Arif Dirlik: Entelektüel Düşünce Zabıtalığına Dair Gelişigüzel Düşünceler
Çeviren: Veysel Batmaz / adilmedya.com
[Çevirenin Notu: Cem Somel bizi şöyle uyarmıştı: “…. bu konuları şimdiden tartışmanın aciliyetini işaret edelim. Çünkü toplumsal kontrol artmaktadır. Gün gelir ki, böyle fikirleri internet sitelerinde bile yazamaz hâle gelebiliriz.” Profesör Somel’in söyledikleri umarım gerçekleşmez. Ancak tersine bir yığın işaret var. Hem de Arif Dirlik’in uyardığı gibi, tüm dünyada, düşünceye karşı küresel zabıtalık artmakta. Naipaul üzerine kopartılan fırtına ve sonuçları gerçekten ürkütücü. Üstelik Naipaul’e karşı aforoz kampanyası başlatanların, bir zamanlar kendilerinin “mağdur” olarak faşist-“jakoben” baskı altında ezilenler olması çok ironik. Aşağıdaki yazısında Profesör Dirlik bu trajediyi vurguluyor. Kuşkusuz Naipaul’un İslam’a karşı takındığı tavır tam bir oryantalizm ama demokrasi ve ifade özgürlüğünü ağzından düşürmeyenlerin Naipaul’a uyguladıkları canlı sansür, daha da oryantalist kokuyor. İstanbul’un Kültür Başkenti olduğundan beri düzenlenen türlü etkinliklerden biri olan Avrupa Yazarlar Parlamentosu’nu düzenleyenler düşünememişti ama ne güzel olurdu, V. S. Naipaul’un İstanbul’da R. İ. Eliaçık ile “Hangi Kur’an” üzerine tartışmaları. Dünya çok şey öğrenirdi. Eminim, Nobel ödüllü İslamofobik yazar Naipaul da… Veysel Batmaz]
Nobel ödüllü V.S. Naipaul üzerine İstanbul’da estirilen fırtınalı tartışmayı Pekin’deki odamda okurken üzerime derin bir elem çöküyor. Pekin, diğer bir Nobel ödüllü eleştirel entellektüelin on yıl hapis ile cezalandırıldığı bir kent. Liu Shaobo’nun söylediklerinin hiç birine katılmadığım, duruşunu paylaşmadığım gibi, Naipaul’un yazılarında yer alan bir yığın düşünceye de karşıyım. Yine de, her ikisi de eleştirtel entellektüeller; politik despotluğa karşı veya kuşkulu entellektüel türden baskıcılığa karşı ki, çoğu kez kendine yontan ortodoksluktan başka bir şey değildir bu tür entellektüalizm, cesaretle olumsuz sözler söylemekte duraksamıyorlar. Naipaul’a karşı yöneltilen laf-ı güzaf saldırı ve istismarı, Liu’ya uygulanan politik hapislikle karşılaştırma niyetinde olmadığım halde, her ikisine yapılanın küresel bir eğilim olduğuna dair göstergelere sahip bulunduğumuzu düşünüyorum: Eleştirel akla, demokrasiye ve temel insan haklarına bağlılıktan ilham alan politik karşıtlığın küresel olarak baskılanması eğilimi, ister politik istikrar, isterse kültürel yeganeci istisna duygusu adına yapılsın, küresel olarak yaygınlaşıyor.
Bu iki insanın içinde bulunduğu durum hiç de yeni bir şey değil. Eleştirel entellektüel çaba, her zaman politik baskıya veya düşünce zabıtalığına, özellikle de dinsel türüne karşı korunmasız olagelmiştir. Fakat bu baskı değişik tarihsel dönemlerde değişik biçimler almaktadır. Bizim zamanımız, gerici anti-entellektüalizmin kendi özel biçimine sahiptir; yüzyıllardır eza cefa içinde çetin mücadelelerle elde edilmiş olan entellektüel hürriyet, akılcı düşünüş ve kültürel demokrasi kazanımlarını geri döndürmeye eğilimlidir. Bir de sözü edilmeye değer olan zamane olgusu, bu eğilimin global olduğudur; ABD’deki Bush çetesi ile (ki bugünlerde Sarah Palin ile iyice karikatürleşmektedir), Çin’deki Konfüçyanizm’e (ki Kanfüçyüs Enstitüsü ile karikatürleşmektedir), oradan da İslamcı ve Hindu köktendincilerine, hatta Hilmi Yavuz gibilerine kadar (ki karmaşık geleneklerin temsilciliğine soyunmuş bir dizi karikatür olarak) uzanmaktadır.
