Ekonomist Lucas Chancel’e göre, koronavirüs kriziyle birlikte zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da büyüyecek. Buna karşı çoktandır bir panzehir var olduğunu söyleyen Chancel, “Tek sorun onu kullanmak” diyor. Chancel, Zeit Magazin Online’ın sorularını yanıtladı:
►Dünya tarihinde hemen hemen bütün ülkelerin aynı anda aynı düşmana karşı savaştığı bir durum yaşanmadı. Sizce koronavirüs dünyayı aynılaştırdı mı?
Hayır. Koronavirüs ile mücadelede koşulları göz önünden bulundurduğumuz zaman, ülkeler arasında bundan büyük farklılıklar göremezsiniz. Geçtiğimiz son 35 ila 40 yıla baktığımızda, sosyal adaletsizliğin tüm dünya ülkelerinde daha da derinleştiğini görüyoruz. Bazı ülkeler bu duruma karşı mücadelede diğer ülkelere nazaran daha fazla şey yaptı, örneğin Fransa ve Belçika. Birçok ülke bu gidişatı durdurma konusunda oldukça kötüydü, buna USA ve Doğu Avrupa ülkelerini örnek verebiliriz. Yani pandemi koşulların aynı olduğu geniş, eşit bir dünyada ortaya çıkmadı; biri fakir ve diğeri zengin iki dünya da ortaya çıktı. Ve sıklıkla bu iki ayrı dünyayı aynı ülkede de görüyoruz. Eşitsizlik sadece ülkeler arasında olan bir fenomen değil, eşitsizlik aynı zamanda aynı ülkede yaşayan insanların da yaşadığı bir gerçeklik.
►Almanya’da SPD servet vergisinin tekrar yürürlüğe girmesi için uğraşıyor ama şimdiye kadar başarıya ulaşamadı. İrlanda ve Danimarka’da bu vergiyi kaldırdılar. Neden bu konuyla ilgili çoğunluğu kazanmak bu kadar zor?
Öncelikle, zenginlerin çok iyi bir lobiye sahip olmaları. Bazı ülkelerde önemli medya kuruluşları ve günlük gazeteler onlara ait. Böyle bir durumda dengeli bir kamusal tartışma ne kadar mümkün olabilir? Bu tür kompleks konuklar üzerinde ancak objektif araştırmalar ve analizler yapılarak tartışılabilir. Burda temel bir toplumsal sorunsal ile karşı karşıyayız: kim ne kadar ödeyecek, kim ne kadar alacak? İnsanlar topluma kattıkları göz önünden bulundurulursa, uygun şekilde ödüllendiriliyor mu? Bu demokrasinin temel sorunsalıdır. Bundan başka çok temel başka bir problem var.
►Hangi problem?
Avrupa Birliği içinde de multi milyonerler ve çok uluslu şirketlerin nasıl vergilendirilmeleri gerektiği konusunda bir mutabakat yok. Hem şirketlerin hem de milyonerlerin sahip oldukları kapitalleri ülkeden ülkeye aktarma şansları var. Ortak bir vergi politikası olmayan bir iç pazar bu tür boşlukları mümkün kılar. Örneğin Google, Apple ya da Amazon sorunsuz bir şekilde İrlanda’ya gidebilir ve orada Almanya ya da Fransa’da üzerinden elde ettikleri kazancı vergilendirmek zorunda kalmayabilirler. Buna karşın bu firmaların çalışanlarına kahve satan barista yüzde 30 kurumlar vergisi ödemek zorundadır. Günden güne daha çok insanın: Böyle bir Avrupa istemiyorum, demesi şaşırtıcı değil. Bizler artık vergilendirme ve zenginliğin dağılımı konularını hem Avrupa hemde uluslar ötesi boyutta tartışmalıyız.
►Geçtiğimiz yıllarda Avrupa içerisinde yapılan birçok tartışmada herkes için geçerli, ortak kuralların belirlenmesinin ne kadar zor olduğu ortaya çıktı. Örneğin göç ve sığınma politikaları. Farklı koşullara ve çıkarlara sahip 27 Avrupa Birliği üyesi ülkenin ortak bir vergi politikası oluşturması ütopik mi?
