Yaşadığımız dünyada eril bir dilin hakim olması sebebiyle kadının konum ve kimlik arayışı oldukça sancılı geçiyor. Üstüne Müslüman olmak ve Avrupa’da yaşamak eklenince verilen mücadele, çekilen sancı iki misli oluyor. İslamofobinin etkisi altındaki önyargılı ve agresif tutumlar sergileyen Avrupa’da yaşanılan sıkıntıları ve o ortamda layıkıyla Müslüman kadın imgesinin nasıl hayat bulabileceği konusunda Yazar Emine K. Arslaner ile konuştuk.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz, nelerle uğraşıyorsunuz? 2012 yılında yayınlanan Kibele’nin Yurdu Anadolu ve 2019 Nisan ayında yayınlanan Avrupalı Bedevi, Anarşist Müslüman, Sufi ve Seyyah İsabelle Eberhardt isimli kitaplarınız olduğunu biliyoruz. Kitaplarınızın ana karakteri kadınlar ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz?
Güzel işlerle meşgulum. Yine tarihte yaşamış bir kadın karakteri anlatan bir projeye başladım ama bu biyografi değil, roman olacak. Yanıkkale kuşatmasında esir düşerek yaşadığım şehre, Nürnberg’e getirilmiş, adına kilise kayıtlarında rastlanılan, gerçekten yaşamış bir esir Anadolu kızını kendi kurgumla anlatıyorum. Aslında mitolojinin de katkısıyla, Anadolu kadınının Avrupa’ya ilham olan, lakin yok sayılarak unutturulan zekasını ve irfanını canlandırmaya çalışıyorum. Kibele’nin yurdu Anadolu’da makalelerle yapmaya çalıştığımı, roman dili ile başarmayı umuyorum.
İsabelle Eberhardt, saygı duyduğum bir insanın tavsiyesi ile okumaya başladığım bir karakterdi. Anarşist vasfını fark edince hayatını yazmaya karar verdim. Aile, mahalle ve toplumsal baskılara maruz bırakılarak özgüvenleri zedelenen kızlarımıza ilham olacağını düşündüm. Bazen sevindiren veya düşündüren mesajlar alıyorum ve duygulanıyorum çünkü her kitap denize atılan şişe. Şişenin kumsalda oynayan çocukların eline geçtiğini yaşarken bilmeniz güzel. Öldükten sonra yapılan takdirin veya tenkidin bir değeri yok.
Bir zamanlar doğululara yapılan muamele şu anda da tüm ülke tarafından Suriyeli vatandaşlara yapılıyor. Ülkeye göç edenler, batılı insanlar olsaydı aynı muamele mi olurdu?
Aynı muamele olmazdı. Suriyeliler’e gösterilen tepkinin ancak steril beyaz kibirle izah edilebilecek bir tarafı var. Lakin, ciddi siyasi hatalar ve organizasyon bozuklukları da mevcut. Çözüm aranıyorsa hatalarla yüzleşilmeli, düzeltme gayreti içinde olunmalı. Aksi halde, dolap beygiri gibi kendi eksenimizde dönüp enerjimizi tüketmekten başka bir iş yapamayız.
Türkiye’de oluşan algıya göre çağdaşlık ve entellik tamamen kılık kıyafetle ölçülüyor. Bu durum Avrupa’da nasıl? Başörtülü insanlara nasıl davranıyor Avrupalı?
Almanya’da başörtülülere yaklaşım pek iç açıcı değil çünkü “başörtü” siyasal İslam’ın simgesi olarak algılanıyor. Başörtülüler sinsi bir nefretin kurbanları oluyorlar. Bu durum enteresan bir şekilde Kur’an’daki tesettür ayetleriyle de çelişki arzediyor çünkü Allah Kur’an’da cilbabı tavsiye ederken ‘Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır’ (Ahzap 58) diyor.
Almanya’da yaşayan “başörtülü kadın” Müslüman olarak tanındığı için nefrete ve hatta hiddete maruz kalıyor. Eğitimli başörtülülerin istedikleri alanlarda iş bulabilmeleri zor. Çoğu zaman bu nefret açık seçik sergilenmiyor ama yükselen sağın etkisi ile artık çok bariz hissedilebiliyor. Başörtülü kadınların geleceğe dair umutlarını Alman feministler ve Alman solcular canlı tutuyorlar çünkü Alman solu ve Alman feminizmi, Türk solu ve Türk feminizminden daha farklı dinamiklerle hareket ediyor. Kadın cinayetlerinden dolayı Türk feminist, haklı meselesini tepkiselliğe ve erkek düşmanlığına indirgemişken; Avrupalı feminist, kadına destek olmayı öncelliyor.
