- Makyavelizm
Kur’an, Makyavelist tipten nefret eder. Çünkü bu tip her yolu mübahlaştıran[1] biridir. Makyavelist tip amaç ve çıkarına ulaşmak için dîn, ahlâk, hukûk, kardeşlik, özgürlük, emek ve siyaseti tepe tepe kullanan kimsedir. Ayrıca her şeyi kullanılabilir gören ve her şeyin bir fiyatı olabileceğini düşünen kimsedir, “Her yol mübahtır.” diyebilendir. Amaç için yasak cinsel ilişkiye girmek, imam gibi görünmek, komünizmi savunur gibi görünmek, hacca gitmek, meyhanecilik yapmak, “Dün dündür/bugün bugündür/yarın da yarındır.” demek ve tam bir bukalemun tavrı ortaya koymak Makyavelizm niteliğidir. Bu tipin gerçek bir yeri olmaz, güç ve çıkar neredeyse orada bulunur. Bugünün dünya politikası ve siyaset ilişkileri de bu anlayışla yapılmaktadır. Makyavelizm’e tam omurgasızlık, ilkesizlik ve onurusuzluk diyebiliriz. Kur’ân’ın tanıttığı elçi Muhammed, omurgalı duruşuyla övülmüştür.[2] Hiçbir peygamberler firavun ve nemrutlar gibi “Siyasetin gereği böyledir. Yerine göre yalan da söylenir, halk da kandırılır, gerçekler de saptırılır, inançlar da kullanılır, sanal düşmanlar da üretilir, katliamlar da yapılır, yalancı kutsallar da üretilir.” dememiştir.
- Egoizm
Ünlü yazarlardan Albert Camus ve Jean Paul Sartre gibi düşünürler dünyaya hippi[3] ve isyancı gençlik[4] modeli dışında bir çözümleme getiremediler. Albert Camus, yazdığı ünlü Caligula adlı trajedisinde kişinin “İçinden geldiği gibi yaşamak da bir çözüm yolu değildir.” fikrini savunmak durumunda kalmıştır. Yani sorumsuz bir ego-santrizmin[5] insanı mutlu etmeyeceği vurgulamıştır. Hâlbuki içimizde sos[6] görevi yapan sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve aklın işaretlerini takip ettiğimiz sürece egoist davranışların tuzağına düşmeyiz.
- Akıl
Katolik Kilisesi’nin “Zaman ve mekâna göre değişmeyen değerler vardır.” tezine bir tepki olarak yazılan Güliver’in Seyahatleri adlı roman “Ölçüyü akıl belirler.” tezini ortaya atmıştır. Ancak savaşların durmaması, sömürünün bitmemesi, egoların daha da hrçınlaşması gibi olgular vicdân ve sağduyu ile kontrol edilmeyen aklın çözüm getirmeyeceğini göstermiştir. Akıl çok şeydir ama her şey değildir. Akıl; sevgi, merhamet, eşitlik ve özgürlük duygularıyla yönlendirilen bir karakter kazanırsa vicdânî değerlere hizmet aracına dönüşür, yoksa önüne geleni yok eden bir canavar olur. Kur’an’daki yedi yüzden fazla dillendirilen akıl vurguları kâlpsiz dünyayı kâlbin referanslarıyla inşa edecek bir akla yöneliktir.
- Stendhal, Charles Dickens ve Knut Hamsun
Kur’an anlatılarıyla uyumlu olan, insan ve toplum gerçeğini anlatan Batılı önemli yazarlar vardır. Bunlardan biri olan Fransız düşünür Stendhal, toplumla uyuşamadığından dolayı toplum dışı kalan ancak kişiliğini güçlü ve azimli kılan tipleri anlatırken sanki bir peygamber tipolojisi çizmektedir. İngiliz düşünür Charles Dickens, ahlâkçı, eleştirel gerçekçi ve psikolojik yaklaşımlar sergilerken tam bir sosyal reformculuk göstermiş; yatılı okul, hastane, fabrika ve emek sömürüsünü dillendirişinde Kur’ânî bir tavırla ortaya çıkmıştır. Norveçli düşünür Knut Hamsun, toplumdan bireye doğru yapılan baskıları ele alırken çok ciddi psikolojik analizler ortaya koymasıyla modern bir trajik durum sergilemiştir. Bu trajik çatışma sahâbe denilen ilk devir insanlarının da iç çatışmasıydı. Sahabeler de savaş meydanlarında babası, oğlu, kardeşi, dayısı ve amcasını öldürerek bir yandan özgürlük mücadelesinin bedelini öderken öte yandan psikolojik yakınlığın verdiği acıyla iç içe yaşıyorlardı.
