Acaba özgürlüğü nasıl anlamak lazım?
Modern dünyanın en çok sevdiği ve hemen hemen bütün ideolojilerin, bütün akımların kendisinden bahsettiği bir kavram özgürlük.
Özgürlüğe herkes bir şekilde tanım getiriyor ama ben daha çok dini perspektiften bakarak, acaba kitapta özgürlük nasıl ele alınıyor, onu ne olarak ortaya koymak lazım, bunun üzerine duracağım.
Din özgürlüğe engel midir? Bir Tanrıya inanmak aynı zamanda özgürlüğü kaybetmek, üzerinde bir Tanrısal gücü hissetmek kişinin özgürlüğünün sona ermesi manasına mı gelir? Ya da dini kurallara uymak kişinin özgürlüğünü ortadan kaldırır mı? Bunu din ve Tanrı olarak değilde, mesela; bir devletin kurallarına uymak, bir ülkenin sınırları içerisinde yaşamak, toplumun ahlak kurallarına riayet zorunda olmak gibi de anlayabiliriz.
Bütün bunlar acaba kişinin özgürlüğünü ortadan kaldıran şeyler midir?
O zaman önce, özgürlüğün ne olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Şimdi bir kişiye özgür denilebilmesi için o kişinin üzerinde üç şeyin olmaması gerekiyor. Bir; vekalet, iki; bekçilik, üç; zorbalık.
Bir kişi, temsilcisi veya vekili aracılığıyla değil direk kendisi konuşması gerekiyor. Çünkü kendi iradesini bir vekile devrettiği zaman veya bir temsilcinin kendisi adına konuşmasını istediği zaman o kişi tam özgür olamıyor. Çünkü kendisini, kendisi ifade edemiyor. Vekalet ve temsiliyet kişinin özgürlüğünü vekil olarak tayin ettiği veya temsilci olarak tayin ettiğine devretmesi demektir. Özgürlük olması için vekil, temsilci, vasi hiç kimse olmadan kişinin kendi iradesinin direk kendisinin ortaya koyması gerekiyor.
İkincisi bekçi. Kişinin özgür olması için üzerinde onu denetleyen bir muhafız, denetçi, kontrolör olmaması gerekiyor. Kişinin eylemlerinin bir başkası tarafından kontrol edilmesi, denetlenmesi, bu denetlenme ve kontrolden sonra kişinin eylemlerine kısıtlama konulması, onun özgür olmadığı, kendi eylemlerini kendisinin tayin etmediği anlamına gelir.
Üçüncüsü de zorbalık. Bir kişi üzerinde dışarıdan bir dayatma şunu yapacaksın, şunu yapmayacaksın, şunu söyleyeceksin, şunu söylemeyeceksin, şöyle giyineceksin, şurada oturacaksın, şu kadar hareket edeceksin, şu kadar harcayacaksın gibi kişinin iradesine, duygularına, hislerine, eylemlerine ve davranışlarına dışarıdan bir dayatma olduğu zaman o kişi de özgür değildir. Şu halde özgür dediğimiz kişi kendi eylemlerini direk kendisi yapan, vekili ve temsilcisi olmayan, başında bir bekçi muhafız bulunmayan ve kendisine dışarıdan herhangi bir baskı ve dayatmada bulunulmayan kişidir. Bu kişiye özgür diyoruz.
Mesela bir köle özgür değildir. Her üç açıdan da özgür değildir. Bir; sahibi vardır, yani vekilliği temsilcisini bırakın direk bir sahibi vardır. O olmadan hiçbir şey söyleyemez hiç birşey yapamaz. İki; bütün eylemleri sahibi tarafından kontrol altındadır. Başında bir bekçi vardır. Üç; sahibi tarafından bir takım eylemler yapmaya zorlanmakta ve dayatmada bulunulmakta, emirler verilmekte, şunu yap, bunu yapma denilmektedir. İşte bu kişi köle olmuş oluyor. Her üç açıdan da dört dörtlük bir köle.