Ülkemizdeki Müslümanlar diğer dinden olan insanların bayramlarına, kutlamalarına pek katılmıyor. Farklı dinden, kültürden ve gelenekten gelen insanların pek kaynaşmadığını görüyoruz. Bir Müslüman olarak sizlere nasıl davranılıyor? Dinler ve kültürler arası bir kaynaşma söz konusu mu? Kaynaşmanın olmadığı yerlerdeki sebepler çözümü konusunda neler düşünüyorsunuz?
Birlikte yaşama kültürü Almanya’da da tam anlamıyla idrak edilebilmiş değil. “İslam Almanya’nın bir parçasıdır” sözü en yetkili ağızlardan ikrar edilebiliyor ama halkın idrak seviyesine ulaşamıyor. Bu reddedişte İslami mefhumlar kullanılarak sergilenen olumsuzlukların etkisi var. Almanya’da hatırı sayılır oranda Müslüman nüfus ve onların karşısında, markette helal damgalı ürünlerin satılmasına dahi tahammül edemeyen bir kitle var. İslam’a karşı duyulan korku, medya ve Müslümanların cehaleti ile besleniyor. Başörtülü tezgahtardan ürken Alman’a, minare kavgası veren Müslüman hak payı kazandırıyor. Gerçek İslam’ı tanımayan, yani Kur’an’ı anlamak için okumayan bir insanın minarenin mazisini bilmesi, amacını kavraması mümkün değil. Allah’ın minareyi emrettiğini düşünüyor ve fetihçi bir kafayla bunun kavgasını veriyor. Allah’ın asıl emirleri ile -okumak, aklı kullanmak, ahlaklı olmak, salih amel işlemek, infak etmek; mazluma, mağdura din, mezhep, milliyet ayrımı gözetmeksizin destek olmak gibi- pek ilgilenmiyor. Birlikte yaşama kültürü edinmek ve kabul görmek istiyorsak önce kendimizle yüzleşmeli, aşağılık duygusundan kurtulmalı ve haklı taleplerde bulunmayı öğrenmeliyiz. “İkra” (oku) Allah’ın emridir. Çocuklarımıza Almanca ile birlikte anadilimizi de mükemmel öğretebileceğimiz okullar inşaa etmek için, insanlara (Alman veya Türk) eğitim hizmeti sunmak hayali ile eğitim enstitüleri açmak için, kütüphaneler ve Üniversiteler kurmak için Alman devletinden lisan-ı edeble taleplerde bulunmak hiçbirimizin aklına gelmiyor. Böyle hayalleri gerçekleştirmek için çabalayan insanlarla hangi toplum kaynaşmaz ki… Biz esnaf lokantası veya market açmak için ucuz depo arayışı dışında, başka hiçbir arayışı olmayan, tuhaf bir topluluğuz. Kendimiz bile kendimizle kaynaşamıyoruz, çok üzgünüm.
Ülkemizde başörtülülere sürekli sorulan klişe sorular orada da soruluyor mu? Soranlara cevabınız ne oluyor?
Klişe de olsa, tüm soruları cevaplamaya çalışıyorum. “Neden başını örtüyorsun?” diye soranlara, “tercihen” cevabını veriyorum. Dini boyutunu öğrenmek isteyenlere ayetleri referans alarak izah ediyorum.
Başörtülülerin yaptığı bir çok şey göze batar, araba kullanmaktan tutun bir enstrüman çalmaya kadar. Bu durum orada nasıl? Sizce nasıl olmalı? Müslüman ve başörtülü insanlar neler yapabilir, neler yapamaz ile ilgili bilinç nasıl olmalı? Başörtülü bazı kadınlar sivri topuklu ayakkabılar, düşük belli dar kot pantolonlarla oldukça seksi oluyorlar ve aşırı dikkat çekecek şekilde makyaj yapıyorlar. Bir de git gide zenginleşen muhafazakar kesim aşırı lüks ve pahallı kıyafetler giyiyorlar. Ne elde etmeye çalışıyorlar böyle yaparak? Sizce bir Müslüman kadının giyiminde bir sınırlama olmalı mı? Avrupa’da insanlar saçı kapalı ama altına dar kot pantolon giyen kadına nasıl bakıyor?
