“Dışarıdan İçeriye Mektuplar” başlığımız… İnsan düşünmeden edemiyor. Kim içeride? Kim dışarıda? Fiziki olarak “içeride” olup fikirlerini ifade edenler “özgür” tanımını daha fazla hak etmiyorlar mı? Dışarıda ve iktidarın “hukuk” çarkının dişlileri arasında henüz ezilmemiş, kendini “özgür” sanan bizleriz belki de asıl tutsak olan.
Tarık TOLUNAY – Kentçizer
2017 yılı… Cumhuriyet Gazetesi Davası’nın ilk duruşması. Tutuklu gazeteciler uzun süre sonra ilk kez hâkim karşısına çıkacak bu vesileyle de mahkeme salonunda onlara destek vermeye gelenlerle bir arada olacaklar.
Biz de üç çizer arkadaş; Murat Başol, Zeynep Özatalay ve ben birlikte o duruşmadayız. Dışardaki gazeteciler adına Elif Ilgaz, Zeynep’e ulaşıp mahkemeyi çizgilerle de kayıt altına almak istediklerini söyleyerek destek olup olamayacağımızı sormuş. Meğer artık mahkemelerde fotoğraf ve kamera çekimine izin verilmiyormuş.
Mahkeme çizerliği ne ola ki? En fazla Amerikan filmlerinde gördüğümüz bir şey! Eee, biz de çizer olduğumuza göre “Gider çizeriz arkadaş” diyoruz ve sabahtan Çağlayan Adliyesi’nde alıyoruz soluğu.
Mahkeme 5 gün sürecek. İlk gün ben gidiyorum. Davaya destek müthiş. Salon çok kalabalık, koridorlar dolu, duruşmayı izlemek için gelenlerin çoğu dışarıda kalmış. Elimde çizim defterim ve kalemlerimle biraz itiş kakış olsa da içeri atabiliyorum kendimi. Mahkeme salonundaki hiyerarşiden hiç anlamıyorum. Hatta biraz da bilmemenin verdiği bu cesaretle savunma avukatlarına ayrılmış bölümdeki bir sandalyeye oturuyorum. Sanıklar Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Musa Kart salona giriyorlar. Uzun süre sonra sevdiklerini görmenin mutluluğu yüzlerine yansıyor. Desteğe gelenlerin kalabalığı onlara iyi geliyor. Bir süre coşkuyla karşılıklı el sallanıyor. “Evet, bu kare kesinlikle çizilmeli” diyorum ve başlıyorum görevimi icraya.
Bu arada salondaki birkaç kişi beni fark ediyor. Birbirlerine sanki beni işaret ediyorlar. Herkes bu tarafa mı bakıyor ne? Yanımdaki avukat bana dönerek “Burası savunma avukatlarının yeri beyefendi. Sanırım yanlış yere oturdunuz” diyor. Ben umursamadan çizmeye devam ediyorum. Nihayetinde çizmiş olduğum 5 kareyi yanıma alarak salondan çıkıyorum. Herkes bana yol veriyor. Dışarıda bekleyen gazeteciler bir an önce salonun ruhunu aktarmak istiyorlar. Çizimlerimin fotoğraflarını çekerek, haber merkezlerine gönderiyor, sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlar. Evet… Mahkeme salonlarındaki çizerlik maceramız böylelikle başlamış oluyor.
***
Sonrasında Nuriye Gülmen, Semih Özakça Davası için Ankara’ya gidiyoruz. Ve tabii ki Gezi Davası için de defalarca Silivri yollarındayız. Peş peşe gelen bu davalar o günlerde kamuoyu gündeminde ilk sıralarda. Bizler de bu vesileyle bir dönemin Türkiye’sine tanıklık etmiş, politik atmosferini çizgilerimizle belgelemiş oluyoruz. Mahkemelerde bir yandan çizerken bir yandan da hukuk mekanizmasının ülkemizdeki işleyişini (işleyemeyişini) gözlemliyoruz. İlginç bir şekilde katıldığımız bütün davalar bir süre sonra tahliyelerle sonlanıyor.
Espri ile karışık kendimize pay çıkarıyoruz; “Çizdiğimiz herkesi tahliye ettiriyoruz.”
Maalesef davaların seyri bir süre sonra hızla değişiyor. Mahkemelerin üzerindeki iktidar baskısı hukuku iyice eğip bükmeye başlıyor. Kamuoyunun gözleri önünde bin türlü oyunla insanlar yıllarca hapse mahkûm oluyor.
Gezi Davası sanıkları Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater, Soma Davası Avukatı Selçuk Kozağaçlı ve Akademisyen Nuriye Gülmen bu dönemin rehinleri olarak hâlâ cezaevindeler.
Dışarıda “özgür” bizler, günlük koşturmacanın dertleriyle zaman tüketirken aklımızın bir köşesinde onlar, içimizde hep bir sızı… Ruh sağlığımız için “Elden de bir şey gelmiyor” avuntusu sığındığımız son liman.
***
Sevgili Elif Ilgaz bu hukuksuzluk karşısında yıllardır mücadele etmekten yorulmayanlardan. Beni bu seriye mektup yazmam için aradığında tabii ki kabul ettim. Ettim ama… Kendisini çizerek ifade eden bir çizer için yazı yazmak çok ürkütücü bir şey. Eminim o her zamanki emektarlığıyla benim cümle düşüklüklerimi düzeltecek.
“Dışarıdan İçeriye Mektuplar” başlığımız…
İnsan düşünmeden edemiyor. Kim içeride? Kim dışarıda?
Fiziki olarak “içeride” olup fikirlerini ifade edenler “özgür” tanımını daha fazla hak etmiyorlar mı?
Dışarıda ve iktidarın “hukuk” çarkının dişlileri arasında henüz ezilmemiş, kendini “özgür” sanan bizleriz belki de asıl tutsak olan.
Anlayacağınız kelimelerle, cümlelerle başım epey dertte. Fazla zorlamamalı…
“Sen çizersin en iyi bildiğini yap ve çiz” diyerek yukardaki çizimi yaptım.
Umarım bir gün hep birlikte bu labirentten çıkış yolunu bulacağız. En içten dileklerim ve şükranlarımla…