- Sahabe
Sahâbe, sohbet arkadaşı demektir; elçi Muhammed’in etrafında bulunup ona yoldaşlık eden, onun mesajlarını paylaşan ve onun getirdikleri için mücadele veren kimsedir. Elçi Muhammed’in ölümünden sonra yakın ve uzak çağlarda doğan herkes Muhammedî mesaja karşı ilk devirdeki sohbet arkadaşları gibi sahip çıkarsa o da sahabe diye adlandırılır. Peygambere yakınlık soy ve çağdaşlık olmayıp değer ve mücadele birliği ortaklığıdır. Üstelik elçi Muhammedle tanışmasına ve onunla yoldaşlığa söz vermesine rağmen sözüne sadakat göstermeyen bir hayli insan vardır. Sahabeyi Tanrısal değerler için çabaladıkları ve vicdân elçisi Muhammed’e sadakat sözü verdikleri için en üstün kimselerdir diye nitelemek ve sonradan gelen nesilleri ikincil statüye mahkûm etmek emek-ücret dengesini merkez yapan Kur’an’a terstir. Kimse önce veya sonra doğduğu, elçi Muhammed’i gördüğü veya görmediği için birincil veya ikincil bir statüye yerleştirilemez. Kim vicdânî değerlere ne kadar emek verdiyse o kadar kıymetlidir. Peygamberle sohbet arkadaşlığı yapmamak Peygamber’in kişiliğinde yansıyan Kur’an değerlerini yaşayan kimseleri değersiz gösteremez, 1443 yıl sonra gelen ve halkanın sonunda olanlar şanssızlar zümresine katılamaz. Eğer bu anlayış Kur’ânî olsaydı Kur’an kendi kendini inkâr etmiş olurdu.
- Nihilizm, Proust ve Kafka
Nihilist tipin[7] Kur’an’dan onay almayacağını bilmeyen yoktur. Fransız düşünür Gustave Flaubert’de görüldüğü gibi nihilizmin kontrolüne giren Batı insanı sömürü düzeni olan kapitalizmin nimetlerinden yararlanmayı ve tüketimin insanı hayata bağlayan bir çaba olduğunu savunmayı içselleştirmiştir. Hâlbuki Batı’nın akıllı çocuklarından Proust, kendine ve doğaya yabancılaşan kimselerin geçmişin anılarından umut devşirerek ruhunu besleyen insanları yok edemediğini belirterek nihilist bakışın hayat ve zihniyete bir şey kazandırmadığını ve anlamsızlaştırmanın yanlışlığını dillendirmiştir. F. Kafka, romanı “insanın yok olma noktası“ diye tanımlarken bile varlığa dair bir umut ortaya koyuyor. Nihilist bakış vicdân ve sağduyunun gelmediği bir dünya tasavuruna hapsolmaktır. Hâlbuki sevgi, acıma, adâlet, paylaşım, dayanışma, direniş ve özgürlük bizi insan yapan içsel değerlerimizdir ve onları hep hissederiz. Yani yaşamanın bir anlamı vardır, hayat var olduğumuz sürece bize her yeni gün bir armağan sunar. Yaşamı zorlaştıran doğal akış değil, egoist dürtülerin emrindeki egemenlerin dayatma ve düzenleridir.
