Zeynep Altıok Akatlı
Dışarda kar vardı. Sabiha Gökçen’e uçaklar inmedi iki gün. Egeli kızın arabası da kendi gibi çorapsız, botsuz geziyordu. Olsun. Engellere boyun eğmemeye niyetliydim. Bir yandan da içimde geçmiş tecrübelere dayalı bir tavafuk inancı, her şeyin zarif bir biçimde ve uyum içinde, kendiliğinden sorunsuzca çözüleceğine dair bir teslimiyet duygusu da vardı. Öyle de oldu. Maneviyata, metafiziğe oldukça mesafeli olsam da şair sezgisine, ön görüsünü mekânsızlıktan alan pozitif gücüne güvenim beni yanıltmadı. Yola çıktığımızın akşamı İstanbul’da yorgunluk çıkarmak ve ısınmak için oturduğumuz mekânda pencereden dışarı baktığımda bir Behçet Aysan şiiri gördüm. “Kar yağıyor dışarda / sokak lambasına düşüyor / ve serçeler / üşüyor / kenarları hafifçe yanmış / sayfalarına kan / sıçramış / bir kitapta / nazım hikmet / okuyorum” diyordu şair ve öte dünyadan garip ama iç ısıtan bir selam yan masada hiç tanımadığım bir hanımdan geliyordu. Metin Altıok’un “Rakım bir türlü beyazlaşmıyor, ne zaman bir dosta gitsem evde yoklar” seslenişiyle kadehler kalkıyordu. Kenarı hafifçe yanmış mektuplar okur gibi kar ve buz eşliğinde başladı İstanbul günleri.
∗∗∗
Ertesi gün Yeldeğirmeni Kültür Merkezi’nde Behçet Aysan Şiir Ödülü töreni için buluştuk. Karşımdaki afişte Behçet Aysan’la göz gözeydim. Hiç tanışmadan tanışıyoruz. Aile ve dostluk bağıyla tanıyoruz birbirimizi. Onu seviyorum. Onun o gür bıyıklı güven veren gülüşü her zaman olduğu gibi içimi ısıtıyor. Gözlerinin içi gülüyor sanki. Eski bir dostun zamanında ortak bir tanıdık için “ böyle bıyığı olan biri kötü bir insan olamaz” deyişi düşüyor aklıma birden. Bıyık şekliyle bile ayrımcılık peşine düşen kötülük yakamızda hâlâ. “Yok başka bir cehennem yaşıyorsunuz işte” diye fısıldıyor o anda bana şair. ‘Öyle’ diyorum içimden. “Yıkık manastırın orda / kalbim ki, / o da yıkıktı. / bir keşiş bıçağıyla dağlanmış / çiçekbozuğu / çopur bir hayat / acıtıyordu beni”* Gülüşlere, iyiliklere, yaşama direnci veren dostlara ve umuda sığınarak tamamlamaya çalıştığımız günlerden bir diğeriydi işte. Yıkık manastırda değildik ama Yeldeğirmeni’nde güzelim bir kilisedeydik. Sahnede Gaye Alacacı ve Devrim Evin, 28. Behçet Aysan Şiir Ödülü Eren Aysan’ın kaleme aldığı metinle sesleniyorlar bize. “2 Temmuz 1993. Cuma günü. Sivas. O gün orada ateş ve duman vardı. Saatler süren tedirgin bekleyiş vardı. Şair Ahmet Kudsi’ye soyadını veren Tecer dağlarının bulunduğu, “ozanlar diyarı” olarak adlandırılan, “Orda bir köy var uzakta”, “Sivas yollarında geceleri” dizeleriyle başlayan şiirlerin yazıldığı şehirde bir otel kuşatılmıştı. Otelin adı, yaylalarda açan çiçekti, Madımak’tı. Otelin içindekilerse ülkenin yazarları, şairleri, araştırmacıları, ozanları, karikatürcüleri, tiyatrocuları, semahçılarıydı. Tuhaftır