Pakistanlı Müslüman düşünür, şair ve filozof Muhammed İkbal der ki; İslamiyet, eski dünya ile modern dünya arasında durur. Konuya buradan girelim. İslam malumunuz 7. yüzyılda Arabistan yarımadasının kasaba büyüklüğünde olan Mekke ve Medine adlı yaklaşık 10 bin nüfuslu şehirlerinde ortaya çıkmıştır. Yirmi üç yıl süren bir vahiy hareketi neticesinde Mekke ve Medine’de ayetler ortaya çıkmış ve bu ayetlerin toplamından Kur’an-ı Kerim oluşmuştur. 1789’da ise Fransız Devrimi gerçekleştirmiştir. 1700’lü yılların sonlarına doğru Fransa’da; ‘’özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’’ sloganlarıyla bir devrim gerçekleşmiştir. Buna Aydınlanma Devrimi denildi ve büyük aydınlanma düşünürleri aşağı yukarı bu yüzyıllarda yaşadı. Voltaire, Fransız Devrimi’nin değerlerini ve ideallerini fikirleriyle besleyen ve büyüten Jean Jacques Rousseau, Montesquieu gibi büyük düşünürler hep bu aydınlanma devrimini beslediler.
Aydınlanmanın ortaya çıkmasıyla kurulan dünyaya ‘’modern dünya’’ deniliyor. Bu dönem geriye doğru gidildiği zaman insanlığın dört-beş yüz yıllık son dönemini kapsar. Oysa İslamiyet 7. yüzyılda ortaya çıktı. İkbal‘in sözünü hatırlayalım, diyordu ki; İslamiyet eski dünya ile modern dünyaya geçişi ifade eder ve ikisinin arasında durur. Eski dünya ile kastettiği İslamdan önceki dini dünyalardır. 7. yüzyıldan önceki tâ Sümerlerden beri gelen dini dünyayı yani Tanrı devletler çağını kastetmektedir. Sümerler, Babilliler, Asurlular, Mısırlılar, Hititliler, Mezopotamya ve Akdeniz Uygarlıkları, Sasaniler, Romalılar, Bizans bütün bunlar eski dünyayı ifade ediyor. Eski dünya derken kastedilen Peygamberler, mehdiler, ilahî kurtarıcılar çağıdır.
Peki İslamiyet ile beraber bu eski dünyadan modern dünyaya geçişin sağlanması nasıl oluyor?
Bunun böyle olmasının birkaç sebebi var. Birincisi Kur’an-ı Kerim’de denilmiştir ki; ‘’Muhammed Peygamberlerin sonuncusudur (Hatem’ül-Enbiya) ’’ Şimdi bu bir dönemin kapandığının ifadesidir. Artık bundan sonra Peygamber, kurtarıcı, mehdi beklemeye, Allah Peygamber gönderecek, olağanüstü mucizeleri ile gelerek bizi ve insanlığı kurtaracak diye beklemeye gerek yoktur. Kur’an bu dönem sona ermiştir diyor. Kur’an’da bu ifade bizatihi yer alıyor; “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Ancak o Allah’ın Resûlü ve Peygamberlerin sonuncusu (Hatemu’l-Enbiya) dır.” (Ahzab, 33/40)
Yine Muhammed İkbal‘in tabiriyle bunun anlamı; ‘’Artık insanlık aklıyla ve vicdanıyla yürüyecektir. Ve o akla, vicdana da yol gösterici kitap yani Kur’an-ı Kerim Işık tutacaktır.’’ Kur’an-ı Kerim’de kendini musaddık yani kendinden önce dünyaya ait ne kadar değer, kavram, anlatı, doğru namına ne kalmışsa hepsini sürdüren bir kitap olarak tanıtır.
Musaddık bu anlamda kendinden önceki Peygamberlerin mirasını sürdüren demek değil; kendinden önce insanlıkta doğru namına ne kalmışsa hepsini sürdüren demektir. Yani Sümerlerden, Babillerden, Asurlardan, Hindulardan, Budistlerden, Yunanlılardan, Aristo’dan, Eflatun’dan, Sokrates’ten, Mani’den, Zerdüşt’ten, Sabiilerden, Mezopotamya-Akdeniz Uygarlıklarından, kendinden önceki eski dünyadan doğru namına ne kalmışsa hepsini alıp, bünyesinde yeni bir sisteme dönüştürüp, kendinden sonraki modern dünyaya aktaran ve modern dünyanın ve dolayısıyla aydınlanmanın yolunu açan kitap demektir. ‘’Kur’an-ı Musaddık’’ bu anlama geliyor. Nitekim insanlık tarihindeki yerine baktığımızda da bunu görüyoruz.
