Diyanet İşleri Başkanlığının kapatılması fikri savunulunca; Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği fetvalara ve son zamanlarda kamuoyunda yer alan görüşlerine karşı olan hatta onlardan büyük rahatsızlıklar duyanlar bile aman Diyanet kapatılmasın diyor. Çok ilginç! Hem iktidar partisi hem muhalefet partisi hem muhaliflerin hem de dindarların çoğu Diyanet kapatılmasın diyor.
Diyanet kapatılsın diyenler çok azınlıkta kalıyor. Hem rahatsızlık duyuyorlar hem de aman kapatılmasın diyorlar. Neden diye sorduğunuzda ise camiler cemaatlerin eline geçer irtica alır başını gider, camilerde örgütlenirler her cemaat bir camiyi ele geçirir hiç olmazsa Diyanet ile devletin onları kontrol etmesi gerekir diyorlar. Yani iş dönüp dolaşıp devlet olmaya ve devlet katından dünyaya, kurumlara ve hadiselere bakmaya gelince hepsi otoriter, totaliter ve devletçi kesiliyor.
Bugün muhaliflerin birçoğuna göre eğer kendilerinin görüşlerini dile getirecek, liderlerini övecek, istedikleri tarzda konuşacak, sularına gidecek bir Diyanet İşleri Başkanı olursa bundan gayet memnun olacaklar. İşte Türkiye’nin kadersizliği, talihsizliği, şanssızlığı bu. Muhalefetteyken istediğiniz gibi konuşabilirsiniz, atarsınız, tutarsınız, eleştirirsiniz yeni bir Türkiye, yeni bir dünya tasavvuru falan savunursunuz ama Ankara’ya gidip de koltuklara oturunca mecburen değişirsiniz. Devletin kırmızı çizgileri vardır onun dışına çıkamazsınız, çıkartmazlar. Bunlardan bir tanesi de diyanetin kaldırılamayacağı konusudur.
Kimi Atatürkçüler diyor ki; Diyaneti Atatürk kurdu biz bunu kaldırmaya yanaşamayız. Atatürk’ün kurduğu bir kurumu nasıl kaldırabiliriz? Kimileri de diyor ki; hiç olmazsa Diyaneti elimize geçirerek bizim görüşümüz de veya bizim görüşümüze yakın görüşte olan bir hocayı Diyanet İşleri Başkanı yaparak bu irticayı onunla kontrol altında tutarız. Yani özgürlük kimsenin umurunda değil gerçek anlamda Demokratik Cumhuriyet nasıl olur kimsenin derdinde değil hatta laiklik falan da kimsenin derdinde değil. Önemli olan iktidar, muktedir olmak devleti ele geçirmek ve kontrol altında tutmak. Her iki tarafta bunları düşünüyor bu zihniyetle Türkiye zerrece ilerleyemez.
Diyanet’in neden kaldırılması gerektiğine dair birkaç gerekçe sıralayacağım;
Birincisi, Diyanet İslamiyet’e terstir. İslam’da Diyanet diye bir kurum olamaz neden çünkü İslam’da din adamları sınıfı yoktur. Sarığıyla, cübbesiyle diğer insanlardan ayrışıp ortalıkta dolaşacak dini temsil eden bir kişi veya kurum yoktur. Peygamber özel olarak kendine mahsus bir peygamberlik kıyafetiyle, Peygamberlik cübbesi sarığıyla dolaşmamıştır. Bu din adamının kıyafetidir diye halktan ayrı bir kıyafet giymemiştir ve kendisine bir din adamı sınıfı konumu vermemiştir. Peygamber esasında tapınakta da hiç konuşmamıştır. Aslına bakarsanız Peygamber o günkü topluma göre gayet seküler birisidir. Camiye gitmiyor, camide vaaz vermiyor.
Daha önce Mekke’de müşriklerin Kâbe etrafında yaptığı dualara, kurbanlara katıldığı hiç görülmemiş, müşriklerle beraber Kâbe’nin etrafındaki ibadetlere, seremonilere, merasimlere katılmayan biri.
O günkü Mekke’deki dini topluma göre Peygamber, dinle ilişkisi olmayan hatta dışında duran halktan birisiydi getirdiği sistemde de din adamları sınıfı yoktu ve peygamberliği ve din adamlığını bir sınıf olarak görmedi.
İslamiyet’te namaz kıldırması için kimseye maaş verilemez, maaşla namaz kıldırılamaz, din ile Allah arasına aracı olarak kimse giremez ne bir kişi ne de bir kurum İslamiyet’i temsil edemez, İslamiyet bizden sorulur diyemez, biz hak yoldayız geri kalan herkes batıl yolda diyemez, İslam’ın bir din adamları temsilcisi olamaz. İslamiyet bunların hepsini kaldırmıştır.