- Kadın ve Cinsellik
Kur’an, Emile Zola’nın ünlü roman serisi “Rougon-Marckartlar: II. İmparatorluk Döneminde Bir Ailenin Toplumsal Tarihi” adlı yirmi cildi bulan nehir-roman serisinde yapılanın benzerini yapmıştır. Kur’an ve bu roman, toplumun tüm katmanlarını ve yaşanmışlıklarını bir bir ele alarak realist biçimde yansıtmışlardır. Bir farkla ki Kur’an reçeteyi de sunmuştur. Bu roman dizisindeki Germinal romanında gördüğümüz cinsellik üzerinden üretilen kişisel ilişkilerin kolaycılığına dair red Kur’an’ın altına imza atacağı bir realitedir. Çünkü Kur’an köleliğe karşıt tavır alırken cinselliğin istismarını ve kadın köleliğine dayalı düzenin kolaycılığını da reddediyordu. Hatta Kur’an kadına miras verilmesini söylerken onu cinsel meta aracı olmaktan kurtarmayı amaçlıyordu. Kur’an cinselliği doğal bir insan yasası olmaktan dışarı çıkarmamış ve kadını erkeklerin sorumluluk almadan ve serbestçe kullanacağı bir nesne/metâ olmaktan çıkarmıştır. Kur’an, kadın etinden yararlanan sektöre öldürücü darbeyi vurmuştur. Kadının duygu, düşünce ve hayalleri çerçevesinde anne, iş kadını, çalışan, yönetici, paydaş olma hakları vardır. Bir kadının kendisiyle her konuda eşit olduğu bir eş tarafından sevilme ve korunma içgüdüleri de doğal bir gerçekliktir. Cinsel yaşamı özel alan yapmak ve tüm estetikliği içinde şık biçimde doyasıya yaşamak hem kadın onur ve değerini korumaya dönüktür hem insanı hayvandan ayrıştırmadır hem de uygarlığın ormandan farklı olduğunu ortaya koymadır.
Cinsellik; yeme, içme, uyuma, konuşma, sevilme, sevme, nefret etme, ormanda gezinme gibi insanın temel içgüdülerindendir.[8] Asla utanılacak ve konuşulmayacak bir konu değildir. İhtiyaç duyulan uygun her ortamda cinsel sağlık ve cinsel doyum konuları konuşulmalıdır. Çünkü su ve yemek yokluğu sebebiyle oluşan bedensel çöküntünün benzeri doyumsuz bir cinsel yaşam sebebiyle ruhta oluşur. Kur’an, insan gerçeğini ıskalamadığından ve sûfîler gibi âhiret adamı üretmediğinden yahut Katolik Hıristiyanlıktaki gibi bedeni ve cinselliği şeytan işi görmediğinden dolayı bir Muhammedî cinsel konularda eğitilmeli, kendisi bilgi toplamalı ve tam doyumu yakalayacak donanıma ulaşmalıdır. Bu konuda tüm öğretici araçları kullanmaktan çekinmemelidir. Evlilik terapistleri bu konularla ilgili cd-filmler hazırlamalı, kitap ve broşürler basmalıdır. Böylesi kitap ve cd’lerin gerçekte bir yemek kitabından farkı yoktur ve her ailede mutlaka bulunmalıdır. Bir kadınla bir erkek cinselliği tüm doyum noktalarıyla yaşamalı ki sağlıklı aileler oluşsun. Bu meselenin konuşulmayacak hiçbir tarafı olmadığı gibi bu meseleyi gündeme getirmek fıtratın gereğine göre davranmaktır. Cinselliğini kullanacak yaşa gelmiş biri para, makam ve imkân sebepleriyle bedeni ve onurunu kimseye sömürtmemeli, porno sektörüne aracılık etmemelidir. Çünkü bu alan insanların yoksulluk, merak ve zayıflıklarından yararlanarak oluşturulmuş özellikle kadın sömürüsü düzenidir.
