Kayyım meselesi, AK Parti iktidarının diktatöryel arzularının icat ettiği nevzuhur bir iş değil, cumhuriyetin başından beri Kürt meselesi ekseninde geliştirilen kolonyalist pratikler repertuvarında yer alan bir yöntem.
Ali Duran Topuz
“Sekiz yılın tahribatını anlatmak zor olacak. Sadece gri puslu alanları bulmak, takla attırdıkları bütçelerin peşine düşmek, arkeolojik kazı gibi yolsuzluk kazısı yapmaktayız.”
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanı Serra Bucak, kayyım döneminde olan bitenlere dair bulgu ve keşiflerini anlatırken bu cümleyi kurdu. Diğer eş başkan Doğan Hatun da aynı dönem için şunu söyledi: “Kayyım sürecinde TMMOB üyesiydim. Kayyımın her hareketini izledik. Çok iyi izlediğimizi sanıyorduk, Belediye’ye (başkan olarak) girince gördüm ki yüzde 1’ini bile izleyememişiz.”
Diyarbakır’da gazetecilerle bir araya gelen eş başkanlar, 2016-2024 arasında kentin belediyesine reva görülen kayyım yönetiminin yol açtığı tahribatın büyüklüğünü anlatırken bu ifadeleri kullanıyorlardı. Tahribatın kan dondurucu bir örneği 31 Mart 2024 günü, yani seçim günü yaşanmıştı: Kayapınar’da bir binanın çatı katında yangın çıkmış, itfaiye de müdahaleye koşmuştu. Yangın sırasında bir itfaiye erinin elbisesi tutuşmuş, yaralanmıştı. Diğer bir er de halatla aşağı inerken düşüp yaralanmıştı.
KAYYIM TAHRİBATI
Doğan Hatun anlatıyor: “İşin arkasını deşince vahim bir manzarayla karşılaştık. Kayyımlar tecrübeli itfaiyecileri görevden almış, yerine gelenler için gerekli eğitim ve talimleri de yaptırmamıştı. Ama bundan ibaret değil. İtfaiye için giysi alım ihalesinde erlerin giysilerinin birinci kalite olması gerekiyor, yanmaya dayanıklı elbise olması gerekiyor. Fakat ihaleyle alınan elbiseler şartnameye uygun değil. Olması gereken birinci kalite, gelen üçüncü kalite.”
Kayyımların ilk işlerinden biri işe yarar görevlileri işten atmaksa ikinci işi de yerlerine rasgele alım yapmak. 2016’da ilk kayyım atandığında belediyenin 1000’den biraz fazla personeli varmış, sekiz yılda bu rakam 4000’in bulmuş. Kimi çifter maaş alan bu atamalarda kimin ne iş yaptığını bulmak bile “arkeolojik çalışma” gerektiren bir iş. Atamaların bir boyutu da “ithal bürokrat” yani kentle ilgisi olmayan, kenti, kentliyi bilmeyen, dahası bilmek de istemeyen kişiler. Bu şekilde atanan faydasız, gereksiz kadroları işten uzaklaştırmak zor, çünkü mahkeme derhal iadelerine karar veriyor. Oysa belediyenin hukuki başvurularında en haklı talep bile mahkemelerden hemen dönüyor.
HALKIN DERİN MUTSUZLUĞU
Altyapı tahribatı nedeniyle meydana gelen en yoğun şikayet susuzluk ve yol-ulaştırma sorunları. Kayyımlar borç ödememiş ama borç bırakmış, bazı belediyelerin yirmi yıllık gelirinden fazla borçları oluşmuş. Yatırım diye yapılanlar halka yarar işler değil, kimi kişilere yarayan, toplumu düşünmeyen işler, kendin geliri betona gömülmüş. Yeşil alanlarda sekiz yılda gözle görülür bir kayıp var. İstatistikler çarpıcı, ama asıl olan halkın mutsuzluğu.
“Kayyım döneminde kurumlar tahrip ediliyor, altyapı tahrip ediliyor, kurum içindeki kültür tahrip ediliyor, halkla ilişkiler tahrip ediliyor. Seçmende duygusal kırılma yaratılıyor.” Nedir duygusal kırılma denilen şey? Toplantıya katılan DEM Parti milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, “Duygsul kırılma ne demek” sorusuna cevaben anlatıyor:
“Parti açıyorsunuz kapatıyorlar, eş genel başkan hapse atılıyor, belediyeye kayyım atanıyor, niye hâlâ seçimlere giriyor, milletvekilliği yapıyorsunuz sözlerini çok sık duyar olduk. Bu daha önce yaşadığımız bir şey değildi, 7 Haziran’dan kısa süre önce mitinge bomba atıldı, yaralılar o halleriyle oy kullanmaya geldi. Şimdi sokaktaki herkes siyasi iktidarın Kürt’ün iradesini yok saydığını düşünüyor. Duygusal kırılmadan kasıt bu. Halk iradesinin tanınmamasından şikayetçi.”
KAYYIM ARKEOLOJİSİ
Kayyım atamaları ilkin 2016’da “olağanüstü hal kararnamesi” ile başladı, sonra bu kararname kanun haline getirildi. 2019 seçiminden sonra çok kısa sürede ikinci kayyım dalgası başlatıldı. Şimdi 2024 seçimi sonrası üçüncü dalganın içindeyiz.