İnsanlar kendilerini özgür hissedebilirler oysa özgür değildirler. Örneğin borçlular; borçlarından dolayı bir takım eylemleri kısıtlanıyor, duyguları, hisleri kontrol altında tutuluyor ve borcundan dolayı bir takım işleri yapmak zorunda bırakılıyor. Mesela, borcunu ödeyinceye kadar çalışmak zorundasın, ya da şu
kadar para götürmek zorundasın, bu parayı kazanmak için şu şu işleri yapmak zorundasın. Borcu ödemek karşılığında bunların yapılması isteniyor. Burada da kişinin üzerinde bir dayatmanın, bir mecburiyetin, bir baskının olmasından dolayı özgürlük kaybedilmiş oluyor.
Bu üç hususun Kur’an’da teminat altına alındığını görüyoruz. Gaşiye suresinin 22. ayetinde denilir ki; ‘’Biz seni insanlar üzerinde zorba yapmadık.’’ Musaytır, zorbalık demektir. Satır sallayan anlamına gelir. Biz seni insanlar üzerinde, eline kılıcı alıp, baltayı, silahı veya herhangi bir kesici, yaralayıcı, öldürücü bir aleti eline alıp satır sallayan, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diyen yapmadık diyor. Sen diyor, insanlar üzerinde musaytır, satır sallayan bir zorba, baskıcı, dayatmacı değilsin. Kime söylüyor bunu? Peygambere söylüyor. Peygamber böyle olmadığına göre Peygamber adına hareket edenler hiç öyle olamazlar. Şu halde dayatma, zorbalık ve baskı, satır sallama haramdır, yasaklanmıştır.
İkincisi Şura Suresinin 6. ayetinde, ‘’Biz seni insanlar üzerinde vekil yapmadık.’’ Yani insanlar direk Allah’la görüşürler. İnsanlar direk kendi dualarını kendileri yaparlar, kendi dertlerini kendileri ifade ederler. Önce Peygambere ya da Şeyh’e ya da Şıh’a, bir aracıya gidip, sonra aracı onu alacak Allah’a ulaştıracak, öyle bir şey yok, vekalet yasaktır. Herkes kendisi adına konuşacaktır. Allah’la insan arasındaki ilişki böyle olduğu gibi, sosyal ve toplumsal ilişkilerde de bu böyledir. Doğrudan demokrasi olmalıdır. İnsanlar yönetimine direk katılmalıdır. Vekalet, temsilci, vasiyet yoluyla değil, direk olmalıdır. Milyonlarca kişi bunu yapamayacağına göre küçük küçük birimlerde, küçük küçük yönetimlerde halkın doğrudan katılımıyla olmalıdır. En iyi yönetim, bir köy meydanında halkın toplanıp bir işin nasıl yapılacağına beraber karar vererek gerçekleştirilen yönetimdir. Çünkü orada vekalet ve temsilcilik yoktur, direk halk yönetime katılmaktadır. Bunun bir yolunu bulmak gerekir. Çünkü vekalet özgürlüğü ortadan kaldırır.
Bir de Enam suresinde 107. ayet. Orada da deniliyor ki; ‘’Biz seni insanlar üzerinde bekçi yapmadık.’’ Hafiz; bekçi, muhafız demektir. Peygamberin insanlar üzerinde hafiz olması, yani bekçi olması, muhafız olması yasaklanıyor. Muhafız nedir? Kişinin duygularını, düşüncelerini, zihnini, beynini, eylemlerini, nasıl yaşadığını, ne yaptığını, ne ettiğini, kontrol eden, başında bekleyen, muhafaza eden, onun önceden belirlenmiş kurallar dışına çıkmasına engel olan demektir. Burada da kişi rahat hareket edemez.
İşte bu üç açıdan bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de bu üç kavramla insanın özgürlüğü garanti altına alınmış oluyor. Deniliyor ki, Peygamber insanlar üzerinde, insanlarda birbiri üzerinde, birincisi musaytır olmamalıdır, ikincisi vekil olmamalıdır, üçüncüsü de hafiz olmamalıdır. İnsanların birbiri üzerinde; Peygamberlerin kendisine inananlar üzerinde; devletin halk üzerinde; liderlerin seçmenleri üzerinde; yazarların okurları üzerinde; televizyoncuların seyircileri üzerinde; tüccarların müşterileri üzerinde, hayatın her alanında kimse kimsenin üzerinde zorbalık, vekalet ve muhafızlık hakkına sahip değildir. Bunların üçü insan üzerinden kalktığında o insan özgür olmuş olur. Keza bir toplum üzerinden bu üçü kalktığı zaman o toplum özgür olmuş olur.