Başörtüye kaldırabileceğinden fazla anlamlar yüklediler ve kadınları sıktılar. Kadın erkekten daha akıllı bir varlık. Cevap olarak başını örtüp başka yerini açtı ve “şimdi oldu mu?” diye sordu. Mesajı alamayan kıt akıllı eril ruhlar o kadınları da linç ettiler. Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna inanan ve hayatını o kitaba göre düzenlemek isteyen kadın, o kitaba göre meşru olan herşeyi yapar. Allah’ın koymadığı yasağı koymaya kalkışan eril ego en büyük Allah düşmanı değil ise nedir? Kur’an’a göre saçı örtmek veya açmak kadının tercihi çünkü ilgili ayet ile (Nur, 31) örtülerin (Hımar) yırtmaçlara (ceyb) bırakılması (darebe) emrediliyor. Gösterilmesi açık ve net bir dille meşru olmayan bölge göğüs, yırtmaç bölgesi.
Kadın başını örtse de, açsa da; tesettürlü olmak, yani teşhir etmemek, tahrik etmemek, karşı cinse karşı mesafeli olmak zorunda. Tesettüre riayet ederek istediğini yapar. Estetik olmak, süslenmek meşru lakin “ifrat” haram. Aşırı makyaj, estetik görünmek için değil de, ilgi çekmek için yapılmaz mı? İlgi çekerek tahrik etme amacı taşıyan herşey, -davranış biçimleri dahil- tacize girer. Yeme içme helal ama israf haram. Ha bedenini teşhir etmişsin, ha servetini… Bu tacizdir. Fetişist meraka sunulan bir hizmet var burada. Bedenini teşhir ederek karşı cinsi, servetini teşhir ederek de yoksul insanları taciz ediyor ve fetişist alakayı besliyorsun. Sadece haram değil, akıl ve vicdan dışı olduğu için evrensel değerlere de ters.
Ülkemizde son zamanlarda Kur’an kurslarında çocuk tecavüz ve tacizlerinin olduğu ortaya çıktı. Ayrıca hemen hemen her gün bir kadın ya tecavüze uğruyor ya da cinayete kurban gidiyor. Müslüman bir ülkede durum bu iken orada durum nasıl? Kur’an hocaları neden böyle bir sapkınlık içinde? Erkekler eşlerinin onlardan boşanmak istemelerini neden dünyanın sonu gibi görüyor?
Dünya ataerkil bir gezegen ve eril tahakküm dünyanın her yerinde çirkinliğini sergiliyor. Almanya’da da münferit olaylar var. Kadına yönelik sistemli bir hareketten bahsetmek için cinayetlerin -Türkiye veya Hindistan’da yaşandığı gibi- daha yoğun ve kadınların yakınları olan erkekler tarafından, eril gerekçelerle işlenmesi gerekiyor. Burada; boşanma, çalışma, nafaka gibi taleplerden veya aldatmadan dolayı işlenen cinayetler değil de, daha çok tecavüz ve taciz skandalları konuşuluyor. Tek tük yaşanan töre cinayetlerinin de failleri genellikle Türk veya Ortadoğu kökenli çıkıyor.
Çocuklara gelince. Sübyancılığın ana üssü kilisedir, Vatikan’dır. Vatikan çocuk istismarı vakalarından dolayı ağır yara aldı, büyük itibar kaybetti ama hala tazminat ödememek için direniyorlar. Tazminat ödememek için uydurdukları yalanlar daha çok tepki aldı. 2010 yılında yargıya taşınan ve orta çağa kadar uzanan, manastırlardaki çocuk istismarı vakalarının Hıristiyanlığın sonunu getireceğini söyleyen uzmanlar dahi var.
Dini kurumlarda yaşanan bütün bu çirkinliklerin sosyo-psikolojik izahatları da var tabi. Çocuk istismarı ile suçlanan birçok Katolik din adamına terapi uygulayan Alman psikolog Rotraud Perner, çocuklarla yakın iletişime müsait olan her meslek grubunda pedofillere rastlanabileceğini ama din adamlarına karşı beslenen güven ve itaat kültürünün böyle eğilimleri olan insanları ayrıca cezbettiğini ve bu alanlara sevkettiğini söylüyor.