- Din, Determinizm ve Kuantum
Bergson, “Sanat dinin çocuğudur.” derken yanılmaz. Çünkü din insanlık tarihinde hayatı anlamlandırmanın ilk adımıdır. Din dramlarımıza tercüman olur. İçimizdeki özgürlük istemiyle dış dünyanın determinist baskıları arasında kalan insanın çaresizliğine çare üretim merkezidir. Albert Einstein “Tanrı zar atmaz.” derken determinizmin Tanrı yasası olduğunu düşünür. Determinizm, değiştirilemez kadercilik değildir. Çünkü koşulların değiştirilmesi halinde sonuçların da değişebileceği bilinen bir gerçektir. Kuantum ise yaratıcı düşünme ve buna dayalı olumlu sonuç elde edecek yoğunlaşma biçimidir; sınırlayıcı, engelleyici fikir kalıpları yerine inanç ve amaç doğrultusunda hayata ve olaylara dinamik ve olumlu bakmaktır. Çünkü düşünce ve kabullerimiz bedenimizi etkiler, bedenimiz de muhteşem bir enerji deposudur. Nasıl hisseder ve düşünürsek öyle bir sonuçla karşılaşırız. Beden dili ve sözellik yerine enerjimizle karşımızdakileri etkileriz. Ruhsal varlığımızı zenginleştirdikçe etkilerimiz ve başarılarımız da artar. Bu bakış determinist kalıpları zorlar. Said Nursî’nin “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” özdeyişi de bir tür kuantum yaklaşımıdır ve determinizmi putlaştırmanın karşıtıdır.
- Dram
Fransız düşünür Alain’in de dediği gibi tüm sanatsal etkinlikler insanı ararken aslında kendi gerçekliğini aramakta, varoluşu sorgulamakta, insanın kendi sonuna dair meraklarını gidermek için beyin fırtınası estirmektedir. İnsanlığın kadîm sorgusu olan “Kimim, niçin varım, nereye gidiyorum, niçin götürülüyorum, niye buradayım?“ soruları sanat, felsefe ve dinin cevap aradığı sorulardır ve her zaman sorulacaktır. İnsanlık dramının özünde bu nedenle hep sorulardan arınmış ve bağımlılıklardan kurtulmuş bir özgürleşme sevdası olacaktır. Bu bağlamda para, makam, kadın, erkek, güzellik, yakışıklılık, kariyer, konfor, güç, sorular ve çevre baskısı karşısında özgürleşme çabası insan dramının temelini oluşturmaktadır. İşte bu özgürleşme mücadelesi sırasında sorgulayan beyinlerin uyuyan kitleleri uyandırmasından endişe duyan egemenler ve onların peşine takılanlar hakkında Jean Paul Sartre “Cehennemde günahsız mağdurlar ve masum mahkûmlar yoktur.” diyerek azgın azınlık ile taklitçi beyinsizleri eleştirmiştir.
- Trajedi
Antik çağ dramının Dionysos adına yapılan ayin ve şölenlerden doğduğu kabul edilir. Eski Yunan’ın ünlü tiyatro ustası Sophokles oyunlarında kader ve Tanrı adaletini konu edinerek kadîm soruna ötelerden tartışmacı bir katkı yapar. Zaten trajedi de mutsuz insanların kaderleriyle savaşmasını konu edinen bir oyun türüdür. Örneğin Firavun’a başkaldırarak özgürlüğünü kazanmak ile Firavun’a itaat ederek kölelik de olsa karnı doyan biri olmak arasında gel-gitler yaşamak bir trajedidir. Özgürlük için ölümü göze alma erdemi ile köle kalıp çocuklarının karnını doyurma yahut onların katledilmesini engelleme endişesi arasında ikilemde kalmak trajik bir sorundur. Eski Yunan’da tanrılara karşı savaşarak kaderini eline almak isteyen insanın ölü bir kahraman olarak anılmak istememesi arasındaki duygusal çatışmalar tragedyayı oluştururdu. Bu nedenle sanat dinin cevapladığı kadîm insanlık konularını dillendiren farklı bir kulvardan ibarettir.
- Romantizm
Romantik sanatçılar, “İnsanlar özgür ve eşit doğar ancak toplum insanları mutsuz eder, bu nedenle toplumun olmadığı doğaya kaçıp sığınmalıyız.” düşüncesini savunur. Victor Hugo’nun Sefiller romanı ile Cromwell oyununun ön sözü bu fikri desteklese de toplumdan kaçış bir bencillik olur. Kur’an, kişinin en son imkânına kadar savaşmasını, çıkışın bittiği noktada bulunduğu yerden ayrılmasını ve özgürlük yurdu kurmak için yola çıkmasını[9] önerir.
