Deniliyor ki, “insanlık tarihinde gelmiş geçmiş bütün büyük savaşlar dinler yüzünden oldu, dinler insanlıkta savaş çıkarıyor, insanların inananlar/inanmayanlar diye bölünmesine yol açıyor ve bir inanç uğruna insanlar birbirini öldürüyor.” Buna bakılarak demek ki dinler insanların ölmesine sebep oluyor din savaşları çıkıyor, o zaman bu dinlere ne gerek var deniliyor? Dinler, bu açıdan bakıldığında acaba insanlık için zararlı kurumlar mı? Buradan hareketle insanlıkta savaşa neden olan şeyin ne olduğunu araştırmak, insanların hangi sebeple kan döktüğünü, mutsuz olduğunu ve yeryüzünde acılar çektiğini anlamaya çalışmak güzel ama bu işi dinin üstüne yıkmak yanlış, eksik bir teşhis.
Dinlerin daha doğrusu uydurulmuş dinlerin, afyon olan dinlerin insanlara acı çektirdiği, aldattığı, kandırdığı, oyaladığı doğru ama bir de vicdan olan, insanlığın vicdanından taşıp gelen ve yeryüzündeki insanlığı ayakta tutan temel değerleri savunarak, insanlığın ayakta durmaya devam etmesini sağlayan dinler var. Dolayısıyla sapla samanı birbirine karıştırmamak, genellemelerden uzak durmak lazım, bir olayı, bir kişiyi veya bir kesimi toptan genelleyip hepsini aynı torbaya doldurmamak lazım.
Öncelikle şu sorunun cevabını bulmaya çalışalım; insanlar neden acı çekiyorlar? İnsanlar neden ölüyor öldürülüyorlar? Normal ölümler hariç yani hastalıktan, yaşlılıktan falan insanlar nihayetinde ölüyor bunu kastetmiyorum. Beklenmedik ölümler, saldırılar, suikastler, savaşlar ve bundan dolayı acıya neden olan şeyler neden oluyor? Kimileri ülkelerinin bağımsızlık savaşı verdiğini iddia ediyor ve onun için ölüyoruz ve öldürüyoruz diyor. Kimileri yeryüzünde zulüm var, baskı var, zorbalık var, insanlar eziliyor insan haysiyeti, şerefi hiçe sayılıyor, işçiler sömürülüyor diyerek bir insanlık mücadelesi verdiklerini ve bunun içinde öldüklerini ve öldürdüklerini söylüyorlar. Kimileri yeryüzünde Allah’a inananlar ve inanmayanların savaşı olduğunu, hak/batıl savaşı, tevhit/şirk savaşı olduğunu bunun için öldüklerini öldürdüklerini söylüyor. Kimileri de yeryüzüne demokrasi, insan hakları, çağdaşlık, modernlik getireceğiz diyerek geri kalmış ülkeleri geliştirmek için Irak’a, Suriye’ye, Afganista’na insan hakları ve demokrasi getirmek için girdiklerini ve bunun için 1 milyon kişinin öldüğünü söylüyorlar. Peki gerçekte bir insanlık ızdırabı olarak insana acı çektiren şey nedir? İnsanların üzülmesine sebep olan şey nedir? Dinler mi, devletler mi, ülkeler mi, uluslar mı, krallar mı, zorbalar mı, para mı, servet mi, mülkiyet mi, kadın mı, erkek mi nedir? Hangi şey yüzünden insanlar birbirlerine acı çektiriyorlar?