Eleştirel aklın baskılanması yeteri kadar acı vericidir. Daha da acısı ve elem verici kısmı, bütün bu küresel baskılar inşa edilirken, eleştirel entelektüellerin bizzat rol aldığı kısmıdır. Naipaul’un durumu bu noktaya güzel bir örnektir. Naipaul ilk önce, doğru ya da yanlış “oryantalizm” teziyle ki bu tez onun da hilafına post-kolonyal eleştirinin temel metni haline getirilmiş olan Edward Said tarafından acımasızca eleştirilmişti. Daha sonra Avrupa-merkezciliğinin post-kolonyal söylemdeki eleştirisi tarafından ikame edilecek olan Oryantalizmin ve onun Aydınlanma düşüncesi içindeki kökenlerinin eleştirisi post-kolonyal kapitalizmin neo-kolonyalizmine yapılan eleştirel karşı çıkışın temel basamağı olmuştu. Said, Naipual’un yaptığı İslam üzerine yaptığı sözlerini ve tavrını eleştirmişti. Said aynı zamanda artık global entelektüel değerler haline gelmiş olan Aydınlanmacı Avrupa değerlerine (akılcı ve eleştirel düşünceye) gönülden bağlıydı ve İslam’ın eleştiri dışında bırakılabileceğini düşünmüyordu. Bir çoğumuzun olması gerektiği gibi tamamen farkındaydı ki, Avro-amerikan entelektüel ve kültürel hegemonyasına karşı girişilen eleştiri, hiç bir şekilde, İslam’ın, Hinduizm’in veya bugünlerdeki Konfüçyanizmin ve geçmişten devralınan kültürel geleneklerin, ki Hıristiyanlık bunların başında gelir, eleştirisine göz kapamamalıydı.
1980’lerin başında, belki biraz daha önce, gerçek hayatta yaşanan emperyalizmin sürdürülmesi olan Avrupa-merkezciliğe karşı yapılan solcu eleştiri entelektüel sağ tarafından sahiplenildi. 1980’lerin “kültürel dönemeci” diye bilinen olgusu, Sağ ve Sol’un suç ortaklığına başlamasını işaret ediyordu. Sağ (kendi devrimci geçmişlerine artık sırt dünmüş olan sosyalist ülkeler de dahil) Avrupa-merkezciliğin eleştirisini, kendi düşünce zabıtacı kültüralizmine, kültürel meselelerin ekonomik ve politik egemenlik sorunlarından bağımsız ele alınmasına ve parçalarından biri olmaya can attığı global kapitalist ekonomi ile birleşme sonucu eriyip gidecekleri korkusunu yenmeye yarayan hayali kültürel gelenekleriyle oluşturdukları kimliklerine bir bahane haline döndürmüştü. Sağ’daki bu yeni entelektüel fışkırmanın içinde varolan şaşırtıcı çelişkiye karşı Sol umarsız bir hale gelmişti, hâlâ da öyledir. Oysa Avrupa-merkezci hegemonyaya karşı eleştiri, Avrupalılar tarafından unutturulmuş, silinmiş, mazide bırakılmış olan kültürel mirasları kurtarmak ama onları yeniden diriltmek için değil, tam tersine, insanın demokrasi, hürriyet, sosyal ve ekonomik adalet için verdiği devrimci mücadeleler içinde geleceğine ilişkin yeni yollar düşünmesine pencere açmak olarak, zaten Frantz Fanon gibi entelektüellerde çok açık olarak varolan bir şeydi. Bu ekonomik ve politik devrimci mücadelelerin ateşi 1980’lerde söndükçe, geriye kimlik politikaları ve yönetişimsel-işletmeci çok-kültürcülük kaldı ki bu, ironik bir biçimde sağ-kanat düşünce zabıtacılığını kabak gibi ortaya çıkardı.
