‘’Bu yolda ortaklaştığımız, tarihsel bir zorunluluk olarak yan yana gelmek zorunda olduğumuzu düşündüğümüz Müslüman kadınlarla da birlikte yol yürümek istiyoruz. Bunu bir niyet beyanı veya yol arkadaşlığı gibi tarif etmekten ziyade, bunun bir tarihsel zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Çünkü kadın cinsi olarak ne kadar çok yan yana gelirsek, ortak paydalarımızda buluşursak, erkek cinsinin karşısında o kadar güçlü olacağımıza inanıyoruz.’’
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Ebru YİĞİT‘in konuşma metnini yayınlıyoruz.
Herkese merhaba, burada olmak oldukça keyif verici ve öğretici öncelikle onu söyleyerek başlamak istiyorum. Oldukça önemsediğim bir çalıştay oldu.
Müslüman kadınlarla her ne kadar sorunlarımızın ortak olduğunu söylesek de çok fazla aynı platformlarda yan yana gelemiyoruz maalesef. O yüzden birbirimizi dinlemek anlamak ve birlikte yol yürümenin yöntem ve birilerini bulmak bakımından bu günün önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. O yüzden çalıştayı düzenleyen arkadaşlara bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Bir de küçük bir eleştiri yaparak kendi gündemime dönmek istiyorum. Kendi özgün planlamamdan kaynaklı dünkü oturuma katılamadım. İlk oturumdaki konuşmacıların sorunların içeriğinden bağımsız olarak, tarzın çok da çalıştayın ruhuna uygun olmadığını düşündüm. Bir erkek tarzı olduğunu söylemek istiyorum. Daha yüksek ses birbirimiz anlamaya dinlemeye ve ortak paydalarımızı bulmaya yönelik değilde; evet birbirimize hem kendimizi anlatmak karşımızdakinin ne olmasının gerektiğini anlatmak üzerine gibi geldi. açıkçası buradan değilde, daha çok kendimizi anlatıp birlikte nasıl yol yürüyeceğiz bu farklılıkla diye düşünürsek ben bu çalıştayın daha çok amacına ulaşacak diyorum.
Biraz birbirimizi tanımalıyız diye başladım. Öyleyse ‘’Ben kimim? Ne istiyoruz?’’ biraz onlardan bahsedeyim. Buraya kadın sosyalist meclisleri adına katıldım. biz yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de sosyalist kadın meclisleri olarak örgütleniyoruz.Ve şunu savunuyoruz: Sosyalizmin kendi başına kadın özgürlük mücadelesi için yeterli olmadığını salt bir özgürlük getirmeyeceğini düşünüyoruz. Kadın cinsini hem sosyalizm mücadelesi içerisinde, hem de sosyalist devrimden sonra, kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarla ilgili özgün örgütlenmesini ve özgün bir mücadele perspektifiyle hareket etmesi gerektiğine inanıyoruz. Sosyalizmin sihirli bir değnek olmayacağını hem tarihi deneyimler göstermiştir, hem de teorik olarak böyledir. Kendi başına bizim özgürlük yolumuzu açmayacağına inanıyoruz.
Dolayısıyla sosyalizmin yanında kadın özgürlük mücadelesini yürütürken farklı kadın hareketleriyle ve örgütleriyle yan yana ve kadın olmaktan kaynaklı sorunlarımızın bizi ortalaştırmasını esas alıyoruz. Temel olarak böyle söyleyebilirim. Yani özel mülkiyet düzenine karşı mücadele yürütürken bunun en temel karakteri olan erkek egemen karakterine karşı da mücadele yürütüyoruz. Ve erkek egemenliği ile derdi olan bütün kadın örgütleriyle, kadınlarla yan yana yürümek gibi temel bir derdimiz var. Dolayısıyla buradaki sorunu İslam içerisinde ya da Müslüman kadınların nasıl olması gerektiğini, ne biçimde özgürleşeceğinden ziyade bizim ortak paydalarımızı açığa çıkarmak istiyorum. Çünkü bu erkek egemen sistem feminist kadınları da, sosyalist kadınları da, Müslüman kadınları da, ateist kadınları da fark etmeksizin aynı politikanın ürünü olarak eziyor ve baskı altına alıyor. Öyleyse, bizim temel mücadele muhatabımız ortaktır. Dolayısıyla bunların üzerinde durmak istiyorum.