Bir pedofili için yatılı bir Kur’an kursunda hoca olmak birçok açıdan çok avantajlı. Çocukları istedikleri her zaman görebilirler, onlarla yalnız kalabilirler ve insanlar Kur’an kursu hocasından daha az şüphe ederler. Bu yaşananları İslamla bağdaştırmak, koca bir dini mahkum etmek insaf ve izandan onay almaz. Özellikle yatılı Kur’an kurslarının, vakıflara ait yatılı kursların, öğrenci evlerinin, yurtların özel konumlarının farkında olmak ve buralara eğitimci, yönetici, güvenlik elemanı tayin ederken çok şüpheci ve seçici olmak gerekir.
Çalışan kadınların yaşadığı en önemli sorunlar nelerdir? Ev, iş ve çocukları bir arada götürmede bizim kadar sıkıntı yaşıyorlar mı? Kadın-erkek eşitliği, feminizm ve erkeğin evdeki rolü ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Çok karıştırılan ve bütün tekrarlarımıza rağmen ısrarla anlaşılmayan büyük bir gerçek var: kadın ve erkek eşittir ama aynı değildir. Eşitlik aynılık, aynılık eşitlik değildir. “Elma ve armut aynı mı?” diyerek taşı gediğe oturttuklarını sanan andavallara “evet, aynıdır. İkisi de meyvedir” diye cevap vermekten ben yoruldum ama onlar yorulmadılar. Feminizm insanlık tarihinin en haklı isyan ve ikna hareketidir.
Siz siyasete girmeyi hiç düşündünüz mü? Kadınlar ne kadar siyasetin içinde olmalı sizce? Kadınlar siyasetin içinde ağırlıkta olursa sorunlar daha mı iyi çözülür?
Hiç düşünmedim çünkü idealimdeki parti kurulmadı. Birgün kurulursa ve ben hala zinde ve sağlıklı olabilirsem, ihtiyaç duyulan enerjiyi kendimde bulabilirsem, evet, siyasete girebilirim…
Kadınlar siyasette ağırlıkta olmak zorunda değiller ama ağırlıklarını hissettirmeliler. Bunun cinsiyetle çok alakası yok. Zihniyetle var. Siyasette var olan kadınların kaç tanesi haklarının farkındadır ve kadın dostu bir siyasi çizgiye sahiptir? Bir elin parmaklarını geçer mi? Siyasete girmeden de; kadın sorunlarının fevkinde olan, eşitlikçi ve ufku geniş insanları (kadın veya erkek) meclise taşıyarak, kadın aleyhtarlığı yapan muhafazakar eril akıllara (kadın veya erkek) oy vermeyerek siyasette varlığımızı hissettirebilir ve sistemi değiştirebiliriz…. Kadınlar şuurlanmadan hiçbir mesele çözülmez.
Orada sizlere üvey evlat muamelesi veya ırkçılık yapılıyor mu? Müslüman olduğunuz için İslamofobik bir yaklaşımları var mı?
Var tabi… Komik ama, onlar bizden, bizler de Suriyeli mültecilerden hoşlanmıyoruz. Evet, Almanya’da yaşayan Türkler, sağ partili Almanlar’dan daha hareretli bir dille mülteci düşmanlığı yapıyorlar.
İnsanoğlunun şuur seviyesi çok düşük. Müslüman karşıtlığı da, Hıristiyan Almanlar’dan daha çok, eskiden Müslüman olan ateist ve deistlerin söylem ve tutumlarında tezahür ediyor. “İslam” değil, “Müslüman karşıtlığı” dedim, çünkü İslam’ı bilmiyorlar, Kur’an’ı okumuyorlar, Müslümanlara karşı duydukları nefretle ateist oluyorlar. Alman ateist, tüm dinleri araştırıp ateizmde karar kılıyor. Bu yüzden tepkisel davranışlar sergilemiyor, konuşurken ağzından alevler saçmıyor. Müslümanlıktan ateizme zıplayanlara itici bir eleştirellik, yüzeysellik ve düşmanlık hakim.
Son olarak vatan mı, Avrupa mı? Yaşadığınız ülkede şunlarda olsaydı daha güzel olurdu dediğiniz neler var?
Vatan tabi. Doğduğum coğrafyaya bütün ruhumla bağlıyım. Avrupa’da kendimi yarım ama daha özgür hissettiğim de doğrudur. Bizler ortadan ikiye bölünmüş insanlarız. Zordur iki parça halinde yaşamak. Yaşadığım ülkede annem olsaydı harika olurdu.
Ayşe Yıldız /adilmedya.com