Eğer tüm ülkeler bu konuda bir mutabakat sağlayamazsa, bazı ülkeler öne çıkar ve sığınması politikasında olduğu gibi “coalition of willing” dediğimiz şey ortaya çıkar. Eğer Fransa, Belçika ve Almanya belli bir vergilendirme politikasında hemfikirlerse, bunu hayata geçirmeliler. Bu hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyi. Son yıllarda birçok korkak devlet yöneticisinin ortak bahanesi şu: Bunun kararını tek başımıza veremeyiz, bundan dolayı hiçbir şey yapamıyoruz. Kurumsal boyutta bunun birkaç başarılı örneği var zaten. Örneğin geçen yıl oluşturulan Franco-German Parliamentary Assembly. Her iki ülkeden 100 milletvekili yılda 2 kere toplanarak politik konularla ilgili bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Avrupa’da vergilendirme sorunsalıyla ilgili de buna benzer bir organizasyona ihtiyacımız var.
►Ama bu tür ulusal ya da iki uluslu çabalar bir yanıyla da Avrupa ideali de sorgulanmış olmuyor mu?
Avrupa’nın bu tür ulusal ya da iki uluslu çabalar yüzünden yok olacağını sanmıyorum, ama sosyal eşitsizlik ulusların sorunu olarak kalmaya devam ederse, bu Avrupa’yı yok eder.
►Angela Merkel ve Emmanuel Macron birlikte Avrupa Birliği için 500 milyar avroluk destek paketi sundular. Sizce bu para kaynağı hangi şartlara bağlı olmalı?
Eğer söz konusu kaynak alt sınıfın maaşlarını iyileştirme, daha iyi bir eğitim sistemi, sağlık ve İklimi koruma gibi konularda kullanılırsa, desteğin şarta bağlanmasını desteklerim. Ancak İspanya ve İtalya örneklerine bakarsak, 2008/2009 yıllarında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle sağlık sektöründeki giderler azaltıldı. Bu Avrupa komisyonunun isteğiydi. Bunun sonuçlarını pandemiyle birlikte çok net bir şekilde görüyoruz: Hem personel hem de malzeme açısından yetersiz bir sağlık sistemi. Eğer destek birtakım koşullara bağlanırsa, paradan yanlış yerlerde tasarruf edilme tehlikesi söz konusu. Bu da seçmenlerin Avrupa Birliği’ne karşı birleşmesine neden oluyor. Merkel ve Macron bu tehlikeyi daha önceden tahmin ettikleri için, seçmenlere şu sinyali vermek istediler: Bu krizden hep birlikte çıkmak istiyoruz.
►Kriz sonrası dönem için Avrupa söz konusu olduğu zaman bir vizyona ya da ütopyaya ihtiyaç var mı?
Koronavirüs krizinden bağımsız olarak Avrupa’nın uzun erimli hedeflere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı yeni ütopyalar formüle etmek saflık değil, gerekliliktir. 21’inci yüzyıla baktığımızda karşımızda temelde iki büyük ve global sorunla karşı karşıyayız: İklim değişikliği ve sosyal eşitsizlik. Her iki problemin çözümü için eksik olan en önemli şey ortak takip edebileceğimiz bir idealin, vizyonun eksikliğidir.
►Sizin kişisel ütopyanız nelerden oluşuyor?
Son on yıllarda Avrupa Birliği içinde küreselleşmeden en fazla kazanç sağlayanların artık paylarına düşeni adil bir şekilde ödemeleri gerektiğini düşünüyorum. Kastettiğim belli başlı ülkeler değil, bence zengin Yunanistan ya da fakir Almanya diye bir şey yok. Kastedilenler büyük, çok uluslu şirketlerin hissedarları. Avrupa genelinde bir servet vergisi ve kurumlar vergisi en ideal çözüm gibi. Başka alanlara baktığımızda da aslında sandığımız kadar Avrupalı olmadığımızı görüyoruz. Daha fazla kültürel aktivitelere, kültürel değişim programlarına, Avrupa genelinde bir eğitim programı ihtiyacımız var. Uçmayı nerdeyse gereksiz hale getirecek Avrupa genelinde bir tren yolu ağına ihtiyacımız var. Bu amaçlara ulaşabilmemiz için tüm Avrupa Birliği parlementerlerinin politik tartışmalara dahil edilmesi gerekli. Daha çok Avrupa, daha eşitlikçi bir Avrupa. İşte bu benim ütopyam. Ve buna bulaşmak çok da zor değil.
Çeviren: Nurcan Dikme Yaşar