Demek ki birinci olarak Peygamberler çağını sona erdiriyor, bitti diyor. Bundan sonra akılla vicdanla, kitapla ve doğadaki Allah’ın ayetleri ile yürüyeceksiniz. Bu aydınlanma değerlerine geçişi sağlayan bir söylemdir. Nitekim aydınlanmanın en önemli kavramları akıl, vicdan, bilim, doğadır. Zaten bu da onu söylüyor; ‘’Bundan sonra Peygamber yok, aklınızla, vicdanınızla ve doğadaki Allah’ın ayetleriyle ve elinizdeki Allah’ın sözlü yol göstermesi ile ikisinin karşılıklı uyumunu sağlayarak yürüyeceksiniz’’ diyor.
Bu anlamda epistemolojik olarak, hangi bilginin doğru olduğu anlamında Kur’an eski dünyadan modern dünyaya geçişi sağlamıştır.
İkinci olarak siyasi anlamda Tanrının oğlu olmadığını söylemiştir. Bununla da bir dönemi kapatmıştır. Eski çağlarda, Sümerlerden beri bütün imparatorlar ve krallar Tanrının oğlu olduklarını iddia ederlerdi. Oysa Kur’an’da ‘’Allah birdir, bütündür, doğmamıştır, doğrulmamıştır, onun dengi ve benzeri yoktur’’ denilmiş ve İhlas Suresi indirilerek bu dönemde kapanmıştır. Artık bundan böyle Tanrının oğlu yoktur. Tanrının oğlu iddiasındaki bütün imparatorluklar ve krallıklar bu durumda eski dünyada kalmış oluyor. Zaten yeni dünyada yani modern dünyada siyaset, modernlerin tabiriyle gökten yere indirilmiştir. Yani Tanrının yeryüzündeki oğlu diye bir kavram yoktur. Halkın seçtiği yöneticiler vardır. İhlas Suresi ile tam da buna geçiş sağlanmış oluyor.
Hristiyanlıkta bu geçiş ancak aydınlanma çağında yaşanmıştır. Bundan yüzyıllar sonra laiklik doğmuş, ‘’Tanrının oğlu yoktur, devlet dinle yönetilmesin, dini inançlar vicdanda kalsın’’ denmiştir. Demek ki siyasi olarak bu hususta da bir geçiş sağlanmış oluyor. İlki felsefi olarak, ikincisi siyasi olarak geçişi sağlamıştır.
Bir de sosyal olarak geçişi sağlayan üçüncü bir şey daha vardır. O da ‘’kölelere özgürlük’’ tür. Yedinci yüzyılda İslamiyetin ortaya çıkması ile beraber Beled suresi 13. ayette ‘’fekku ragabe’’ boyunduruk altında olanların boyunlukları kırılsın, köleler özgür olsun denilmiştir. Kur’an’dan tüm dünyaya, köleleri özgür bırakma çağrısı yapılmıştır. Bu kendisinden önceki köleci dünyanın sona ermesi manasına geliyordu. Çünkü kendisinden önceki eski dünyanın toplumsal yapısı kölelik üzerine kuruluydu. Oysa Kur’an kölelerin serbest bırakılmasını istedi ve ‘’kölelere özgürlük’’ diyerek başladı. Kendisinden önceki eski dünyadaki siyaset, Tanrı oğulları kavramları üzerine kuruluydu. Oysa Kur’an ‘’Tanrının oğlu yoktur’’ dedi. Kendisinden önceki eski dünyada, Peygamberler ve kurtarıcılar beklentisi vardı. Oysa Kur’an ‘’Artık kurtarıcı gelmeyecek’’ dedi. Bütün bunlar insanlık tarihinde modern dünyaya geçişi ve aydınlanmanın yolunu açan söylemlerden başka bir şey değildir.
Aydınlanma dediğiniz nedir?
Birisi gelecek bizi kurtaracak diye bir şey yoktur. Akıl, bilim ve doğa bunu söylüyor. Sonra Tanrının oğlu diye bir şey de yoktur. Halk kimi seçerse o yönetici olacaktır. Ve kölelik de yasaktır. Modern dünyada kölelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile 1948’de kaldırıldı. 1863’te köleliğe karşı özgürlük bildirgesi yayınlandı. Amerika’da başkan Lincoln’un yayınladığı başkanlık kararnamesi köleliği kaldıran sözleşme diye tarihe geçti. Modern dünyada kölelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile 1948’de mahkum edildi. Modern dünyanın vahiyleri diyebileceğimiz BM üyesi hemen tüm milletlerin altına imza attığı 12 büyük Çağdaş İnsan Hakları Belgesi’nin ilki budur. Birinci maddesinde şöyle denir; Bütün insanlar haklar bakımından eşit ve onurlu doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler ve insanlar birbirlerine kardeşçe muamele etmelidirler.