Öncelikle şunu ifade edelim: Dinler dediğiniz zaman cevap vermiş olmuyorsunuz. Dinler insanlığa acı çektiriyor ya da dinler insanlığa mutluluk getiriyor denildiği zamanda cevap vermiş olmuyorsunuz. Yeryüzünde devletler var ve aslında bu devletler yüzünden savaşlar çıkıyor. Savaşı çıkaran devletler, işgali yapan devletler, sömüren devletler, zorbalık, zulüm, tiranlık kuran devletler, dinleri de kullanan devletler, o zaman dinler değil esas suçlu devletler olmuş oluyor. Hayır bu da eksik, din dediğimiz şey veya devlet dediğimiz şey soyut kavramlardır somut değildirler. Somut bir şey göstermeniz lazım. Şu adam, şu kişi, şu topluluk, yürüyen, konuşan etli, kanlı, canlı bir şey olması lazım. Hayvanlar; hayvanlar yeryüzüne dirlik düzen vermiyor bu kurtlar, aslanlar, kaplanlar, yılanlar, çıyanlar yüzünden insanlar mutsuz oluyor acı çekiyor da diyebilirsiniz, bakın bu bir cevaptır ama devletler acı çektiriyor, dinler yüzünden insanlar mutsuz oluyor deniliyor. Peki bu devletleri kuranlar kim, bu dinleri insanlığa getirenler kim, bu dinleri benimseyenler kim, bunları yaşayanlar kim? İnsan. O zaman insan dışındaki cevaplar ikincil, üçüncül, 4. derecede cevaplardır ve sorunun ilk muhatabı değildirler. Devletler derseniz devleti kuranda insanlar. Demek ki insanlar insanlara acı çektiriyor, insanlar insanları mutsuz ediyor, evet öyle cevap tam da bu. Kötü insanlar iyi insanları mutsuz ediyor, yeryüzünde kötü adamlar var, kötü erkekler, kadınlar var adam deyince sadece erkek kastediliyor halbuki adam Âdem kökünden ve Âdem kelimesinin esasında cinsiyeti yoktur kadını ve erkeği ifade eder. Allah Âdem’i yarattı yani insanı yarattı demektir. Fakat Âdem daha sonra erkeğin adı olmuştur.
Şimdi insanlar insanlara acı çektiriyor çünkü doğuştan bütün insanlar aslında saf ve temiz doğuyor. Bazı Avrupalı aydınlanmacı filozoflar; mesela John Locke, İngiliz filozof insanın iyilik ve kötülük nedir bilmeyen boş bir levha olarak, nötr olarak doğduğunu söyler. Yani “insan doğduğunda iyilik nedir, kötülük nedir bilmez hayatın içerisinde iyiliğin veya kötülüğün yolunu seçecektir. Toplum, aile, çevre veya peşinden gittiği arzuları, hevesleri, istekleri, yapmaya çalıştığı şeyler onu iyi veya kötü birisi yapacaktır” der. Ama son yıllarda 1-5 yaş arası çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda tam bir nötr olmaktan ziyade insanın iyilik tarafının ağır bastığı, çocukların hep iyiye meylettikleri ortaya çıkıyor. Yapılan deneylerde; bir kötü yüzlü oyuncak gösteriliyor birde iyi yüzlü oyuncak gösteriliyor, çocuk daima iyi oyuncağa yöneliyor. Çocuklar, istisnasız bütün çocuklar iyi olan, kendisine bir şey veren, gülen, güler yüzlü olan ne ise ona yöneliyor doğuştan bir iyilik damarı var. Fakat aynı çocuklar bir müddet sonra ilişkilere girmeye başlayınca, bazı şeylerin sahibi olmaya başlayınca paylaşmak istemiyor. Mesela bir oyuncak ona veriliyor ama aynı oyuncak başkasına verilmek istenilince ona kötü bakmaya başlıyor, ondan uzak duruyor yani menfaat ilişkileri, alışverişler, insan ilişkileri doğuştan var olan o iyiliği altta bırakarak üstte kinin, hasedin, nefretin, öfkenin, hırsın, kibrin, çekememezliğin oluşmasına sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bunların hepsi bizim içimizde fırsat bulduğunda ortaya çıkmayı bekleyen tohumlar gibi henüz daha açılmasalar da içimizde duruyor ve hayat bizi böyle şeyler yapmaya zorluyor.
Şu anda birçok insan iyilik adına insanlara acı çektirdiğini söylüyor. Mesela Hitler’e sorulabilse veya Naziler verdikleri ifadelerde; biz kötü bir şey yapmadık diyorlar. Milyonlarca kişi öldürülmüş hâlâ biz onların iyiliği için yaptık, doğruluk için yaptık, adalet için yaptık diyorlar. Kimse bile bile kötülük olsun diye insanlar acı çeksin diye yapmıyor en büyük kötülükler iyilik adına yapılıyor. Adalet adına, dünya düzelsin diye, insanlar mutlu olsun diye çok büyük günahlar, çok büyük suçlar işleniyor. Dolayısıyla insanın kurdu insandır. İçinde kin, nefret, haset, saldırganlık, ele geçirme, tahakküm hırsı geliştiren insanlar bir makama mevkiye gelince veya devleti ele geçirince bir de bakıyorsunuz bambaşka biri olmaya başlıyor. Veya bir dinin mensubu olduğunu söyleyip etrafına insanları toplayınca, bilinince, tanınınca paraya, servete, iktidara, bolluğa kavuşunca, davranışları yavaş yavaş değişmeye başlıyor ve başka bir insan oluyor. Bu nedenle insan tümüyle çevrenin ürünü değildir.
