemen olması bütünlüktedir. Kuvvet bütünlüktedir. Barış, huzur, güzellik, sevgi bütünlüktedir. Söz, ırk, vatan, din bütünlüktedir. Bütünlük her şeyimizdir, parçalanmışlık hiçliğimiz. Bütünlük egemenliktir, parçalanmışlık tutsaklığımız. Bütünlük zevkin doğuşudur, parçalanmışlık acının hâkimiyetidir. Bütünlük herkesliktir, parçalanmışlık kimsesizliktir, kopkoyu yalnızlıktır. Öyleyse tekrar toparlanalım ve bütünleşelim. Önce kendimize sonra âlemimize hâkim olalım. Her şeyi yerine koyalım. Sonsuz huzuru, ortak iyiliği bulalım. Fanilikle hükümlü olduğumuz dünyada zevkle, neşeyle, bütün nimetleri tadarak yaşayalım.
Eskiden insan olarakta, söz olarakta, ırk olarakta, vatan olarakta, din olarakta bir bütünmüşüz ve dünyanın hâkimi imişiz. Bütün âleme nizamat verirmişiz. Kıtalardan kıtalara at sürermişiz. Kötülere gem vururmuşuz. İyileri el üstünde tutarmışız. Münkeri yasak eyler, marufu yayarmışız. Olabildiğimiz kadar iyiymişiz. Olabildiğimiz kadar güçlüymüşüz. Yanlışımızla kusurumuzla yaşayıp gidermişiz. Zalime diz çöktürüp, mazlumu güldürürmüşüz. Tabi bunların yanında elbet kötülüklerimizde olmuştur şüphesiz. Ama iyisiyle kötüsüyle, günahıyla sevabıyla geçip gitmiş eski günler ve gelmişiz yeni günlere. Daha bir küçülmüşüz, söz olarak, ırk olarak, vatan olarak, din olarak. Başkaları hükmeder olmuş dünyaya, nizamat verir olmuş âleme. Kıtalardan kıtalara bombalar gönderir olmuşlar iki kanatlı dev makinalarla. Her türlü sözü yayar olmuşlar bir tek tık ile bir beyaz camdan. İyilere gem vurmuşlar, kötüleri meydanlara salmışlar. Münkeri yaymışlar, marufu boğmuşlar. Bütün güzellikleri yağmalamışlar. Zalimi güldürüp, mazlumu ağlatmışlar. Milyonlarca tezgâhta milyarlarca çorap örmüşler insanların başına. Dünyanın her bir köşesini kötülükle doldurmuşlar. Haneleri acılarla, yoksulluklarla kurutmuşlar. Onlarca savaşta milyonlarca insanı katletmişler. Hırs yüzünden, dünya nimetleri yüzünden dünyayı ateşe vermişler. Bitkilerin kökünü kurutmuşlar, hayvanları itlaf etmişler. Dünya göklerinin semalarına sevginin sancağı yerine nefretin sancağını dikmişler. Koca bir dünyayı esir almışlar. Palavralarla herkesi kandırmışlar. Sürüyle düşünce-ideoloji üreterek te insanları avlamışlar. Bütün söz’den süratle kaçan insan bunların parça parça sözlerine susamışçasına koşmuş. Her bir parçayı farklı sanmış ama temelde hepsinin aynı olduğunu ve aynı ellere hizmet ettiğini anlamamış. Ve böylece sözle dirilen ve hizaya gelen insanlar, söz yüzünden birbirlerini katleder olmuşlar.
Son tahlilde; sözü, ırkı, dini, vatanı paramparça etmişler. İnsanı, bitkiyi, hayvanı öldürmüşler. Şimdi ölü dünya dirilmeyi bekliyor, parçalar bütünleşmeyi, binler bir olmayı bekliyor. Ve görev sizi bekliyor!
Evet, ey Türk kardeşim!
Evet, ey Kürt kardeşim!