Romantikler ayrıca “İnsanlar özgür ve eşit doğarlar ancak bedensel eksiklikleri, sakatlıkları insanları mutsuz eder.” derken Victor Hugo’nun Notre Damne’ın Kamburu romanı bu düşünceyi destekler. Ancak her iki romantik fikriyat toplumsal algıyla mücadele etmeyi değil toplumdan kaçmayı yahut içine kapanmayı çözüm olarak göstermektedir. Hâlbuki Kur’an’ın insanı dışa dönük, faal, etkili, konuşan, sürüleşmeyen, özne, anti-nesne ve şahsiyetli bireydir; dert ve davası için meşrû her yolu deneyen vicdân sahibi bir toplum insanıdır.
- Objektivite
Anatole France’a göre objektif sanat ve objektif eleştiri olmaz. Bana göre bunun gerekçesi koşulsuz bir objektiflik ya fikirsizlik ya da duygusuzluktur. Bu bapta “Kadîm dini metinler objektif midir, gerçekten tarafsız mıdır?” sorusu sorulmalıdır. Zira Tanrı’dan geldiği iddiasını taşıyan kitapların tarafsız olmayacağı aşikârdır. Peki, Tanrı taraflı mı konuşur veya kimin ve neyin tarafını tutar? Tanrı, gerçekten taraf tutuyor; ancak Tanrı içimizdeki güzellik ve iyilik beklentilerini dillendirerek tarafını belirtmiş oluyor. Örneğin Tanrı sevgi, acıma, paylaşma, adâlet, kardeşlik, güzel görünme, eşitlik, her türlü çirkinliği üstümüzden uzak tutma, dostluk, eğlenme, sadece kendimize ait kadın/koca ve sadece kendimizle cinselliğimizi paylaşacağımız eş isteği, çocuk sevgisi, babalık ve annelik duyguları, barış içinde yaşama gibi içgdülerimizin yanında olduğunu söylüyor veya söylediği iddiâ ediliyor. İdeoloji, din, bilim, sanat ve felsefe de bu içgüdüleri tam gerçekleştirecek bir dünya kurmak için çabalamaktır. Tanrısal değer deyince bunları temel değer yapan insani değerleri kastediyoruz; din de bunu yaşama ve yaşatmanın adı oluyor. Piyasa Müslümanlığından Yahûdîliğe kadar adına din denilen uygulamaların vicdâni değerlere başkaldırması onların gerçek din olmadığını, dinden parçalar taşıyan dînimsi kurgular olduğunu gösteriyor. Gerçek din, vicdân, sağduyu, karşılaştırmalı bilgi ve tecrübe temelleri üzerine inşâ edilen aklın desteğini aldığını düşündüğümüz doğal dindir.[10]
- Korku ve Tepki
Latin şairi Trimbull, “Tanrı önce korkuyu yarattı.” cümlesiyle ciddi bir hata yapıyor. Çünkü doğadaki ses orkestrasyonuna[11] kulak verseydi, renk cümbüşüne dikkatle baksaydı, doğayı içine çekerek koklasaydı Tanrı’nın öncelikle sevgiyi ve sevilecekleri yarattığını görürdü. Hayata doğru bakamayan kimselerin çözümleri de işe yaramıyor ve hayatı berbat ediyor. Bu tür fikirler Hıristiyanlığı etkilemiş ve korkulan Tanrı düşüncesi Hıristiyanlıkta hep dominant[12] bakış olmuş, sonra da Müslüman pazarında kendine müşteri bulmuştur. Bu berbatlıklara tepki koyanlardan kimileri de Fransız şair Alfred de Vigny’nin Kurdun Ölümü şiirinde savunduğu gibi ruhumuzu yüceltip sessiz biçimde ölmeyi önermek durumunda kalmıştır. Hâlbuki ruhumuzu yüceltmek bireysel ve toplumsal meselelere karşı dinamik tepki koyarak, kimlik ve kişiliğimizi koruma adına mücadele vererek sağlanmalıdır. Pasifist bir tepki “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.” darb-ı meselindeki[13] gibidir.