İnsan aynı zamanda çevreyi etkileme gücünede sahiptir ve çevre ile karşılıklı dinamik ilişki içerisindedir. Çevreyi belirler ama aynı zamanda çevre tarafından da belirlenir. Mesela bir ülkeyi ele geçiren Fatihler, bir İmparatorluğu yıkar ama o İmparatorluk tarafından da ele geçirilir. Mesela Fatih İstanbul’u fethetmiştir, dünya tarihini etkilemiştir. Roma, Doğu Roma imparatorluğunu yıkmıştır ama Doğu Roma imparatorluğunun mirası, devlet kuralları, kültürü, sanatı, edebiyatı, müziği ve gelenekleri tarafından da ele geçirilmiş, bir yerde yeni Roma olmuştur. Kendisini Osmanlıyım diye tanımlayıp devam etmiştir. Dolayısıyla bu ilişki tarih boyunca daima karşılıklıdır; kişi çevreyi belirler, çevre kişiyi belirler.
Kişinin içindeki henüz uyanmamış olan birtakım duyuları, çevresel etkiler harekete geçirir. Bu şekilde harekete geçen kişi ya onları kendi kendine durdurur, bastırır onların kendisini yönetmesine izin vermez (buna nefsine hâkim olmak diyoruz), kendi ilkeleri ve aklı doğrultusunda hareket eder veyahut ta onlara kendisini kaptırır.
Kur’an-ı Kerim’de şeytan; ilksel dürtüleri ile hareket etmek anlamında da kullanılır. Yani her duyduğunu başkasına söyleyen, her duyduğuna inanan, acıktığında hemen yemeğe koşan, şehveti uyandığında ilk kimi gördüyse onunla hemen gidermeye çalışan, bu şekilde insanın içindeki ilksel duyular ve ilksel dürtülerle hareket eden kişiye Şeytan diyor Kur’an-ı Kerim yani bu sana yeter anlamında şeytanlık tam da budur. Akıl ne yapar bu tür anlarda hemen devreye girerek, bir dakika içinden böyle bir arzu kabardı ama bunu yapamazsın, bunu yapmaya hakkın yok, bu sana ait değil, böyle bir ilişkiye giremezsin, oraya el uzatamazsın, şunu söyleyemezsin diye daha arka plandan konuşur işte akıl ve vicdan dediğimiz şey odur. Nefis hemen ön planda ki beynin, ön planda ki ilksel dürtüleriyle anında hareket eder. İnsanların çoğunluğu böyledir ilk gördüğüne, ilk duyduğuna, ilk baktığına, içinden ilk gelen şeye göre hareket eder. Akıl edenler, düşünenler, bunu vicdanına ters bulanlar sebep sonuç ilişkileri kuranlar ve bunu yapmamam lazım diyenlerin sayısı azdır. O nedenle Kur’an-ı Kerim” insanlar bilinçsizdir, insanların çoğu arka planı düşünmez, insanların çoğu ilksel dürtüleriyle ile hareket eder” der. İşte insandaki kötülüğün kaynağı buralardır ve böyle hareket etmeye şeytanlık diyor Kur’an-ı Kerim. Dolayısıyla bir insanın kötülük yapması için ilk duyduğuna göre hareket etmesi yeterlidir.
İlk gördüğü, ilk duyduğu, ilk içinden kabaran arzu, ilk ilkel dürtüleri, istek ve arzularının peşinden koşması, kötülük yapması için yeterlidir ve kötünün insandaki kaynağı burasıdır. Bunun çevre tarafından kendisine öğretilmesi ve onların harekete geçirilmesidir.
Böyle bir insanın eline devlet geçerse devlet insanlığa acı çektiriyor. Böyle kimse hangi dine girerse o dini insanlığın başına bela ediyor ve ondan dolayı insanlar acı çekiyor savaşlarda ölüyor.
Dolayısıyla önce insanın düzelmesi, düzelmiş insanın kurumları yönetmesi ve düzelmiş insanların görünmeyen bir güç olarak Allah’tan kitaptan bahsediyor olması gerekiyor. Böyle olduğu zaman asıl önce dinler daha sonra devletler insanlığa zararlı olmaktan çıkacaktır. Bu çok zorlu ve uzun bir yoldur ama mümkündür.