Bizim İslamın kendisiyle yada Müslümanlıkla özel olarak bir sorunumuz yok. Belki başta bunu koymak önemli. Yani, dinde kadının yeri, Kur’an’da nasıl yer almıştı, ne vaat etmişti, nasıl yaşamasını betimlemişti gibi meselelerle özel bir sorunumuz yok. Buranın çok da bizim gündemimiz olmadığına da inanıyoruz açıkçası. İnanmak isteyen kendi inandığı gibi yaşayabilir, bunun sınırlarını kendisi de çizebilir, inandığı değerler sistemi de çizebilir. Bu bizim için problem değil. Yani inanç sistemi olarak İslamın kendisiyle hiç bir problemimiz yok. ama İslamın politikleşerek, faşist bir iktidar biçimi olarak topluma dayatılmasına ve özellikle de kadın cinsinin toplumdaki yerinin bu politik İslamla belirlenmesiyle ilgili derdimiz var. bunu açıkça söyleyebiliriz. O yüzden biz genel bir İslam tartışmasından ziyade politik İslam tartışması yapmayı ve meselenin özünü ve muhataplığını da buradan koymayı önemsiyoruz.
Politik İslama göre toplumsal yaşam belirlenmeye başladığı andan itibaren bu ilk şöyle oluyor: Kadın cinsi arasında bir ayrım noktası koyularak başlanıyor. İnanan kadınlar, inanmayan kadınlar, makbul olan kadınlar, her türlü erkek egemen baskının ve faşist politikanın ‘’hakedeni’’ olarak ayrılıyoruz. Yani baştan ayrıştırılıyoruz. En temel mücadele odaklarımızdan bir tanesi bu. Toplumsal yaşamın kadın cinsi üzerinden ve İslamı referanslarla belirlenmesine karşı çıkıyoruz. Bunu kadın cinsini baskı altına almanın en kurnaz yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki; Ben 90’lı yıllarda türbanlı bir kadın olarak başörtüsü yasaklarına karşı alanlara çıkan bir kadındım. İlk olarak İslamın politikleşmiş hali ile orada tanışmıştım. Henüz ortaokul öğrencisiydim ve bunun mücadelesini veriyordum. Şimdi geldim 33 yaşına, bugün de sosyalist bir kadın olarak ‘’giyim özgürlüğüme, giyim tarzı özgürlüğüme karışamazsınız’’ mücadelesini veriyorum. Dolayısıyla toplumsal yaşam kadın bedeni üzerinden dizayn edilmeye başlandığı andan itibaren, iktidarın siyasi çıkarlarına göre bizim bedenimiz bir siyasal arenaya dönüşüyor. Ve biz bu siyasal arenada iktidarın istediği biçimiyle biz kadınlar her türlü mağdur oluyoruz.
Bir diğer konu kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün yine bütün kadınlar bakımından hepimizin ortak paydası olduğunu düşünüyoruz. Bugün her ne kadar hem yasalar, hem o yasaların uygulanmasındaki teamüller her kadına eşit uygulanması gerekirken eşit uygulanmıyor. Örneğin tahrik indiriminde benim giydiğim mini etek tahrik indirimi nedeni sayılıyor, evde Müslüman bir kadının yaşadığı şiddet de ailenin kutsallığı çerçevesinde aile içinde tutulmaya çalışılıyor. Biz yine yasaların cinsiyetçi yönünü iki farklı kulvarda ezileni yada ötekileştirilen muhatabı haline geliyoruz.