- Amaç-Araç
Çağımız insanı Kur’an repertuarında[14] olanları bir mizansen[15] içinde uygulamalıdır. Kahraman, zaman, mekân, koşul ve adlar değişmiş olsa da Kur’an’ın hukûkî hükümleri amacı doğrultusunda çağın kaldırabileceği bir algı ve pratik içinde yeniden üretilmelidir. Bu bir zorunluluktur. Yoksa Kur’an’ın amaçları anlaşılmamış olacağından Kur’an’ın tarihselliğini görmezden gelen yanılgılar sürüp gidecek ve Kur’an bir ölü kitap muamelesi görmeye devam edecektir. Mesela Kur’an, elçi Yusuf konusunu işlerken Tevrat gibi melodram[16] üretmez. Çünkü peygamber hikâyeleri ah vah etmek için değil hayata dair realist dersler çıkarmak ve naturalist çözümler üretmek için aktarılmaktadır.
- Humanizm
Burjuva sınıfının gerçeklerini anlatma üzerine var olan realizm türü[17] F. Kafka, J. Joyce ve A. Camus gibi dehaların fark edemediği eksik bir gerçeklik alanıdır. Bu akım, insanı ruh-beden ayrımı içinde ele alır, insanın toplumsal güdülerini reddeder. Ayrıca deneyimleri sadece romansal bir kurgulama sayıp hayatın realitesinde asla yer bulmayan bir kurmaca olarak görmesiyle Kur’an’dan onay alamaz. Zira insanı toplum dışı bir varlık saymak ve insanın topluma dair güdülerinin olamayacağını savunmak hangi akla hizmettir.
“Zeus, Hera, Herkül, Afrodit ve Eros gibi tanrı ve tanrıçaları var eden insan bunları terk edip tanrı koltuğuna kendi geçmelidir.” fikrini savunan Humanizma, “Her şeyin ölçüsü insandır.” derken mutlak bir sübjektivitenin de kapısını aralamıştır. Çünkü “Tanrı öldü, yaşasın Tanrı.” sözleri insan sayısınca tanrı var etmiş; egoizm, çıkar, ihtiras gibi insanın eksi kutuplarını meşrulaştırmış; tüm olumsuz sonuçları tanrı-insanın doğa ve rakip tanrılara karşı gazabı gibi göstererek dünyayı kaosa boğmuştur. Teizmin[18] tanrısını reddedenler oluşan boşluğun yerine muhakkak sevgi, acıma, eşitlik,[19] kıst,[20] yakınlaşma, dayanışma, paylaşma, direniş ve özgürlük değerlerinin tümünü içeren bir tanrı fikri ve inancı üretmelidir. Buna vicdân tanrısı veya sağduyu ilahı denilebilir.
- Dadaizm
- Dünya Savaşı’nın yarattığı travmaların[21] etkisiyle ortaya çıkan Dadaizm, her şeyden kuşku duyan, aklın bir değer ifade etmediğini düşünen ve hiçbir kalıcı değerin olmadığını savunan yönleri nedeniyle asla onaylanamaz. Çünkü savaşı başlatan kapitalizme tepki duyup alternatif üretmek yerine hayata küsüp insanlığından vazgeçmek aklı terk etmekle eşdeğerdir.
devam edecek…
________________________________________
[1] Mübah: Yasak ve sevap olmayan durum. Nötr durum. Yapıldığında sevap kazanılmayan, yapılmadığında günah olmayan durum (uyumak gibi). Yasak dillendirmeyerek serbestlik alanı açan bir durumdur.
[2] Lokman, 17.
[3] Hippi Gençlik: Mağazaları soyup sadece ihtiyacı kadarını alan, terk edilmiş evlerde ve deniz kenarlarındaki mağaralarda yaşayan, varlığımızın amacı seks yapmak ve karnımızı doyurmak diyen bunalımlı gençliktir.