Artık üzerinizde ki ölü toprağını atınız. Uyanınız, diriliniz, kendinize geliniz. Parçalanmışlığınızla yem oluyorsunuz düşmanlarınıza. Aynı düşmanın ellerinde bir ateş topu gibisiniz. Bir, birinizin üzerine diğerinizi fırlatıyor; bir, diğerinizi berikinizin üzerine fırlatıyor. Ve yakıyorlar sizi göz göre göre, sizi parçalayıp kendi bütünlüklerini koruyan kötüler, katiller. Yaşamınızdan çalıyorlar yemin ediyorum. Bütünlüğünüzü bozuyorlar, bütünlük düşmanı küresel katillerin bütünlük düşmanı yerli katilleri. Söyleyiniz bana hangi güzelliği yaşıyorsunuz? Ama o katiller, sizi, birbirinize katlettirip ardınızdan gülüp, oynuyorlar ve keyif sürüyorlar. İki tarafı da aynı elin kiralık elleri kullanıyor. Yemin ederim iki tarafı da kullanan aynı eldir. İki tarafa da birbirinizi katletmek adına silah veren aynı eldir. Kimbilir daha büyük katliamlar adına hala da silah satmaktadırlar. İki tarafta kendilerine hükmeden ellerden kurtulmalıdır yaşamı solumak için, yaşamın sunduğu zevkleri tatmak için, dünya nimetlerinden istifade edebilmek için. Kardeşçe kucaklaşabilmek için. Savaş hep yoksulları öldürür ve yoksullara kaybettirir. Hep zalimleri güldürür ve zalimlere kazandırır. Türk kardeşlerim kendilerini kullananları, tahrik edenleri ve meydana sürenleri iyi tanımalıdırlar. Onların kim oldukları bilinmiyor değillerdir. Kürt kardeşlerim sizi kullananlarda bilinmiyor değiller. Artık bu kirli oyunu bütünleşerek bozun. Ne kendiniz yaşamdan mahrum kalın ne de yaşama susamışları yaşamdan mahrum bırakın. Yeter artık ne olur Mutlak Bütünlük aşkına! İnsan ırkı aşkına! Güzellik, iyilik, adalet, samimiyet dini aşkına! Bütün vatan aşkına! Büyük ve bütün söz aşkına!
Elinizde kalan bütünlüklere sahip çıkın. Parçalanmışlıkları bütün kılın. Sözünüzü bütünleştirin. Parçalanmış sözlere inanmayın. İslamcılık, laiklik, sağcılık, solculuk, liberalizm, kapitalizm, faşizm vb. bunlar sözün parçalanmasıdır asla bunlara kanmayın. Irkınızın bütünlüğüne yönelin. Parçalanmış ırkların kurbanı olmayın. Irkınız insanlık ırkıdır. Ayrıştırılmaya çalışılan vatanınızın bütünlüğüne sahip çıkın. Vatanınız üzerinde yaşadığınız, gülüp oynadığınız, uğrunda birlikte kavga edip toprağa düştüğünüz ve halen üzerinde zevklendiğiniz topraklardır. Parçalanmış dininizi bütünleştirin ve bütünlüğünü koruyun. Güzel ahlak, samimiyet ve nasihat dininizdir. Dininizi parçalayan ve sizi dünyanın köleleri yapan, parçalanmış sözlere çağıran ve sözü parçalayanlara kurban etmek isteyen gruplaşmış organizasyonlara kanmayın. Bütün sözü savunan, sizi sözün bütünlüğüne çağıranlar müstesna. Sizi sadece güzelliğe, samimiyete, içtenliğe, iyiliğe, kendinizi oluşturma sorumluluğuna çağıranlar ayrı. Zaten onlarda bütünlükten yana olanlardır. Sizi vatanınızda bölünmeye çağıranlar başkaları hesabına çağırmaktadırlar aldanmayınız. Sizi ırklara ayıranlar başkalarının çıkarları adına ayırmaktadırlar kanmayınız. Siz insanlığınızı koruyunuz, ortak iyilik adına çalışınız, topraklarınıza sahip çıkınız ve sözünüze sadık kalınız.
Son tahlilde; sözünüzü, ırkınızı, dininizi, vatanınızı bölenlerden, bölmeye çalışanlardan uzak kalınız. Her sözün bir ağırlığı olduğunu sanmayınız, bu aldanıştır. Her söz ağır değildir ama kendini ağırmış gibi sunar aldatabilmek için.