ki, otelin etrafını saran güruhun protesto ettiği, dört yüz yıl önce yaşamını yitiren şair “Pir Sultan Abdal” adına yapılan etkinliklerdi. O gün, ”Yaz günü Temmuz’da sen terle ben sileyim” türküsü gibi hava sıcak mı sıcaktı. Pusu bir kere kurulmuştu, dönüşü yoktu. Hem ölenler hem de kurtulanlar için bilanço ağırdı. Katliamda yaşamını yitirenler her şeyden önce “insan”dılar, ama büyük bir çoğunluğu da “Sivas’a şiir okumak, şiir söylemek, öykü ve romanlarını okurlarla buluşturmak, sergi açmak, türkülerini hep birlikte söylemek” isteyen şair, yazar, ozan ve karikatürcülerdi.” Önce sesler sonra küller havalandı sahneden sanki. O an ‘Eren de benim gibi babasından büyük artık’ diye düşünüyorum. Oysa ne kadar genciz. Bennu Yıldırımlar ve Devrim Evin bizi Behçet Aysan şiirleriyle sarıp sarmalıyor. “Rüzgar bu şiiri sana götürsün / Kağıttan yapıtğım o işlemeli kayıklar / Fırtınalara dayanan / Koş rüzgar koş / Yazmadan edemedim” derken Güvenç Dağüstün ona “Bir şarkı söylemeliyim içinde senin de olduğun” dercesine Burçin Büke’e dönüyor ve notalarla birlikte büyü sadece beni değil tüm salonu etkisi altına alıyor. Akif Kurtuluş ve Turgay Fişekçi’den bildiğimiz ve bilmediğimiz Behçet Sefa Aysan’ı dinliyoruz. Ödül; Cansu Fırıncı’nın özel takdimiyle Behçet Aysan gibi ‘şiiri belki de ayakta kalmakla hayatta kalmanın isyan etmekle diri olmanın işbirliği’ gibi yaşayan Egemen Berköz’e veriliyor.
∗∗∗
“Bembeyaz bir kağıdın ilk güzelliği
İlk sözcük
Sevdim seni
Yağmuru tanıdım
Konyağı
Küçük saydam dingin ışıltılı salman
İki yudum konyak
Seni içtim ve…
Üzerinde ot bitmez toprak gibi duyumsadım
Bir an kendimi ve uzadı an
İçerde sen kımıldadın
Yukarıda biri çivi çakmaya başladı
Çoraplarımı çıkardım.
Yalnız ve ağzı kalabalık
Namuslu ve iki yüzlü dürüst
Ve alçak bir başçoban nasıl olur da
Dişlerini fırçalamadan
Yoksa bir şair mi o aslında-saklanan
Seni içtim ve geceyi bitirdim
Yeni geceye” **
∗∗∗
Törenden ayrılırken aklımda kalan “Her zaman bir umut vardır ve bu umudu yarına direnenler taşır” cümlesini özenle şiire, şairlere ve direnenlere duyduğum saygıyla bir mendil gibi ütüleyip cebime yerleştirdim. Bu anlamlı ödül gecesiyle bizleri iyileştiren Türk Tabipleri Birliği’ne, Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı’na, İstanbul Tabip Odası Yönetiminden Okan Toygar’a, sahne akış düzeni için Kubilay Karslıoğlu’na ve tabi en çok da Eren Aysan’a teşekkür borçluyuz. Sonrası direnmeyi bilen ilkelerinden ödün vermeyen “iyi ki birlikteyiz” dediğimiz can dostlarla, yaşamı şiire sığdıranlarla…
“ne parçalanmış bir ayna
ne mum ışığı kalacak
birazdan gün ağaracak
her gece yeni bir düello
her sabah yeni bir ölüm
hepsi bu şiire sığacak.” *
*Behçet Sefa Aysan
**Egemen Berköz