İslam konusundaki önyargılı düşüncelerine karşın, ki bunlar bütünsel olarak göz ardı da edilemezler, Naipaul çok büyük bir yazardır, post-kolonyal durumlara karşı yöneltilmiş keskin gözlemleri vardır ve Sol bu tür bakış açısını uzun zamandır göz ardı etmiştir. Bütünlüğü içindeki düşüncelerine toptan karşı çıkanlar, eğer eleştirel düşünceye en ufak bir saygıya sahipseler, bir yazarı çarmıha germeye veya duymak istemediklerini söyleyenleri baskı altına almaya kalkışmamalıdırlar. Görünüyor ki, Naipaul İstanbul’a gelmekten de vaz geçmiştir. Bu durumu yaratanların verdiği utanç, bu entellektüel rezalet bütün Türkiye’ye sarmaya başlayacaktır.
Hegel’den bahsederken Marx, tarihte olayların iki kez olduğunu, birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak sonuçlandığını söyler. İslamın oryantalist tanımlarına karşı çıkmak için oryantalizmi kuşanmak oldukça komedidir. Sadece komedi değil, ikinci kez trajiktir de aynı zamanda: Eleştirel düşüncenin faşistçe bastırılmasına çanak tutanlar, bastırdıkları kişilere karşı, kendilerinin mağdur olarak maruz kaldıkları için eleştirdikleri aynı suçu işlemektedirler.
Arif Dirlik
25 Kasım 2010
Tsinghua Üniversitesi
Pekin
Meraklısı için enformasyon:
Naipaul İstanbul’a gelmedi
http://proje.hurriyet.com.tr/bbcnews/bbcview.aspx?HaberID=7654388&habertip=planet
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından etkinliğin onur konuğu olarak davet edilen Nobelli yazar Naipaul İstanbul’a gelmekten vazgeçti.
Edebiyat eleştirmeni Hilmi Yavuz, 25-27 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek Avrupa Yazarlar Parlamentosu’na katılacak olan Naipaul’un Müslümanlarla ilgili parazit, geri zekâlı gibi açıklamaları olduğunu belirtmiş ve İngiliz yazarı İslamofobiye meşruiyet kazandırmaya çalışmakla eleştirmişti.
Yavuz’un eleştirilerini destekleyenler olduğu gibi, karşıt görüşte olanların da bulunduğu ortamda, İngiliz basınında bir iddia ortaya atıldı. Evening Standard gazetesi, Naipaul’ün Türkiye’ye gelmeyeceğini yazdı. Haber sabah saatlerinde doğrulandı ve resmi olarak Naipaul’ün İstanbul’a gitmeyeceği duyuruldu.
Yükselen tepkiler üzerine etkinliği düzenleyen Avrupa Yazarlar Parlamentosu yetkilileri Naipaul’a İstanbul’a gelmesinin doğru olmayacağını aktardı. Eğer Naipaul gelmekte ısrar ederse davetin geri çekileceği öğrenildi.
NAİPAUL’UN SÖZLERİ
Naipaul, Hindistan kökenli bir ailenin çocuğu. Oxford’da okuyan Naipaul, 1990 yılında İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya’ya giderek incelemelerde bulundu. Bu gezilerinden bir yıl sonra İngiltere Kraliçesi’nden soyluluk unvanı alarak ‘Sir Vidiadhar’ adını da aldı.
Naipaul’un Batı’nın gözüyle Doğu’yu ve meselelerini ele alan yaklaşımı, bir başka ifadeyle oryantalizmi birçok kesim tarafından eleştirildi. 2001’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Naipaul, kitaplarında Müslümanları ‘geri zekâlı’, ‘yaratıcı olamayan’, ‘hiçbir şeyi başaramayan bir güruh’ olarak tanımladı. İslamiyet’te yalnızca olumsuzluk gören Naipaul bir eserinde “Bu din, bütünüyle yararsız, bir coşku uyandıran bağnazlık dinidir” dedi. (emekdunyasi.net)