Şöyle demek çok yanılsamalı bir şey; Özellikle iktidarın propaganda ettiği ‘’Mini etek giyiyorsa davetiye çıkarmıştır. Mazbut kadın türbanlı olmalı. Bakın onlar tacize uğruyor mu? Şiddetin muhatabı oluyor mu?’’ gibi söylemler çok tehlikeli söylemler olarak görüyoruz. Çünkü Müslüman kadınların, türbanlı kadınların tacize uğramadığını söylemek çok büyük yanılsama. Tacizin nedeni açık yada kapalı giyinmek değil; erkek egemenliğinden beslenen, erkek cinsinin kendinde bunu hak olarak görmesi. O yüzden burada kadının giyimi, siyasal düşüncesi, dini belirleyen değil; erkeğin bunu kendinde ne kadar hak görüp görmediği meselesi. Dolayısıyla kadına yönelik şiddette bizim Müslüman kadınlarla birlikte yol yürümek için en temel ortak noktalarımızdan birisidir diye söyleyebilirim.
Bir diğer ortak noktamız kadın emeği… Dünyanın her yerinde Orta Asya’dan Avrupa’ya, Ortadoğu’ya kadar her yerde kadın emeği, din, dil, ırk, renk ayrımı yapmaksızın ucuz işgücü olarak kabul ediliyor. Ve emek sömürüsünün en kârlı alanı olarak görülüyor. Hem görünmeyen ev içi emeğimiz bakımından, hem de üretimin içinde işgücümüzün ücretlenmesi bakımından en fazla sömürüye açık olduğumuz alan. Her ne kadar AKP döneminde, AKP kendi kadrolaşmasını yaratmak için, kamuda türban tartışmaları ile birlikte kendi siyasal kadrosunu türbanlı kadınlardan yaratsa da, bu çok küçük bir azınlığı kapsayan bir alan. Bunların dışında daha emekçi kadınlara ve tabana indiğimizde aynı fabrikada, aynı okulda, aynı hastanede aynı emek sömürüsüne tabi olan, türbanlı, türbansız kadınlar veya sosyalist kadınlar mevcut. Dolayısıyla emek alanı da bizim en büyük kesişim noktalarımızdan bir tanesi.
Bir diğeri kadın özgürlüğünün ve kadın bedeninin sürekli erkekler tarafından çeşitli referanslarla belirleniyor olması ve bizi bir kalıba sokmaya çalışmaları. Her iki cephe bakımından söylüyorum bunu. Hem aydınlanmacı modernist yaklaşımın kadın özgürlüğünü açıklıkla ve cinselliğin sergilenmesi olarak lanse etmesi ne kadar yanlışsa ve bu da kadın bedenini aşağılayan bir politika ise, tersinden makbul kadının da örtülü kadın üzerinden tarif edilmesi ve toplumda böyle yerleştirilmek istenmesi de aynı yanlış politikanın ürünüdür. Biz sosyalist kadınlar olarak kadın özgürlüğünün sınırını asla bir kadın bedeniyle tarif etmiyoruz. bir kadın nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşadığı an özgürdür. İster başı açık, ister türbanlı ister başka biçimde olsun. O kadının özgürlüğünü belirleyen şey o kadının nasıl yaşamak istediğidir, bu kadar. Bu da yine bizim kadın bedenine yönelik politikalara karşı koyma noktasında ortaklaşacağımız bir biçim diye söyleyebilirim.