Söyle bana Türk kardeşim! Akın Birdal’a yumruk atan saldırgan senin neyine hizmet etmektedir? Senin hangi bütünlüğüne hizmet etmektedir? Bilakis senin yaşamından çalmaktadır. Senin bütünlüklerinin parçalanması adına karanlıktakilere hizmet etmektedir. Yani bir yumruk mu senin vatanının bütünlüğünü, milletinin birliğini koruyacaktır Mutlak Bütünlük aşkına? Ya da o saldırganın avukatının söylediği o söz: “Türk’ün sabrını denemeyin!’’ Yani şimdi kurtuldu öyle mi Türk’ün bütünlüğü, vatanın bölünmez olduğu anlaşıldı öyle mi? Millet birbirine kenetlendi bu sözle öyle mi? Hayır hayır canım kardeşim, bu tür organizasyonlar her zaman senin zararınadır. Bunlar seni kullanarak kendilerine iktidar alanı açıyorlar. Bunlar bütünlük düşmanlarıdırlar. Sen bunların kirli çarklarında heder olup giderken onlar dünya nimetleriyle keyifleniyorlar. Bu karanlık adamların karanlık oyunlarının kurbanı olma lütfen. Bunlara dur de.
Peki, söyle bana Türk kardeşim: sana ne kazandıracak Mutlak Bütünlük aşkına bu oyun? Yemin ediyorum hiçbir şey. Sadece bazı efendiler yiyecek, zevklenecek, gülecek ve sen bakınacaksın yaşamdan mahrum şekilde öylece. Seni salıverecekler kavga meydanına ve kendileri domuz gibi zıkkımlanırken izleyecekler utanmazca. Daha önce ne olmuştu sahi benzer oyunlarda? İyi düşün ey Türk kardeşim! Senden önce ki ağabeylerinin durumunu düşün ve bir de onları meydanlara sürmek için kıvılcım çakanların durumunu! Artık uyan canım kardeşim. İnanma sloganik sözlere. Aldanma martavallara. Kanın, terin ve gözyaşın katık oluyor katillere, cellâtlara, şerefsizlere, itlere.
Söyle bana Kürt kardeşim! Hakkâri vilayetimizde ki o melun tuzak kimin eseridir? O lanetli mayını kim döşemiştir? Kimin mutluluğuna hizmet etmiştir o hazin sonuçlar doğuran olay? Ve kimdir o oyunu tezgâhlayan? Ayrıca imam kardeşlerinizi katleden kimdir? Şimdi bunlar mı sizlerin mutluluğu için çalışmaktadır? Bu ölümler mi size huzur, mutluluk getirecektir? Hayır kardeşim bunlar sizlerin yaşamlarından çalmaktadır. Sizler aldanırken, bunlara kanarken, bunların peşinden giderken her şeyinizi kaybetmektesiniz ama bunlar ve kendilerini kullanan karanlık adamlar keyif yapmaktalar. Yani şimdi iki imamın ölümü size huzur getirecek öyle mi? 9 köylünün ölümü, içlerinde ki küçük yavrunun bacağının kopması sizi güldürecek öyle mi? Bu kadar basit mi yani? Hayır hayır canım kardeşlerim. Aldanmayınız, inanmayınız karanlık adamların sizi kullanan karanlık adamlarına. Bunlar kendi çarklarını döndürmek için sizleri kullanıyorlar yemin ediyorum. Bunlar sizlerin özgürlüğünüz için mücadele vermiyor, lütfen inanın Mutlak Bütünlük aşkına. Daha önce ki oyunları, tezgâhları zaten biliyorsun ey Kürt kardeşim. Yemin ediyorum, Allah, Muhammed, Kur’an şahidim olsun ki; kirli ve karanlık organizasyonlardan sizlere huzur, mutluluk, barış, kardeşlik gelmez ve gelmeyecektir. Sadece acı gelir, gözyaşı gelir, nefret gelir, yoksunluk ve yoksulluk gelir. Onları kullananlar bu taraftaki karanlık ve kiralık adamlardır. Bu taraftakileri kullananlarda Siyonistler ve içimizde ki siyonizmin ayağı olan yabancı ve yerli masonlardır. Sana karşı derin tezgâhlar tertipleyenlerinde Türk olduklarını sanma, yemin ediyorum onlar Türk değillerdir ve olamazlarda. Onlar ne Türk’ü ne de Kürt’ü sevmezler. Onlar siyonizm hesabına çalışan alçaklar, aşağılıklar ve şerefsizlerdir. Sizlerde bazı organizasyonların Kürt oldukları safsatasına ve Kürtler adına çalıştıkları palavrasına inanmayın. Yalan vallahi yalan, billahi yalan. Ama iki tarata ki kirli ve karanlık cellâtlar, Türk ve Kürt kimlikleriyle ortaya çıkıp iki kadim kardeşi birbirlerine, siyonizm hesabına, düşman ediyorlar. Ey Kürt kardeşim! Kanın, terin ve gözyaşın katık oluyor katillere, cellâtlara, şerefsizlere, itlere.
