Meltem Can
Eleştiri, düşmanlık değildir ve düşüncenin zincire vurulduğu bir toplum özgür değildir.
Eleştiri bir toplumun ilerlemesi için gereklidir. Sokrates’i bilirsiniz, iktidara yönelik sorgulamaları nedeniyle Atina’da yargılanmış ve “gençleri zehirlemekle” suçlanmıştı. Benzer bir zihniyet, bugün de mevcut:
Haksızlığı dile getirenler “hain” ilan ediliyor.
Dini duyguların istismarına karşı çıkanlar “din düşmanı” sayılıyor.
Adalet isteyenler “kaos çıkarmakla” suçlanıyor.
George Orwell, 1984’te iktidarın halkı nasıl manipüle ettiğini anlatırken şöyle diyor: Eğer bir hükümet insanlara ne düşüneceklerini, hangi kelimeleri kullanacaklarını ve hangi konuların tartışılamayacağını dikte ediyorsa, aslında onların bilinçlerini kontrol ediyordur. Günümüzde Ortadoğu’da da benzer patternler mevcut:
İktidarın yanlışlarını dile getirenler itibarsızlaştırılıyor, düşmanlaştırılıyor, hapse atılıyor, terörist damgası yiyor.
Medya tek sesli hale getiriliyor.
Sonuç olarak toplum hakikati aramak yerine kendisine sunulan tek taraflı anlatıya inanmak zorunda bırakılıyor.¹
Adaletsiz bir yönetimi kabul etmek ahlaki bir çöküştür, beraberinde yozlaşmayı getirir. Eğer bir hükümeti eleştiremiyorsanız, o hükümet halkın değil, kendisinin çıkarlarını koruyordur zira otoriter yönetimler, halkın eleştirel düşünceye sahip olmasını tehdit olarak görür. Çünkü düşünen insan sorgular, sorgulayan insan ise itaat etmez. Bu yüzden tarihte birçok lider, kendi iktidarını korumak için eleştiriyi susturmuş, muhalifleri cezalandırmış ve korku iklimi yaratmıştır.
Kanunlar, halkın değil, iktidarın menfaatine göre uygulanıyor.
Bu durum, hukukun üstünlüğü ilkesini tamamen ortadan kaldırıyor. Hukuk artık haklıyı korumak yerine, güçlüyü koruyan bir sistem haline gelmiş durumda.
Örneğin, Türkiye’de anayasal haklarını (madde 34) kullanarak protesto yapan gençlerin polis şiddetine uğraması ve tutuklanması; anayasının, ifade özgürlüğünün, demokrasinin ve insan haklarının tanınmaması demektir. Bu tür baskılar, aynı zamanda toplumda korku ve otosansürü teşvik eder.
Önce gazetecileri susturdular, sonra akademisyenleri, sonra muhalif siyasetçileri, öğrencileri… Herkes “yanlış bir şey” söylerse başına bela gelebileceğini düşünüyor. Bu tür baskı yöntemleri halkta devlete karşı güvensizlik yaratıyor.
Tek adam yönetimi, halkı refaha kavuşturmak için değil, küçük bir zümreyi zenginleştirmek için kurulur.
Bugün dünyada bir avuç insan servetini katlarken, milyonlarca insan geçim sıkıntısı çekiyor, ihaleler hep aynı şirketlere veriliyor, servet belli ellerde toplanıyor, halk fakirleşirken, yöneticiler saraylarda yaşıyor.
Patronlar, iktidarla kurdukları ilişkilenme biçimleri üzerinden sermayelerini büyütüyor. Bu, sıradan bir ekonomik kriz değil; bilinçli bir soygun düzenidir.
Adaletsizlik karşısında susmak, adaletsizliği onaylamak, zulmü normalleştirmek demektir.
Nuh Peygamber’in kavmi, sadece zalim yöneticileri değil, onlara destek olan veya susan halkı da içeriyordu. Nuh’un oğlu, haksızlıkları doğrudan yapmamıştı belki ama zalimlerle birlikte olmayı seçti. Onlara karşı ses çıkarmadı, hakikate yüz çevirdi. Sonuç olarak, o da helak oldu.
Şu ayetleri hatırlatmak isterim.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.”
(Maide Suresi, 8. Ayet)
“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.”
(Hud Suresi, 113. Ayet)
“Onlar (halk), bu dünyada Firavun’un yoluna uydu. Kıyamet günü de ona uymaya devam edecekler. Onları cehenneme soktular. (Firavun) onları ne kötü bir yere sürükledi!”
(Hud Suresi, 98. Ayet)
Fâtır 5, Zuhruf, 51, Kasas 4, İbrahim 42 diye gider…
Hiçbir iktidar, ebedi değildir. Ebedi olan yalnızca Allah’tır.
