Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa süre sonra, Hilafet’in kaldırılması ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin lağvedilmesiyle birlikte din işleri ile ilgili hizmetleri yürütmek” üzere, dinin devlet eliyle denetim altında sürdürülmesi için kurulmuştur.
Osmanlı’da dinî otorite, hem Şeyhülislamlık hem de Şer’iye Vekâleti tarafından yürütülüyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi doğrultusunda, dinin devlet işlerinden ayrılması hedeflenirken, dinin toplumsal alandaki düzenleyici rolünün tamamen boş bırakılmaması için Diyanet kuruldu. Diyanet, bir yandan laiklik ilkesine uygun bir çerçevede din hizmeti sunmayı amaçladı, diğer yandan dinî otoriteyi merkezileştirip denetim altına aldı.
Laiklik ise din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır. Devlet hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini toplantıya iştirak etmez, ama halkın dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle yükümlüdür.
Türkiye Laik Bir Ülke mi?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesi, Türkiye’yi “laik bir devlet” olarak tanımlar. Laiklik, 1937 yılında Anayasa’ya resmen girmiştir.
Peki Gerçekten Laik miyiz?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Varlığı ve Yapısı
Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, doğrudan devlete bağlıdır. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden dini doğrudan organize eder. Dinî sembollere izin vardır ama bazı dönemlerde (örneğin başörtüsü yasağı) sınırlamalar olmuştur. Diyanet sadece Sünni-Hanefi İslam anlayışını temsil eder. Bu yapı, devletin dini doğrudan kontrol etmesi ama aynı zamanda o dinin tek bir yorumunu yüceltmesi anlamına gelir. Alevilik, Şiilik, Yezidilik, Hristiyanlık gibi diğer inançlar bu yapı içinde temsil edilmez. Diyanet’in doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması ve artan bütçesi, “devletin din lehine taraf olması” nın göstergesidir.
İlkokuldan itibaren “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi zorunludur. Bu ders Sünni- Hanefi İslam eksenlidir. Yani devlet tek bir mezhebi ön plana çıkarır ve tarafsız davranmaz. Zaten derslerde tarafsızca Kur’an ayetleri de anlatılmaz. Sünni-Hanefi mezhebe ve onların anlayışına göre ve çok az şekilde Kur’an anlatılır. Türkiye’de laiklik, Fransız tipi “devletin dinden tamamen bağımsızlığı” değil, daha çok devletin dini kontrol altına aldığı bir “dinin yönetimi” modeli şeklinde işler. Bu nedenle Türkiye’deki model “dinsel çoğulculuğa kapalı, kontrollü laikliktir. Eğer devletin bir din işleri kurumu varsa ve bu kurum yalnızca belirli bir mezhebi temsil ediyor, buna rağmen o devlet kendini laik ilan ediyorsa, bu durumda o laiklik “sınırlı”, “denetleyici” ya da “nötr olmayan” bir laikliktir. Yani adına “laik” denilir ama gerçekte “çoğulcu, tarafsız, evrensel” bir laiklik değildir.
Aslında bu ‘’laiklik’’ değil, ‘’Seküler din hizmeti”, “Devletçi İslam”, “Kontrollü dinî alan” ya da“Sünni mezhebi devlet dini gibi sunan laiklik” diyebiliriz. Türkiye hukuken laik bir devlettir, ama fiilen laiklik ilkesi “eşitlikçi” ve “tarafsız” bir şekilde uygulanmamaktadır. Yani bu durum, laikliğin evrensel tanımıyla çelişmektedir.
Olması Gereken;
Devlet hiçbir dini veya mezhebi resmi olarak desteklemez. Devlet, tüm dinlere ve inançsızlığa eşit mesafede durur. Bireylerin inanç ve ibadet özgürlüğü güvence altındadır. Kamu kurumları dine göre şekillenmez, din kurumu devlet kurumu olmaz.
