İhsan Çaralan
Türkiye’nin her yanından, her iş kolundan işçiler Türk-İş’in çağrısıyla Ankara’da bir araya geldi. Çeşitli iş kollarından yüz bin dolayında işçi taleplerini coşkulu sloganlarla ifade etti.
Mitingde konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay; “Kamuda bile ücretlerin asgari ücret düzeyine yaklaştığı”ndan, “Vergi adaletsizliğinin boyutları”ndan, “Taşeron sorununun çözülmesini beklemek”ten, “Asgari ücret konusunda geçen yılki tutumda devam”dan bahsederek “Biz buradayız, bizi yok saymayın” diyen; alanın coşkusunun tersine düşük profilli, özetle “Geçinemiyoruz. Lütfen sesimizi duyun” diyen bir konuşma yaptı.
Mitingin ayrıntılarını çeşitli yönleriyle gazetemizin bugünkü sayısında haber sayfalarında izleyeceksiniz.
EMEK MÜCADELESNİN BAŞLICA ALANLARI!
Miting dün yapıldı. Mitingin hazırlık aşamasında olup bitenin çok farkında olan ileri işçiler, mücadeleci sendikacılar bu miting çalışması sırasında ‘Nelerin doğru, nelerin eksik yapıldığı’, ‘Doğrusunun nasıl yapılabileceği’… gibi soruların yanıtını verip bundan sonuçlar çıkaracaklar. Aksi halde, bugün yaşananlardan doğru dersler çıkarılamazsa yarın da yeni mitinglerde, yeni mücadelelerde aynı hatalar yapılacaktır!
Çünkü önümüzdeki dönem, emek mücadelesinin son derece önemli günlük taleplerinin de ötesinde, yüzyıllık kazanılmış haklarının gasbedilmek istendiği bir dönemdir.
Bu dönemin başlıca unsurlarını şöyle sıralayabiliriz:
1- 2025 bütçesi ve vergide adalet talebi: 2025 bütçesi 22 Ekim’de Meclise getiriliyor. 30 Ekim’den itibaren 17 bakanlığın bütçeleri Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılmaya başlanacak. Komisyonda görüşmelerin tamamlanmasından sonra bütçe TBMM Genele Kurulunda ele alınacak. Aralık ayının ikinci yarısında da bütçe Meclisten geçecek. Ama daha şimdiden 2025 bütçesi halktan alınıp sermayeye verilen bir bütçe olacak. Nitekim 2024’te 7 trilyon 407 milyar vergi toplayan iktidar 2025’te 11 trilyon 139 milyar TL vergi toplamayı amaçlıyor. Şirketlerin, bankaların vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı sadece yüzde 12.78’de kalıyor!.. Yani sendikalardan, işçi ve emekçi yığınlardan yükselen “vergide adalet” talebini iktidar umursamamış! Dolayısıyla vergide adalet diyen sendikalar, emekçi kesimlerin temsilcileri, birer birer işçiler emekçiler, “Bütçeden bize ne?” diyemezler. Tersine taleplerinde samimiyseler, yarın Meclise sunulacak bütçeye müdahaleyi sadece Mecliste muhalefet partilerinin ve emekten, halktan yana milletvekillerine bırakmayıp doğrudan iş yerlerinden, meydanlardan seslerini yükseltmeleri gerekecek.
2- Asgari ücret ve emekli maaşlarının 17.5’lik ‘beklenen enflasyona’ endekslenmesi: 2023 OVP’sinde de asgari ücret, emekli maaşları gibi ücret ve maaşların “beklenen enflasyon”a endeksleneceği belirtiliyordu. Ama 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler nedeniyle iktidar buna cesaret edemedi. Ama bu amaç 2024 eylül ayında yayımlanan OVP’de yinelendi. Dahası Şimşek hem yurt dışında hem de içeride sermaye temsilcileriyle yaptığı toplantılarda asgari ücretin yüzde 15-20 arasında artırılacağına dair adeta yemin billah etti. Kısacası aralık ayının başında toplanacak Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK) asgari ücreti büyük olasılıkla “beklenen enflasyon”a yakın bir “artışla” belirleyerek kapatmaya çalışacak! Emekli maaşları ve kamu emekçileri maaşları için de endeks “beklenen enflasyon” (yüzde 17.5) olacak. Yani asgari ücret zamlandığında bile açlık sınırının altında kalacak. Saray’da hazırlanan 2025 bütçesi taslağından anlıyoruz ki en iyimser yorumlarda bile asgari ücrete yapılacak zammın yüzde 25’i geçmesi istenmiyor. Tabii emek cephesinden işçiler gücünü devreye sokarak müdahale etmez, AÜTK’nin 3-4 hafta kadar sürecek “orta oyunu”nu izlemekle yetinirse!
(Yukarıdaki iki başlık, gazetemizin cuma günü çıkan sayısında Bülent Falakaoğlu arkadaşımızın, “2025’e açlık bütçesi” ifadesi ile manşete çekilen yazısıyla birlikte ele alındığında daha anlaşılır olacaktır.)
3- Sosyal güvenlik karşı reformu ve esnek çalışma: Tek adam rejimi ve sermaye güçleri, yerel seçimden hemen sonra “Sosyal güvenlik sistemini baştan aşağı değiştirmek” ve “Esnek çalışmayı yasal güvenceye kavuşturmak” için kolları sıvadı. Ama zaman yetmediği için bu girişim yeni yasama döneminde ele almak üzere ertelenmişti.
