Ülkeler neden yeni anayasa ihtiyaç duyarlar? Anayasalar, künefenin, fındığın sorunlarını çözmese de insanların özgürce, haklarını sonuna kadar kullanarak ve güven içinde yaşamalarına dair beklentilerine cevap vermelidir.
Hakkari’de referandumdan önce ve sonra yaşanan iki olayın değerlendirmesini yaparken eski ve yeni anayasanın ne anlam ifade ettiğini de sorgulamak zorundayız. Anayasanın bir kısım maddesinin değişmesi ile Hakkari’de yaşayan insanların hayatında ne değişebilir? Kısa dönem ve küçük paketleri de bir taraf bırakalım. Tümden yeni bir anayasanın orta ve uzun vadede hangi sorunları çözüp hangi açılımları getireceğini objektif biçimde ele alalım. Hakkarililer, bayram öncesi cenazeleri gelen çocuklarının acısı ile mi sandığa girmekten geri durdular? Yoksa sandığa gitmedikleri için mi bayram sonrasında da yeni bir acıyı tatmayla cezalandırıldılar? Olayın faili ister, derin devlet, ister yabancı güçler, isterse silahlı Kürt hareketi olsun. Sonuçta can güvenliğini sağlamakla mükellef olan muhatap tektir ve bellidir. Henüz sorumluluğunu algılayamamış, hesap vermeyi de kabullenmeyen bir devlet aklı ile ne demokratikleşme mümkün olabilir, ne de hukuk devleti.
Cumhuriyetin ana mantığı, devletin temel felsefesi sahiden yenilenmeden bırakın Hakkari’yi, Ankara ya da İzmir’de yaşayanın hayatında da değişen bir şey olmayacak. Değişikliklerin anlam bulmasının iki yolu olabilir. Ya devlet değişmeye karar verir ve buna uygun bir anayasa yapar. Ya da yeni anayasa devleti yeniden yapılanmaya zorlar. Önümüzdeki günlerde anadil talebine verilecek muhtemel tepkileri de dikkate aldığımızda, Türkiye’nin her iki yola da kapılarını kapalı tuttuğunu görebiliriz. Geriye üçüncü bir yol daha kalıyor. Devleti de anayasayı da değişmeye zorlayan bir toplumsal irade. Bu irade etkin olmadan ortaya çıkacak hiçbir kazanım kalıcı olmayacak, hiçbir değişim inandırıcı olamayacaktır.
Gerçekten yeni bir ülke algısı ve yeni bir dünya özlemi olmayanların yeni anayasadan bahsetmeleri ne anlam ifade edebilir? Bir umudu daha tüketmekten öte neye hizmet edebilir, bu çerçevedeki söylemler?
Türkiye’de “alternatifsiz değiliz” diyebilecek kaç toplumsal hareket var? Başka türlüsünün de mümkün olduğuna dair inancını yitirmemiş ne kadar aydın var? Toptancı yaklaşımların tuzağına düşmemeye özen göstermekle birlikte ben genel tablodan kaygılı olanlardanım. Kaygımın nedeni halktan çok, örgütlü olduğunu, politik bakışa sahip olduğunu sanan çevreler. İslami hassasiyeti olduğunu sandığımız grup yada çevrelerin, iktidar imkanlarına yakın durmalarını, anlaşılabilir bir mazeret kabul edelim. Ve ütopyaları ile pratikleri arasındaki yaman çelişkiyi böylece izah etmekle yetinelim. Peki, sol-sosyalist çevrelerin durumunu nasıl izah edeceğiz? İktidar olmadan iktidardaymış gibi tutum geliştiren yaklaşımları nasıl açıklayabiliriz?
Türkiye’yi köklü bir anayasa değişikliğine taşıyacak dinamiği ararken, bu yolda yürüyecek bir hareketi kurgularken bu tabloyu dikkate almak zorundayız. Temennilerle gerçekler arasındaki uçurumu göz ardı ederek ne cephe siyaseti inşa edilebilir, ne değişime öncülük iddiası ile alanlara çıkılabilir?
Kendisi değişmeye yanaşmadan, değiştirme gibi bir iddia ile yola dökülenler, ne Alevilere, ne İşçilere ne de diğer mağdur kesimlere yoldaşlık edebilirler. Referandum dolayısı ile ciddi bir özeleştiri yapmadan yeni bir güven ortamı oluşturmak zor gözüküyor. Kimseyi ebedi mahkûm etmek doğru olmamakla birlikte, hiçbir şey olmamış gibi görüntü sergilemekte sağlıklı bir durum değildir.
Yeni bir sayfa açabilmek için, en azından eski hesapları yeniden gözden geçirmek gerekiyor.