Demek ki İslam’ın insanlığa getirdiği şeyler, eski dünyadan yeni dünyaya geçişi sağlamıştır. Ve önemli olan budur. Daha önce büyük dinlerden hiçbirisi bunları dememişti. Yani daha önce Peygamberin birisi çıkıp; ‘’Bundan sonra benimle beraber Peygamberlik sona ermiştir, Tanrının oğlu yoktur, bu dönem bitti ve bütün köleler serbest bırakılacak’’ dememişti. Önceki dinlerde bunlar yoktu son din olan İslamiyet bunları söyledi.
Bunlar eğer tam anlamıyla gerçekleşseydi daha yedinci yüzyılda dünya çapında bir aydınlanma zaten gerçekleşmiş olacaktı.
Öte yandan şunu da ifade edelim ki, Kur’an-ı Kerim söylem olarak kendisini aydınlanma olarak ifade eder. ‘’Min’ez-zulumati ila’n- nur’’ karanlıklardan aydınlığa çıkış olarak ifade eder. Kur’an söylemi, Peygamberlerin hareketi, Kur’an’a göre bir karanlıklardan aydınlığa çıkış hareketidir. Allah’ın kendisi de bir aydınlıktır, ışıktır, ‘’nûru’s semâvâti ve’l ard’’ Allah yerlerin ve göklerin aydınlığı, ışığı, nurudur. Bu ışık ve aydınlanma söylemi Kur’an’da vardır ve kendisinden önceki dönemi ‘’zulümat’’ karanlıklar çağı olarak görür. Bütün bunlar dilsel bakımdan da, söylem retoriği bakımından da İslam’ın eski dünyadan aydınlanmaya doğru bir geçiş olduğunu gösteriyor.
Keza şu unutulmamalı ki dünya tarihindeki büyük hareketler, dinsel devrimler, siyasal hareketler, devrimci altüst oluşlar hep birbirinin devamıdır. Mesela ben 1789’daki Fransız Devrimini özgürlük, eşitlik, ve kardeşlik sloganları ile ortaya çıkan toplumsal ayaklanmayı ve alt üst oluşu, İslamiyet’in yedinci yüzyılda başlattığı kölelere özgürlük, akıl, vicdan, ilim, doğa, nur, aydınlık söyleminin bir devamı olarak görüyorum. İslamı da, kendisinden önceki İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın, Mezopotamya, Ortadoğu Peygamberlerinin, Zerdüşt’ün, Mani’nin, Mazdek’in, Buda’nın, Konfüçyüs’ün, Aristo’nun, Sokrat’ın sosyal ve ahlaki söyleminin bir reformcu devamı, son yeni bir tekrarı olarak görüyorum. Keza insanlıkta ortaya çıkan bütün sosyalist devrimleri de, aydınlanmanın ve dolayısıyla İslamla başlayan insanlıktaki yeni çağın daha ileri bir devamı olarak görüyorum. Bunları birbirinin devamı olarak görmezseniz insanlık tarihini kavrayamazsınız.
Burada şunun da altını çizmekte fayda var. Bütün dinler ve devrimler acılar ve ızdıraplar içinde doğmuştur. İnsanlığın o günkü adalet, eşitlik, özgürlük arayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fakat rahata ve konfora ulaşarak yok olmuşlardır. Dinle-devlet, devletle-devrim ortak bir dil kurarak kendi evlatlarını yemeye başladığı andan itibaren, statükoya dönüşmüş ve yalan söylemeye başlayarak, kendi amacından kopmuştur. Dinler ve devrimler ilk başladığı coşkulu yılların heyecanıyla kalmış, gerisi statükoya, ranta, ganimete, hegemonyaya, diktatörlüğe dönüşerek yok olmuşlardır. Geriye kalan sadece onları gerçekleştirme çabasının bizatihi kendisi olmuştur. Geriye bundan başka bir şey kalmamıştır.
Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, benim bugünkü kavrayışıma göre sadece İslamiyetin değil, insanlık tarihindeki tüm dinlerin ilk çıkış heyecanına katılıyorum. Bütün devrimlerin gerçekleşirken ortaya çıkış sloganlarını benimsiyorum. Ama ne zaman ki iktidara ve devlete dönüşürler, ne zaman ki her biri birer muktedir olur, ne zaman ki her biri kendine has diktatörlüğünü ve statükosunu doğurur, işte o zaman ondan koparız ve biz ilk yılların heyecanını, ilk yılların özlemlerini sürdürmeye devam ederiz.