Meclisin çalışma takvimi dikkate alındığında iktidarın bu hazırlığı yılbaşından hemen sonra Meclise getirmek için hazırlandığı anlaşılmaktadır. Ama bu arada AKP Meclis grubunda ve Saray’da emeklilik yaşının 70’e çıkarılmasından “Kıdem tazminatını kaldırılmasına”, tamamlayıcı emeklilik sisteminin (TES) genel emeklilik sistemi olarak geliştirilmesi ve böylece emeklilik sisteminin özelleştirilmesine varan değişikliklerle emeklilik sistemi baştan aşağı değiştirilmek istenmektedir. Esnek çalışmanın yasal güvenceye kavuşturulmasıyla da desteklenecek bir sosyal güvenlik yasasının destekleyicisi olarak devreye sokulmak istenmektedir. İktidarın amacı budur ve bunu engelleyecek tek şey de işçi sınıfı ve emekçilerin yıllardır çeşitli vesilelerle bu alanda öne sürdükleri talepler etrafında birleşerek iş yerlerinden alanlara taşan bir mücadele hattında harekete geçmeleridir.
4- Kamu işçilerinin TİS’leri: 2025 yılının başında başlayacak kamu işçileri TİS’lerinin de bir yandan ücretlere yapılacak zamların “beklenen enflasyon”a bağlanmak istenmesi, öte yandan da esnek çalışma kuralları dayatmasıyla önceki yıllara göre çok daha çetin geçecek TİS’ler olacağını söylemek abartı olmaz. Bu yüzden de iş yerinde daha ilk görüşmelerden itibaren zaten huzursuzluğun hayli artmış olması da dikkate alındığında önümüzdeki kamu TİS’lerinin önemli mücadelelere sahne olması kaçınılmaz görünüyor. Özel sektörde ve sendikasız iş yerlerinde de “ücretlere zam” talebiyle öne çıkacak mücadelelerin sınıfın özel sektördeki sendikal mücadele girişimlerini teşvik eden bir iklim oluşturması da kuvvetle muhtemeldir.
“40 YILDIR GÖRÜLMEDİK SIKINTI”YI KIRK YILDIR GÖRÜLMEDİK BİR MÜCADELEYLE AŞMAK!
Türk-İş’ Genel Başkanı Ergün Atalay, son aylarda çeşitli vesilelerle “40 yıldır böyle sıkıntı görmedim” diyor. En son da demir yolu işçileriyle yaptığı bir sohbetten sonra yaptığı açıklamada; “Şu anda öyle bir noktadayız ki ben kırk senedir böyle bir sıkıntı hatırlamıyorum” dedi.
Eğer sıradan bir yurttaş “Ben kırk yıldır böyle sıkıntı görmedim” dese bu çok yakıcı bir gerçeği ifade etmiş olurdu. Ama yine de sadece şikayet etmiş olurdu!
Ama eğer bir sendikacı, hele de ülkenin en büyük işçi sendikaları konfederasyonunun genel başkanı “Ben kırk yıldır böyle bir sıkıntı görmedim” diyorsa, o da yakıcı bir gerçeği ifade etmiş olurdu. Ama aynı zamanda “Böyle bir zamanda önceki kırk yılda olduğundan daha büyük güçleri bir araya getiren, daha kapsamlı ve daha kararlı, daha direngen bir mücadele hattına girmeliyiz” demesini, daha da önemlisi bunun için adımlar atmasını bekleriz. Çünkü “sıkıntılar” ne kadar büyümüşse onların alt edilmesi için mücadele de daha büyük olmak zorundadır.
“Bugün, Atalay’ın sözlerinden bunu mu anlıyoruz?” denirse bu sorunun yanıtı da ayrı bir “sıkıntı”dır. Nitekim dünkü mitingdeki konuşması bu tespitine uygun da olmadı! Ama bugün tartışmanın bu yanına girmeden şunu söylemeliyiz ki; Atalay’ın son günlerde yeniden yeniden yinelediği “sıkıntı” işçi sınıfı ve emeği ile geçinen her kesimden emekçinin yaşadığı bir gerçektir.
Bu yüzden de Atalay’ın sözünü ettiği gerçeğin gereğini yapmak; ileri işçilerin, her kesimden ileri emekçilerin, her kademeden mücadeleci sendikacıların, emek ve meslek örgütü yöneticilerinin gerekli inisiyatifi alarak mücadelenin önüne düşmelerini gerektirmektedir.
Her yıl yeniden hatırladığımız 15-16 Haziran direnişi ve öncesindeki işçi fırtınası da 1989’da başlayan Bahar eylemleri sonrasındaki mücadeleler de böyle, ileri işçilerin ve mücadeleci sendikaların inisiyatif alarak mücadelenin önüne düşmeleriyle mümkün olabilmiştir.
Aksi halde sermayenin tüm güçleriyle emekçilerin haklarına saldırmak için harekete geçtiği bir dönemde olacak olan; sermaye güçlerinin yarım yüzyıllık hayallerini gerçekleştirecek olmasıdır. Hem de böyle, tek adam rejiminin neresinden tutulsa elde kaldığı bir dönemde, yüzyıllık kazanımları da ortadan kaldırarak!