Gerçekte Olan;
Diyanet, yalnızca İslam’ın Sünni-Hanefi yorumunu esas alır. Cuma hutbeleri, dua metinleri, vaazlar hep bu mezhebe göredir. Başa gelen hükümetin siyasi görüşlerine göre vaazlar şekillenir. Alevilik, Caferilik, Şiilik, Hristiyanlık, Yahudilik gibi başka inançlar Diyanet’te temsil edilmez. Dev bütçesi (2025’te birçok bakanlığı geçmiş durumda), sadece Sünni hizmetlere harcanır. Ancak Türkiye’ de tek mezhep yoktur. Örneğin Türkiye’de Alevilerin sayısı 10 milyon ila 25 milyon arasında tahmin edilmektedir. Bu kadar kişinin inancına saygı duyulmayıp Alevi vatandaşların ibadethanesi (cemevi) resmen tanınmamaktadır. Diyanet tarafından desteklenmemektedir. Diyanet’in hizmetlerinden gayrimüslimler veya diğer mezhep mensupları faydalanmamaktadır. Din derslerinde Sünni mezhepleri öğretilip diğer mezhepler ya çok yüzeysel ya da hiç öğretilmemektedir.
Bir Ulus Devlet Projesi Olarak Laiklik ve Diyanetin Kullanılması
Buradaki amacın dini milli bir çerçeveye koymak olduğunu söyleyebiliriz. Diyanet, Resmî İslam yorumunu tanımlama aracıdır. Bu, çok mezhepli Osmanlı yapısından tek tip ulusal kimliğe geçişin bir parçasıdır. Amaç: Türk-Sünni yurttaş prototipi oluşturmak ve dinî farklılıkları azaltmaktır. Dini, çok kimlikli Osmanlı yapısından çıkarıp, kontrollü, tek tip ve milliyetçi bir kalıba sokmak için kurulmuştur. Bu yönüyle Diyanet sadece bir din hizmeti kurumu değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir araçtır. Azınlıklara saygı duyulmamış, bu sistemin dışarısında kalmışlardır. Milli Eğitim ve Diyanet birlikte ulus kimliğini inşa etmiştir. Din dersleri ve hutbelerle “makbul yurttaş” profili oluşturulmuştur. Din, milliyetçilikle iç içe bir yapıya dönüştürülmüş, “Türk = Müslüman = Sünni” fikri yaygınlaştırılmıştır. Diyanet bu sürecin hem eğitimsel, hem ideolojik aracıdır. Ulus-devlet projesi, tek dil, tek din, tek kimlik temelindeydi. Diyanet bu hedefe dinî alanı tek tipleştirerek katkı sunmuştur. Kürtçe vaaz, Alevi ibadeti, gayrimüslim ihtiyaçları bu yapıya dahil edilmemiştir. Yani ‘’Devlet İslamı’’, ‘’Milli Din’’, ‘’Yurttaşlaşmış İslam’’ ve ‘’Diyanet İslamı’’ oluşturuldu.
Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cuma hutbeleri, zaman zaman devlet politikalarını destekleyen mesajlar içerebilmektedir. Bu durum, hutbelerin sadece dini içerikli değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasi mesajlar da taşıdığına işaret etmektedir. Bu her hükümette böyle olmuştur. Hutbelerin sadece dini rehberlik değil, aynı zamanda toplumsal yönlendirme aracı olarak da kullanıldığını göstermektedir.
Fransa ve Abd’de Laiklik Örnekleri
Fransa modelinde Din kamusal alandan dışlanır. Devlet dinle tamamen ilişkisini kesmiştir. Devlet, dine mali destek vermez, din adamlarının maaşını ödemez. Okullarda din dersi verilmez, öğrencilerin dinî sembol (başörtüsü, haç, kipa vs.) takması yasaktır.
Abd modelinde; Devlet herhangi bir dini desteklemez, bir devlet dini yoktur. Dinî gruplar özgürce örgütlenebilir ve faaliyet gösterebilir. Okullarda devlet eliyle din eğitimi verilmez; ama özel okullarda serbesttir. Dinî semboller bireysel olarak serbesttir (örneğin okulda haç, başörtüsü, kipa serbesttir).