Ey Türk kardeşim!
Ey Kürt kardeşim!
Kendi çağlarına erişemeden, sizin çağlarınızın ürettiği kötülüklerin kurbanı oluyor masum yavrularınız. Yazık değil mi Mutlak Bütünlük aşkına? Yemin ediyorum onların yaşamlarını çaldırıyorsunuz. Önce de kendi yaşamlarınızı çaldırmıştınız ve sizden öncekiler de sizlerin yaşamlarınızı çaldırmıştı. Siz bari uyanık olun ve ne yaşayacağınız kadarıyla kendi yaşamınızı ve ne de gelecekte ki yavrularınızın yaşamlarını çaldırmayın karanlık adamlara ve kiralık kölelerine. İki tarafı da aynı el kullanıyor yemin ediyorum. Aldanmayın cellâtlara. Kanmayın kimliklerine.
Evet, biliyorum o karanlık adamlar karşısında çaresizsiniz, yalnızsınız ama bütünlüklerinize sahip çıkarak ve parçalanmışlığa son vererek tekrar kuvvet kazanabilirsiniz ve dimdik durabilirsiniz karşılarında onların. Evet, onların sözlü ekranları, yazılı kâğıtları, paralı askerleri, insan görünümlü sözcüleri, şuh kadınları, tek çağrı tıkıyla ulaşılan deccalları, fiyakalı koltuklara sahip forslu suratları, sizlerin emeklerinizi de sömüren para dolu beton kasaları, her yerde hazır bekleyen şiş göbekli ve dolu cepli ve yılan suratlı adamları, sizlere bol nutuk irad eden geveze ördekleri var ve bunların karşısında sizlerin hiçbir şeyiniz yok bütünlüğünüzden başka sığınacağınız. Ama inanın ki; sizin bütünlüğünüz, bu kadar güce meydan okuyacak kadar kudretlidir yemin ediyorum. Hepsi sizin sel olup taşan bütünlüğünüzün karşısında çöpten farksız olmayacaktır inanın bana. Yeter ki; sizler, sel olup taşmayı, bütün setleri parçalayıp aşmayı başarınız. Bunların yapısı piramit gibidir. Üstten alta doğru azalarak inerler. Her ülkede, her yapıda mutemet elemanları mevcuttur. Bütünlük içinde hareket ederler sizin parçalanmışlığınıza karşı. Zaten size galip gelmelerinin yegâne sebebi de budur. Sizler paramparça, onlarsa katı bir bütünlük içindedirler.
Ey Türk ve Kürt kardeşlerim!
Son olarak: Hepimiz, maddi-cep-sermayedar-zer-Karun; manevi-kalp-özü alınış, din-tezvir-Belam ve zihin, beyin, politikacı-zor-Firavun üçlü şebekesinin acımasız ve zalim-ceberrut kıskacındayız. Adeta can çekişmekteyiz. Birisi cebimizi, birisi kalbimizi, birisi de zihnimizi soymakta, adeta emmektedir. Bunlar üçü de birbirleriyle uyum içindedirler, bizler uyumsuzluk içinde kıvranırken. Bunların üçü de bir bütündür, bizler parçalanmışlığın pençesine düşmüşken. Dünyada ki bütün karanlık oyunların senaristleri bunlardır ve güçleri sayesinde binlerce aktör bulabilmektedirler. Fert fert oyunu görüp, bunların ağından kurtulup, önce küçük çaplı bütünleşip sonra da büyük bütünlüğe ulaşıp ve sel olup taşıp bunlara meydan okumadıkça ve bunların varlıklarına son vermedikçe hep acı çekmeye mahkûmuz. Ve Kurtuluşumuz imkânsızdır.