Piyasacıların sıkça yineledikleri sloganlardan birisi, “kötü paranın iyi parayı piyasadan kovduğu kuralı”dır!
Aslına bakarsanız sadece doğrudan para alanında değil, bu kural, kapitalist toplumda, mallarla ilgili olarak da işlemektedir. Örneğin, ucuz ama kötü kalite mallar pazarda hızla yayılarak egemen olabilmektedir. “Kötü malın iyi malı kovması”, ülke ekonomisi ve emekçilerin iş ve ücretleri üstünde hayli sorunlara yol açsa da; sonuçta karşıt önlemlerle etkisi azaltılabilmektedir.
Ancak iş sağlığa gelince durum değişmektedir. Nitekim son günlerde, halk sağlığı bakımından çok büyük tehlikelere yol açacak bir kapı açılmış bulunmaktadır. GDO’lu ürünlerin serbestlik sınırlarını genişletilmesi ve Tarım Bakanlığı Bilim Kurulu’nun; ithaline izin verilen ürün sayısını 2’den 25 çıkarması!
Burada da kalmayıp her adımda GDO’lu ürün listesinin genişletileceği daha birkaç yıl önceden, “Bakanlıkta GDO’lu ürünlerin ithalatının sınırlanması için liste hazırlanıyor” haberleri çıkmaya başladığında işin buraya geleceği besbelliydi. Çünkü bir kez yasak delindikten sonra; “kara kaplı kitapta” yeni ürünlerin bu delikten geçmesi için deliğin büyütüleceğini bilmek için kâhin olmak gerekmiyordu.
Daha önce, başka alanlarda pek çok kez görülmüştü ki; GDO üstünden milyar dolarla iş yapan uluslararası tarım ve gıda tekellerinin ilgili bakanlığı ve “bilim kurulları”nı yönlendirmesi çocuk oyuncağıdır. Nitekim Tarım Bakanı Mehdi Eker, 26 Ekim 2009’da GDO’lu ürünlerin ithalatıyla ilgili yönetmelik yayımlandığında; “bu yönetmeliğin GDO’ya kapıyı açacağı” eleştirisinde bulunanlara, “Bundan sonra sınırlarımızdan 1 gram bile GDO’lu ürün girmeyecek” garantisini vermişti! Ama aradan bir ay geçmeden, kapısına dayanan gıda tekellerin adamlarının baskısıyla, aynı Bakanın başında bulunduğu bakanlık; “1 Mart 2010 kadar tüm GDO’lu ürünlerin girişinin serbest olduğunu” açıkladı.
Çünkü; bakanlık kontrolü ancak 1 Mart 2010’dan itibaren yapabilecekmiş!
1 Mart 2010’da sadece iki ürün için GDO’ya kapıyı açan bakanlık, geçtiğimiz hafta “Türkiye’yle girişi serbest GDO’lu ürün sayısın 25’e” çıkardı! Gidişat artık açıkça belli olmaktadır ki, “Türkiye’ye girişi serbest”leşen GDO’lu ürün sayısı artırılacaktır. Ve giderek, “Neden bu ürünleri ithal ediyoruz da kendimiz üretmiyoruz?” propagandası başlatılacak; sonra da “Vatandaş aç, GDO’lu ucuz üretim neden sınırlanıyor ki; hem zaten GDO kimi öldürmüş; trafikte çok insan ölüyor diye otomobil yasaklanıyor mu?” denilip, pazar genişletilecektir.
Sonuçta; GDO’da sınırlar, sadece uluslararası tekellerin patent haklarının korunmana indirgenecektir! Bu ise; “Canım GDO’suz, ‘organik’ ürünler de var. GDO’lu ürün istemeyen onlardan alsın. Memlekette özgürlük var” formülasyonu, “piyasa kuralı” olarak ilan edilecektir!
Bu arada televizyonlarda tartışmalar devam edecek; hem GDO yandaşları hem de karşıtları bol bol ve “özgürce” konuşacak, ama son sözü piyasa söyleyecek; parasını ödeyene GDO’suz, parası az olana da GDO’lu besin sunulacak! Tıpkı bugün sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, akla gelen tüm hizmet ve mal üretiminde olduğu gibi, artık yediğimiz ekmekten peynire, ete, yağdan çocuk mamasına her şeyin; halk için GDO’lusu, varlıklar için de GDO’suzu olacaktır!
Bu gidişatı önleyebilecek, bir halk devrimi dışında tek şey ise; halkın sağlığına sahip çıkması ve bunun için mücadele edebilmesidir. Bunun da “sivil toplumcu yöntemlerle” olmayacağı ortadadır. Çünkü sonuçta, “sivil toplumcu” muhalefet, piyasa yöntemleri karşısında etkisiz kalmaktadır, geçersizleştirilmektedir. Bunun yerine doğrudan emek örgütlerinin, sendikaların, halktan yana siyasi güçlerin, halkın gıda güvenliği sorununu kendi programlarına alarak, kendi asli işleri olarak mücadele etmeleridir. Aksi halde; bilim çevrelerinden, çevreci gruplardan yapılacak itirazlar ya da tüketici örgütlerinin feryatlarına GDO tekelleri ve onlara hizmeti etmeyi iş ilan etmiş hükümetler pabuç bırakmazlar!
Evrensel