Özcesi kadın cinsini aşağılayan, yok sayan ve toplumsal yaşamın çürümüşlüğünü kadın bedenini ‘’terbiye ederek’’ var etmeye çalışılan her türlü politikanın ve iktidarın karşısındayız ve mücadele ediyoruz. Dolayısıyla da bu yolda ortaklaştığımız, tarihsel bir zorunluluk olarak yan yana gelmek zorunda olduğumuzu düşündüğümüz Müslüman kadınlarla da birlikte yol yürümek istiyoruz. Bunu bir niyet beyanı veya yol arkadaşlığı gibi tarif etmekten ziyade, bunun bir tarihsel zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Çünkü kadın cinsi olarak ne kadar çok yan yana gelirsek, ortak paydalarımızda buluşursak, erkek cinsinin karşısında o kadar güçlü olacağımıza inanıyoruz. Bu nedenle de bu tarihsel süreçte Müslüman kadınlarla yan yana yürümek istiyoruz. Amacımız onları bize, bizi de onlara benzetmek değil, ya da üstenci bir tavırla bir cins bilinci taşımak da değil. Çünkü görüyoruz, kadın özgürlük mücadelesinin geldiği düzey ve hareketin dinamiği şunu bize gösterdi: Her kesimden kadınlar bu hareketin bir öznesi. Ait oldukları veya içerisinde oldukları toplumsal düzene yada yaşam biçimine dair kadın olmaktan kaynaklı itirazlarını dile getiriyorlar. Biz onların cins bilincine de, mücadeledeki azimlerine de bu temelde yaklaşıyoruz. Öğrenmek ve birlikte güçlenmekte istiyoruz. Bu sebeple bazı noktalarda ortak hareket etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Nedir ortak hareket etmemiz gerekenler? Evlilik, örtünme ve kadın cinselliği ile ilgili temel konuları iktidarın müdahale alanı olmaktan birlikte çıkarabiliriz. Buraya birlikte söz söyleyebiliriz. Bütün yolu birlikte yürümek zorunda değiliz ama bu yolun belirli aşamalarında birlikte yol yürüyebiliriz. Diyelim ki, evlilik yaşının düşürülmesine karşı birlikte mücadele edebilir ve birlikte söz söyleyebiliriz. Veya çocuk istismarı ile ilgili çıkan abuk sabuk açıklamalar, müftü ağzından İslami referans sayılacak kişilerin yaptığı açıklamalara karşı kuşkusuz siz kendi kulvarınızdan, biz de kendi kulvarımızdan söz söyleriz. Ama önemli olan bu sözü ortak söylemek ve yan yana durarak boşa çıkarmak. Mesela kadına karşı şiddet meselesinde de öyle, bir kadın katledildiğinde bu sadece sosyalist kadınların, feminist kadınların değil hepimizin gündemi olmalı. Ya da bugün sosyalist kadınların, türbanlı olmayan kadınların aşağılanmasına karşı doğrudan muhatap olmak. Geçtiğimiz hafta bir ders kitabı yayınladı hatırlarsanız ve zaten AKP küsür yıldır bu içerikte düzenliyor. Kadının geleneksel rollerini hatırlatan ve kadın bedeni üzerinden tarif yapıyor ama ilk defa bir çocuk istismarcısı bir kadın figürü çizdi bir ders kitabına. Bu alçakça bir şey, gerçekten bu yapılana böyle söylemek istiyorum. Bütün başı açık kadınların çocuk istismarcısı olduğu mesajını veriyor eğitim yoluyla. Buna birlikte söz söyleyebilmeliyiz. Bunun doğru olmadığını, bu politikanın erkek egemen bir politika olduğunu ve istismarcıların ne başı açık kadınların, ne başı kapalı kadınların değil; erkekler olduğu vurgusunu yapmalıyız. Hedef şaşırtmaya çalışıyorlar, biz doğru hedefi göstermeliyiz orada. Kadınlar değil çocuk istismarcıları erkeklerin bizzat kendileri. Solcusu da, dincisi de fark etmiyor orda bir ayrım koymuyoruz. Erkek egemen sistemin ürettiği bir sorunsa bu o zaman bu suçun işleyicisi de erkeklerdir diyebilmeliyiz. Ve en önemlisi çokça ittifak biçimleri tartışılıyor toplumda. Biz en kolay ittifak kuvveti olacak öznelerin kadınlar olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla yol yürüme niyetimizi bir beyandan öteye taşıyıp ortak ittifak kuvveti olarak yan yana gelmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bunların ilkeleri, sınırları, biçimleri kuşkusuz birlikte ortak belirleyeceğimiz bir şey ama bu bütün bahsettiğimiz konularda kadınlar olarak bir ittifak gücü olarak ortaya çıkmalıyız. Ki tüm kadın cinsi adına toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesinde özne olabilelim, söz sahibi olalım.
Son olarak şunu söyleyip bitirmek istiyorum. Mücadele ortaklığımızda birbirimizi anlama çabamızı biraz bu salonlardan çıkarıp belki eylem alanlarına taşımaya ihtiyacımız var. Çünkü şöyle genel bir kanı vardır ‘’Söz ayrıştırır, eylem birleştirir’’ diye. Birleşmek istiyorsak cesurca o ilk adımı atmak ve bir yola çıkmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Teşekkürler…
adilmedya.com