Hristiyanlıkta ve Yahudilikte din adamları sınıfı vardır. Elbiseleriyle kaftanları ile cübbeleriyle siyah giysileriyle haftalık olarak tapınaklarda yaptıkları ibadetlerle günah çıkarmaları ile din adamları sınıfı vardır. Mecusilikte, Hinduizm de İslam’dan önce ne kadar din varsa hepsinde Budizm’e kadar tapınaklar ve o tapınakların temsilcisi din adamları sınıfı var.
İslam dinler tarihinde bir reform olduğu için bütün bu din adamları sınıfını kaldırdı. Peygambere dedi ki; sen muhafız din bekçisi değilsin, sen bir zorba satır sallayan bir zorba değilsin ve sen vekil değilsin. Allah ile insanlar arasında insanların vekili olarak Allah’a onların dualarını niyazlarını ileten, Allah’ın vekili olarak da yeryüzünde konuşan birisi değilsin. Sen sadece bir haberci ve elçisin. Getirdiğin haberlerden ve elçilik görevlerinden sen kendinde sorumlusun diğer insanlarla eşitsin. Bu nedenle peygamber “ben Allah’ın elçisi ve kuluyum ben de sizin gibi bir insanım sizden hiçbir farkım yok. Bana sadece Allah vahiy gönderiyor” demiştir. Yani sınıfsal hiçbir statüsü yoktur.
Sınıfsal herhangi bir statüyü İslam’a getirip yerleştirmek veya bunu çağrıştıracak bir kurum ayriyeten namaz kıldıranlar, hutbe okuyanlar, din adamı kıyafetiyle gezenler bir din adamları sınıfı olamaz. Diyanet her ne kadar kendisine din adamları sınıfı demiyorsa da başka hiç kimsenin giymediği din adamı kıyafetiyle diyanet işleri başkanı ortalarda dolaşıyor ve camilerde imamlar parayla cübbeyi giyip namaz kıldırıyor. Bu İslam’a terstir İslam’da böyle bir şey olamaz.
İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı mevcut Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından baktığınız zamanda miadını doldurmuş bir kurumdur. Evet Atatürk zamanında gerekli görmüş kurulmuş, Osmanlı’dan cumhuriyete geçişte böyle bir kurum olması gerekli görülmüş ve bir geçiş dönemi olarak böyle bir kurum ihdas edilmiş.
Hatta buna bakarak şöyle de diyebiliriz; aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisi, 1920’lerden itibaren Türkiye Cumhuriyeti fikri Osmanlı’dan sonra aslında Osmanlı’nın bir devamıdır. Kültürel anlamda daha çok dini anlamda devamıdır. Her ne kadar saltanat kaldırılmış Cumhuriyet ilan edilmiş olsa da devlet gelenekleri, din gelenekleri ve ana kültür mecra, dini ve tarihsel kültür mecra olarak onun bir devamıdır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisi İslam’ın modernist bir yorumudur. İslam’a bir yorum getirilmiştir ve saltanatın olmadığı hilafetin olmadığı ama dinin olduğu camilerin olduğu ezanların okunduğu ama dinin devletten ayrıldığı hocaların olduğu Diyanet’in olduğu Türkçe ezan Türkçe ibadetlerin yapıldığı bir yorum. Bu İslam’a modern bir yorum getiriyor ve bundan sonra din böyle olmalı toplumda deniliyor. Yani bunu böyle tamamen bir dinsizlik olarak göremeyiz kendince bir din anlayışı var ve dine böyle bir yorum getiriyor.
Diyanette bu çerçevede, bu yorumun bir parçası olacak kurum olarak düşünülmüş, eski Şeyhülislamlık Diyanete dönüştürülmüş ve o şekilde devam ediyor. Şu anda geldiğimiz nokta itibarıyla Diyanet teşkilatı bahane edilerek zaten o korkulan şeylerin hepsi olmuş vaziyette, cemaatler bırakın camileri ele geçirmeyi devleti ele geçirmiş vaziyetteler.
Diyanet’in irticayı kontrol edeceği onların tehlikeli olmalarına mani olacağı iddiası tamamen çökmüştür. Çünkü Kemalist elitistlerin tabiriyle irtica diyaneti değil devletin kendisini tamamen ele geçirmiş hala diyanetle irticayı kontrol edelim diyorlar.