Hz. Muhammed’in toplumsal dönüşüm modeli, bugünün Ortadoğu’suna ilham verebilir.
Hz. Muhammed dönemi Mekke’deki iktidar yapısıyla günümüz Ortadoğu’sunun siyasal yapısı bazı benzerlikler taşıyor. O dönem Mekke’nin ekonomik ve siyasi gücü, Kureyş’in zengin tüccar ailelerinin elindeydi. Bu sınıf, Mekke’nin ticaret yollarını ve Kâbe etrafındaki dini yapıyı kullanarak hem ekonomik hem de politik bir hegemonya kurmuştu. Putperestlik, yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bu sınıfın zenginliğini ve otoritesini koruyan bir araçtı. Hz. Muhammed’in tebliği, bu düzeni sarsacak bir tehdit olarak görüldü ve bastırılmaya çalışıldı.
Mekke’nin ileri gelenleri, Hz. Muhammed’i “deli, büyücü, sapkın” gibi ifadelerle halkın gözünde itibarsızlaştırmaya çalıştı.
Bugün de iktidar karşıtı figürlerin medya aracılığıyla karalanması, itibarsızlaştırılması ve halkın gözünde zayıflatılmaya çalışılması benzer bir strateji olarak görülebilir.
Hz. Muhammed ve ona inananlar, Mekke’nin elitleri tarafından ekonomik ablukaya alındı. Müslümanlara ticaret yasağı kondu, sosyal dışlanma uygulandı.
Günümüz Ortadoğu’sunda da benzer şekilde, ekonomik gücü elinde tutan iktidarın, muhaliflere karşı sermaye kontrolü ve ekonomik yaptırımlar uyguladığı iddiaları gündeme geliyor.
Hz. Muhammed dönemindeki kabilecilik, Ortadoğu’daki siyasi kutuplaşmayla benzeştirilebilir. O dönem kabilecilik toplumu bölerken, bugün de ideolojik ayrışmalar toplumu bölüyor.
Hz. Muhammed, Medine’ye göç ettikten sonra Mekke’nin elitleriyle askeri mücadeleye de girdi. Bu, doğrudan ekonomik ve siyasi gücü elinde tutan bir sınıfa karşı bir devrim niteliğindeydi.
Halk neden yozlaşmış iktidarı desteklemeye devam eder?
Toplumlar, mevcut rejimi kendi kimlikleriyle özdeşleştirdikleri için destekler. Bazı toplumlar, geleneksel kültür ve değerlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Yozlaşmış bir iktidar, halkın geleneksel değerlerine veya dini inançlarına uygun söylemlerde bulunarak bu bağları güçlendirebilir. Özellikle dini veya kültürel gerekçelerle meşrulaştırılan bir yönetimin halkın itaatini ve desteğini kazanması çok daha kolaydır. Halk, mevcut düzene karşı çıkmanın kendi değerlerine ihanet olacağına inanır.
Bazı toplumlarda, aile bağları ve cemaat ilişkileri son derece güçlüdür. Böyle toplumlarda aile veya cemaat baskıları, bireyleri iktidara destek verme konusunda yönlendirir.²
Toplumsal hafıza ve tarihsel travmalar, toplumları geçmişte yaşadıkları kaos, savaş, devrim, işgaller, darbeler ve ötekileştirilmeler nedeniyle kendilerinden olan güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyduklarına inanmaya iter. Örneğin, Rusya’da Çarlık Dönemi ve Sovyetler sonrası yaşanan kaos, halkın güçlü bir lider arayışını körükledi. Putin’in otoriter yönetimi bu yüzden geniş kesimlerce kabul ediliyor.
Daha birçok sebep söylenebilir.
Şayet her eleştiriye hainlik derseniz, bir gün gerçeği söyleyecek kimse kalmaz, her haksızlığa susarsanız, bir gün o haksızlık sizi de bulur, her baskıyı normalleştirirseniz, bir gün özgürlüğün ne olduğunu unutursunuz
_______________________________________________
¹Küfrün kelime anlamı örtmek, inkâr etmek demek. Maalesef yerleşik din algısında Allah’a, Kur’an’a inanmayanlara kâfir deniyor fakat Bakara 34’ten de anlayabileceğimiz gibi hakikati örtenlere, reddedenlere kâfir deniyor. [Meleklere “Adem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu.] Şeytan Allah’ı veya Kur’an’ı reddetmiyor aslında. Kibirleniyor, diretiyor ve gerçeği görmezden geliyor.
²Öğrenilmiş itaat; bireylerin, otoriteye veya güç sahibi kişi ya da kurumlara sorgulamadan boyun eğmeyi zamanla içselleştirmesi sürecidir.