Mesela bir devlet halkının üzerinde vekalet, temsiliyet, vesayette bulunursa yani halkı konuşturmayıp kendisi halk adına konuşursa, ben senin vekilinim, temsilcinim, ben senin vâsinim diyerek, senin konuşmana gerek yok, karar vermene gerek yok, bütün bunları ben yaparım diyorsa devlet toplumun yerine geçmiş ve özgürlüğünü almış demektir.
Devlet toplumun hareketlerini denetliyorsa, çizdiğim çerçevenin dışına çıkmayacaksın diyorsa, toplumun özgürlüğünü almış demektir.
Devlet bir topluma dayatmada bulunuyorsa, zorla birçok şeyi yaptırıyorsa, toplum istemediği halde devletin zorbalığı ile bunları yapmak zorunda kalıyorsa yine toplumun özgürlüğünü almış demektir.
Bütün toplumların diğer toplumlarla, bütün kişilerin diğer kişilerle, sosyal hayattaki tüm hiyerarşik ilişkilerde, alttakilerin üsttekilerle ve her kesimin birbiri ile olan ilişkilerinde, bu üç şeyi birbirlerine dayatıyorlarsa, onlara özgürlük alanı bırakmıyor demektir.
Demek ki özgürlük mücadelesi, bu üç şeyin sağlanması için yapılan çaba oluyor.
Bütün dayatmalar, zorbalıklar, baskılar kalkmalıdır. Bütün muhafızlıklar, bekçilikler, kontroller kalkmalıdır. Bütün vekaletler, temsiliyetler, vesayetler kalkmalıdır. Bunlar kalktığı an o toplum, o kişi özgür olmuş oluyor.
Bu açıdan bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de özgürlük kavramı hürriyet biçiminde geçer. Mekke’de ‘’fekku ragabe’’, Medine’de ‘’tahriru ragabe’’ kavramlarının kullanıldığını görüyoruz. Kölelerin özgürlüğü için bu iki kavram kullanılır. Mekke’de kullanılan ‘’fekru ragabe’’, boyunduruk, baskı, dayatma, vesayet, vekalet, temsiliyet, sahibiyet altında olanların, bu boyunduruklarının parçalanması ve kırılması demektir. Beled suresinin 13. ayetinde geçer. İslamiyet bu sözle başlamıştır ve 23 yıllık Peygamberlik hayatının birinci yılında gelmiş bir ayettir. Bütün kölelikler, bütün baskılar, dayatmalar vekaletler her şey sona ersin, insan özgür olsun demektir. İslam’ın ilk başlangıcı buydu.
Sonra bu Medine’de devam etti. Medine’de de ‘’tahriru ragabe’’, boyunduruklar özgürleşsin demektir. Tahrir, hürriyet kökünden gelir. Özgürleşmek, hürleşmek demektir. Boyundurukların kaldırılarak, -yani baskının, dayatmanın vekaletin vesayetin, temsiliyetin, bekçiliğin, kontrolün- kişinin özgür hale gelmesi kastedilir. Böyle olduğu zaman kişi kendi hür iradesiyle istediği yolu seçer.
Mesela kişinin Allah’a inanması ve onun kurallarını kendi özgür iradesiyle kabul etmesi, herhangi bir baskı dayatma olmaksızın, o kişinin özgürlüğünü kısıtlaması manasına gelmez. Kişinin canı ne isterse onu yapması, onun özgür olduğu anlamına gelmez. Canının istediğine kul köle olduğu anlamına gelir. Özgürlük öyle bir şeydir ki, kişi kendi hür iradesiyle bir şeye karar verecek. Dışarıdan dayatma, baskı, vekalet, temsiliyet, kontrol, denetleme olmadan. Bir kişi, bir şeye uymama ihtimali de olduğu halde kendi kararı ile uyuyorsa, işte bu özgürlük olmuş oluyor. Yani kişi tam yol ayrımında bir karar vermesi gerekiyor. Bu tarafa mı gidecek, o tarafa mı gidecek? işte o karar veren kişi özgür olmuş oluyor. Bir tarafa mecbur bırakılan kişi ise özgür olmamış oluyor.