Üçüncüsü; laikliğin tam uygulanışı açısından Diyanetin kaldırılması gerekiyor. Çünkü özgürlükçü laiklik devletin bir dininin mezhebinin veya inancının olmaması yani bunlara dayanmamasını gerektiriyor. İslam kültürüne göre de devletin illa bir dini olacaksa bu adalet olabilir. Devlet bunun dışında herhangi bir şeyi din olarak, mezhep olarak, inanç olarak kabul edemez, onun işi gücü adaleti sağlamak olmalıdır. Yani herkese eşit mesafede durmak, kimseyi ayırmamak, kayırmamak, bağımsız ve tarafsız olarak kamu hizmetlerini yerine getirmek devlet dediğiniz bu kadar.
Türkiye’de eğer gerçekten özgürlükçü laiklik olacaksa bu İslam’la bağdaşır. İslam’ın içerisinde insan haklarının, demokrasinin, laikliğin hatta sosyalizmin yer alabileceğini bunlarla İslam’ın felsefi ve teorik temellerinin uyum içinde olabileceğini savunuyorum. Çağlar değişiyor, kurumlarında bir yorum yapılarak çağa uyumlu hale getirilmesi birbirinin özünü mahiyetini değiştirmeden her iki tarafın da ortak olduğu yönleri buluşturulması gerekmektedir. Yoksa İslam’da reform peşinde değiliz. Sadece İslam’ın özündeki Evrensel değerlerle modernizmin veya laikliğin veya sosyalizmin veya insan hakları ve demokrasi teorilerinin özündeki benzerliği yakalıyor ve birbirleriyle uyumlu hale getiriyoruz hepsi bu. Bunu yapmak aslında gayet kolay iki tarafında değişmesine gerek yok ortak yönleri bulacaksınız. İslam’da bu açıdan laiklikle bir yere oturur.
Özetle; Peygambere 3 şey yasaklanıyor, İslam’da özgürlüğün de laikliğin de demokrasinin de temeli burasıdır. Peygambere deniliyor ki sen bir muhafız din bekçisi değilsin, sen bir zorba insanlara istediklerini zorla yaptıran satır sallayan bir musaytır değilsin ve sen bir vekil değilsin.
Buradan yola çıkarak temsili demokrasi değil, vekalete dayanan milletvekilliğine dayanan doğrudan demokrasi, yerinden yönetim ön gördüğünü bile söyleyebiliriz. Buna Medine Sözleşmesi temelinde bir yorum getiriyoruz.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye aslında tam laik bir ülke değil, bizantis bir ülkedir. Yani Bizans devletindeki din-devlet ilişkileri Osmanlıya geçmiş, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçmiş ve Cumhuriyette de bu bizantis ilişki devam ediyor. Bu ne demek devletin dine egemen olması, dinin devletin güdümüne verilmesi ve kitleleri yönetmek için devletin dini kullanması demek. Laikliğin olması için diyanetin olmaması gerekir. Özgürlükçü laikliğin olması için devletin bütün dinler karşısında eşit mesafede durması gerekir. Adaletten başka hiçbir şeyi dini inancı ve öngörüyü ve ön kabulü kendisine yasa olarak veya ilke olarak kabul etmemesi gerekir.
Son olarak, Diyanet kapatılırsa camilerin irticanın ele geçireceği iddiasıdır. Dini grupları kontrol etmek için devletin din kurumuna ihtiyacı var gerekçesidir. Bu da yersizdir çünkü camiler olacaktır. Diyanet’in kapatılması; camilerin kapatılması, ezanın susturulması, dinin ortadan kaldırılması demek değildir. Din yaşayacak camiler olacak ezanlar olacak din adına her şey olacak ama Diyanet olmayacak. Camilerde hocalar konuşacak, camiler birliği, camiler federasyonu gibi kuruluşlarda olabilir ama bunların hepsi devletten ayrı olacak ve devlet bunlara sadece yasalar çerçevesinde denetleyip muamele edecek. Buralarda yasalara aykırı hareket eden olursa herkes gibi mahkeme yolu onlara da açık olacak ve yargılanacak.
Sonuç olarak; bana göre ilk etapta kaldırılması gereken 4 kurum var. Diyanet, RTÜK, TRT ve YÖK tepeden kontrol eden kurumlar. Bu kurumların ve bu kurumların sahası alanında iş yapanların özgürleşmesi için bekçilik, muhafızlık, dayatma, kontrol, vekalet ve vesayet kurumlarının kaldırılması gerekiyor. Bunların başında da saydığım gerekçelerle Diyanet geliyor.