Son günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan daha yüksek sesle konuşuyor. Bu “yükseklik” sadece sesinin desibeliyle ilgi değil, vurgu yaptıklarıyla da ilgili.
Ama Başbakan’ın artık gürültü de diyebileceğimiz bağırıp çağırmalı tarzı, bazen İsrail’i bazen hükümetin izlediği İsrail politikasını eleştirenlere öfkeli salvolar biçiminde olurken, son günlerde Kürtlere yönelik eleştirilerin İsrail’e yönelik eleştirilerle birleştirilerek üstünde demagoji yapılması biçiminde de tezahür ediyor.
Ne var ki burada, gürültüyü artırmadan da öte bir yenilik var ki; o da artık Erdoğan’ın bütün bu aciliyet kazanmış, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki gelişmelere dair çözümlerden söz etmemesi; tersine, bunların seçimden sonra ele alınıp çözüleceği, o zamana kadar da durumun idare edileceği yönündedir. Salı günü yaptığı AKP Meclis Grubu konuşmasında ele aldığı sorunlar bugünün sorunlarıyken, çözümler için vurgular seçimden sonrasına dairdir.
Açıktır ki Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun sahneye çıkarılmasını kendine yönelik yeni bir seçenek yaratma girişimi olarak algılamaktadır. Bunun da arkasında; TÜSİAD’dan TOBB’a, AB’den ABD’ye, TSK’dan kimi tarikatlara kadar, Tayyip Erdoğan’ı Başbakan Erdoğan yapan, onu kolay yoldan iktidara taşıyıp sekiz yıllık saltanatına destek veren güçlerin artık kendisinden vazgeçtiğini fark eden Erdoğan, mecbur kalırlarsa bile daha burnu sürtülmüş bir Erdoğan’ı tercih edeceklerini bilerek hareket etmeye başlamıştır.(*)
Bunu gördüğü için Erdoğan, şimdi daha büyük bir gayretle; “İsrail’i aşağılama!”, “Gazze’yi savunma”, “eksen kayması” ve Kürt sorununu “terör eylemine” indirgeme propagandasına hız verecek görünmektedir.
Oluşan tablo, Erdoğan’ın seçim açılımının bileşenlerini göstermektedir:
1-) Tüm Müslüman aleminin lideri, “İslam mücahidi” rolüne soyunup buna uygun bir üslup tutturacaktır. Burada kendine yönelik, “eksen kayması” suçlamalarını avantaja dönüştürecek bir propaganda izleyeceğinden de şüphe duyulamaz. Bir yandan ABD’ye heyet gönderirken, öte yandan “Mescidi Aksa’da namaz kılacağız” vaadi böyle yorumlanmalıdır.
2-) Türkiye’nin batıya karşı bağımsızlığını, bölgede Türkiye’nin lider ülke olmasını sağlayan bir “Türk başbuğu” ve ona uygun bir üslupla konuşup hareket edecektir.
3-) Bu iki tutum arasına sıkıştıracağı Kürt sorununun çözümünü de; “Terör örgütü ve ona destek veren güçler, bizim sorunu çözmemize engel oluyor” yaygarasıyla erteleyecek, burada da bir yandan şoven-milliyetçi odakların elindeki bayrağı alarak pupan toplamaya çalışacak, Kürtlerden de seçimden sonra sorunu çözmek üzere oy isteyecektir. Dahası; kendini eleştiren her barış yanlısını, “teröre destek vermek” ve “savaş rantçısı” olarak suçlayarak seçimi geçirmeyi amaçlayacaktır.
Dış politikada daha çok hamaset ve İslam koruyuculuğu, içeride ise daha çok milliyetçilik ve barış, demokrasi ve kardeşlik isteyenleri suçlayan bir çizgi izleyecek olan AKP ve hükümet, “kontrollü bir gerginlik”ten fayda umacaktır.
Erdoğan’ın yöneldiği anlaşılan bu hattın, dışarıda Türkiye’yi ortaçağcı güçlerin müttefiki çizgisine iterken, (en azından böyle olmasını isteyenlerin) içeride ise bir Kürt-Türk çatışmasını zorlayan, tehlikeli gerginlikleri tetikleyen sonuçlar doğuracağını söyleyebiliriz.
Bu tehlikeli politikaların ekonomide emekçilere yönelik kimi popülist karşılıklarının (sadaka türü yardımların artırılması, ekmeklilere bir seferlik destek vb. gibi, sapıyla verilip kaşıkla alınan cinsten yardımlar) olması da kaçınılmaz olacaktır.
Kısacası hükümet; artık hiçbir sorunu çözmek niyeti olmadığını, tüm sorunları seçime götürüp kendi seçilmesinin dayanağı olarak kullanacağını göstermiştir.
Tabii başarabilirse… Demokrasi güçlerinin gerçekleri söylemesini, emek ve demokrasi güçlerinin bir güç odağı olarak birleşme girişimlerini önleyebilirse!..
(*) Elbette AKP; ABD’li, TÜSİAD’lı, tarikatlı bir destekle kolay iktidara gelme (kalma) yolundan vazgeçmemiştir. Erdoğan, bunun için ABD’ye yüksek düzeyli bir heyet göndermiş; en büyük sermaye çevreleriyle arasını hoş tutacak politikaları kararlılıkla uygulamaktadır. Ancak politika piyasasında hangi “kağıtları” toplayacağını belli etmektedir. Hükümetin arkasından TÜSİAD’ın da ABD’ye “yüksek dereceli” bir heyet gönderdiğini unutmayalım!
Evrensel