[4] İsyancı Gençlik: Kurulu düzene, okullardaki oturma düzenine, sistemi koruyan polise karşı düşmanca tavır ortaya koyan bunalımlı gençliktir. Hippiler ile isyancılar sadece yıkmaya odaklanmış olup yapmaya dair köklü çözümleri olmayan ve her türlü uyuşturucunun pençesinde kıvranan gençliktir.
[5] Ego-santrizm: Benmerkezcilik, hayata tüm imkân ve yönleriyle sadece kendiyle ilgili tarafından bakmak, başkalarını hiç hesaba katmamak.
[6] Sos: Tehlikenin geldiğini belirten her türlü işaret ve ses
[7] Nihilist Tip: Varlığı, var oluşu, sürekli oluşu anlamsız ve amaçsız eylem olarak değerlendiren kimsedir. Her şeyin bir hiçliğe gittiğini ve bu yüzden var olmanın anlamının olamayacağını iddia eder.
[8] İçgüdü: Kalıtım yoluyla geçen ve yaşamın korunmasına yarayan doğal eylem ve davranış biçimi. İnsiyak, sevk-i tabî (doğal yönelim). Öğrenilen değil, doğuştan getirilen korunma ve yaşama güdüleri.
[9] Nisâ, 100.
[10] Namık Kaya, Özgürlükçü Dinamizm, Doğal Din Bölümü, Lora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[11] Orkestrasyon: Orkestradaki çalgı aletlerinin farklı özellikte olması ve farklı nota çalmasına rağmen kulağa hoş gelen ve aralarında uyum oluşturan bir bütünlük ortaya koymalarıdır. Devlet yöneticileri de farklı toplum kesimlerinin farklı nitelik ve taleplerini orkestrasyon içinde yönetmeli ki toplumsal barış sağlansın. Kur’an ve Medine modelinin çözüm ruhunun temeli orkestrasyon ruhuna dayanır. Yani herkesi olduğu gibi kabul edip kendi ve çevresiyle uyumlu bir birey ve toplum inşa etmektir.
[12] Dominant: Baskın, gücünü hissettiren, farkını fark ettiren
[13] Darb-ı mesel: Atasözleri, atalara ait söz(ler)
[14] Repertuar: Bir dönemde oynanacak oyunları gösteren oyun listesi.
[15] Mizansen: Bir tiyatro oyununun sahne şartlarının değişmesi sebebiyle sahneye uygun biçimde oynanmasıdır. Yani maksadın gerçekleştirilmesi için araçlar ve dekor üzerinde eksiltme ve dönüşümler yapılmasıdır. Oyun kuralları ve dekorun koşullara göre değiştirilmesi/uyumlu hale getirilmesidir.
[16] Melo-dram: Cinayet, ihanet ve felaketleri edebi bir dille etkileyici, acıklı, acıtıcı ve ağlatıcı biçimde sahneleyen tiyatro türü. Bu türde teslimiyetçi bir kadercilik hâkimdir. Yeşilçam sinemasının Kerime Nadir imzalı filmleri ile Küçük Emrah filmleri gibi.
[17] Bu akıma edebiyatta “burjuvazi realizmi/burjuvazi realist edebiyatı” adları verilir.
[18] Te-izm: Tek tanrıcı inanç.
[19] Eşitlik: Verirken herkese vermek, vermezken hiç kimseye vermemek, ayrımcı ve torpilci davranmamak. Buna Kur’ân’da adâlet denir.
[20] Kıst: Hak edene hak ettiği şeyi hak ettiği oranda vermek. (Herkese yemek vermek adâlet/ eşitlik, bebeğe mama, büyüğe çorba, vejeteryana etsiz yemek vermek veya aça yemek, toka tatlı vermek kıst’tır.)
[21] Travma: Aşırı gerilim ve öfke yaşama, kolayca ürkme; ışık, ses gibi uyaranlardan kolayca rahatsız olma, uyku bozukluğu, tekrarlayan rahatsız edici rüyalar, günlük yaşamı ve sosyal ilişkileri eskisi gibi sürdürememe gibi bozukluklar.