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Bütçesi
Diyanet İşleri Başkanlığı‘na 2025 yılı için ayrılan bütçe: 130 milyar 119 milyon TL Bu, geçen yılki 91 milyar 824 milyon TL‘lik bütçeye göre yaklaşık %41‘lik bir artış göstermektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı; Ticaret, Dışişleri, İçişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlıkları’nın bütçelerinin toplamından daha fazla bir bütçeye sahiptir, Bununla birlikte, Diyanet’in bütçesinin büyüklüğü, sadece din hizmetleriyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda toplumsal ve kültürel yönlendirme işlevi de üstlendiğini düşündürmektedir. Bu durum, devletin ideolojik araçlar kullanarak toplumu şekillendirme çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren günümüze kadar Diyanet’e trilyonlarca TL bütçe ayrılmıştır.
Diyanet’e Ayrılan Parayla Ne Yapılabilirdi ?
Diyanet’in 2025 bütçesi yaklaşık 130 milyar TL civarındadır. Bu para, devletin sosyal yardım bütçesi ve diğer sosyal politikalarla karşılaştırıldığında oldukça büyük bir kaynaktır.
Bu bütçe ailelere aylık temel gelir desteği verilebilirdi. Örneğin 13 milyon aileye aylık 1000 TL destek sağlamak mümkün olurdu. Fakirlerin sağlık harcamaları karşılanabilir, ücretsiz sağlık hizmeti kapsamı genişletilebilirdi. Sosyal konut projeleri için depremzedeler için devasa yatırımlar yapılabilirdi. Maddi durumu yetersiz çocuklara burs ve destekler artırılabilirdi. Gıda bankaları, ücretsiz dağıtımlar ve erzak yardımları yapılabilir. Fakirlerin istihdamını destekleyen meslek eğitimleri ve işsizlik destekleri genişletilebilirdi. Yardım edilmiş fakirlik değil, yok edilmiş fakirlik için büyük bir adım olurdu.
Yani; Diyanet’in bütçesi tamamen sosyal yardım ve yoksullukla mücadeleye yönlendirilseydi, Türkiye’de yoksulluk oranları ciddi oranda azaltılabilir ve yaşam standartları iyileştirilebilirdi. Ayrıca sosyal yardımlarla toplumsal eşitsizliklerin azalması, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliğinin artırılması sağlanabilirdi. Diyanet başkanının 2024 verisine göre günlük 25.000 tl kiralama bedeli verdiği araç bedeliyle bile birçok fakir doyardı. Yaklaşık 20 milyon TL’lik araçla gezen başkanın yanında karşılaştırma olarak Papa’nın 1 milyon TL’lik araçla gezdiğini hatırlatalım.
Sonuç olarak
Meseleye Kur’an’i yönden baktığımızda zaten ‘’Dinde zorlama yoktur’’ ayetinden hareketle insanların dini yönelimine karışmak, onu bir kalıba sokmak ve belirli mezhep görüşlerini empoze etmek günahtır. Bundan para kazanmakta, günahtır. Laik bir ülkede Diyanet’in olması zaten laikliğe tezatlıktır. Her insanın inancına saygı duyulmalıdır. Eşit imkân sağlanmalı ve dışlayıcı olunmamalıdır. Meal yasaklatmak, başka dini görüşleri reddetmek, Diyanet meslekleri ve bu meslekteki bireylerin devletin verdiği maaşla, devletinde o maaş için vergi toplarken yani başka mezheplere inanan olsun, inanmayan olsun, barların, gece kulüplerinin, şans oyunlarının (kumar) vb. Vergisiyle bu maaşları ödemesi etik değildir. Eskilerdeki gibi vakıf sistemi kurulabilir. Gönüllüler kendi ceplerinden masrafları karşılayabilirler. Bana göre uygun olan bunun ücretine de gerek yoktur. Gönül esaslı olmalıdır.