Fakat üçüncü dalga demek aslında doğru değil, Kürt illerinde kayyım meselesinin bir başka arkeolojisi daha var, şimdi yaşadığımız aslında beşinci dalga. Geriye doğru gidersek bütün Türkiye’de belediyelere istediklerini atayan 12 Eylül generallerini görürüz. Fakat ondan öncesi var, 1930-1950 arası, bugünü anlamak için o tarih aralığı daha önemli.
Kanunu 1927’de çıkarılan “Umumi Müfettişlik” kapsamına ilkin sekiz il alındı: Elaziz, Urfa, Bitlis, Hakkari, Diyarbekir, Siirt, Mardin ve Van. İki yıl sonra o zaman il olan Bayazıt da eklendi. Bu “Birinci” müfettişlikti, ikincisi 1934’te Trakya’da kuruldu. Üçüncüsü 1935’te, kapsam: Erzurum, Kars, Gümüşhane, Çoruh, Erzincan, Trabzon ve Ağrı. Dördüncü 1936 idi, Dersim odaklı kuruldu: Bingöl, Tunceli, Elaziz. Umum müfettişlikler hükümet yetkilerini taşıyan, hem merkezin taşra idaresi hem de yerel yönetim yani belediye üzerinde istisani yetkiler kullanan, yani “olağanüstü hal” mantığıyla iş gören kurumlardı. Hedef, “Doğu ve Güneydoğu” illerinde devletin varlığını en güçlü biçimde hissettirmekti. Yani bunlar gerçekte “kolonyalist” bir mantığa dayalı kurumlardı ve “merkezin iradesi”ni bölge halkının iradesinin üstüne mutlak biçimde yerleştirmeyi amaçlıyordu. Başka türlü söylersek, “anti-Kürt” nizamın idari mekanizmalarıydı. İlk müfettişlik oluşturulduktan sonra 1930’da belediye kanununda “kayyım” atamasını mümkün kılan değişiklik yapıldı; değişikliğin gerekçesi Dahiliye Encümeni (bugünkü içişleri komisyonu) tarafından şöyel formüle edilmişti: “… reislik vazifesini ifa edecek derecede tahsil görmüş hemşehrilere henüz malik olmayan şarkındaki belediyeler”de vali veya kaymakamlar reis olarak atanabilecekti. Cümle, kolonyalist perspektifi kamilen ifade eder: Henüz belediyeyi (kendini!) idare etmeye ehil olmayan şarklı (yerli) figürünün tasviridir bu. İradesinin olmadığı varsayılır ama zaten iradesinin olması da istenmeyen biridir bu.
Kars mebusu Ağaoğlu Ahmet bey tasarı düzeyindeyken itiraz etti, devletin bile sahip olmadığı bir yetki valiye, kaymakama veriliyordu. Fakat kanun Meclis’te görüşülürken bu itiraz duyulmadı, kimse söz alıp konuşmadı. Anlaşılır bir sessizliktir bu da: Mesele “belediyecilik” değil, Kürt meselesidir ve öyle her önüne gelen vekil söz söyleyecek değildir.
Aynı yıl, yani 1930’da Ağrı isyanı bastırıldıktan sonra kayyım atamalar yağmur gibi geldi; ikisi il olmak üzere 42 yere kayyım atandı. Tek parti dönemi boyunca bu kanuna dayanılarak 109 yere kayyım atandı, bunun 90’ı “doğu ve güneydoğu” il, ilçe ve beldeleriydi.
Hasılı kelam kayyım meselesi, AK Parti (veya Cumhur) iktidarının diktatöryel arzularının icat ettiği nevzuhur bir iş değil, cumhuriyetin başından beri Kürt meselesi ekseninde geliştirilen kolonyalist pratikler repertuvarında yer alan, denenmiş bir yöntemin tekrarıdır esasen. “Kendi kaderini tayin hakkı”nın Kürtlere haram edilmesi amacını taşıyan bir uygulama. Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanlarının anlattığı yıkımcıl manzaranın sebebi de burada yatıyor: Kayyımlar “iyi belediyecilik yapma” gayreti yerine belediyeyi, kenti ve belediye-kentli ilişkisini tahrip etmeyi hedef alacak biçimde hareket ediyorlarsa, sadece son 22 yıllık iktidarın çalışma yöntemlerinin içselleştirdikleri için değil, kayyım pratiğinin temelini oluşturan kolonyalist tutumu içten benimsedikleri içindir.
NOTLAR
1
Eş başkanların anlattığı manzaranın bir özeti için bakınız.
2
Tek parti dönemi kayyım uygulamaları için bakınız.
Bu çalışma kayyım uygulamasına eleştirel bir bakış getirmese de, hem tek parti dönemini hem şimdiki kayyım uygulamasına karşı çıkmayı bırakın destekler bir tutum sergilese de, dönemin uygulamasının mevzuat gelişimi ve uygulamaya hakim fikirlerin temelini göstermesi açısından gayet iyi bir iş.
3
Bilenler hemen bilecektir, başlık Ahmed Arif’in ünlü şiirine atfen atıldı: Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe Ninnisi.
Hani, şu dizelerin yer aldığı şiir:
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü…
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü…