Konumuz, din halkın afyonudur sözü. Acaba gerçekten de dinler halkın afyonu mudur? Afyon ne demektir? Din ne demektir? Bu söz kim tarafından, ne zaman, hangi maksatla, hangi koşullar altında ve ne kast edilerek söylenmiştir?
Bu söz Karl Marks’a ait. Bu ibare Hukuk felsefesine giriş veya Hukuk felsefesi kritiği, eleştirisi adlı kitabında geçiyor. Önce bir giriş yapıyor ve dinden bahsediyor, sonra da devamında bazı kanaatlerde bulunuyor. Orada beş cümlelik bir paragraf var. O paragrafın sonunda, beşinci cümlede, ‘’din halkın afyonudur’’ ibaresini kullanıyor. Fakat ondan önce 4-5 cümle daha var. Tam paragrafa baktığımız zaman şöyle söylüyor:
“Din var olan durumlara bir protestodur. Kalpsiz dünyanın kalbidir. Ruhsuz koşullar için bir ruhtur. Ezilen insanın içli çığlığıdır ve din halkın afyonudur.” Burada beş cümle görüyoruz. Aslında din hakkında yapılmış çok güzel, şık bir paragraf ve şiirsel ifadelerle yapılmış bir tanım.
Acaba ne demek istiyor? Bununla ilgili çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Sözlerine baktığımız zaman öncelikle din hakkında beş tanımda bulunuyor.
İlk cümlede din bir protestodur diyor. Burada demek istediği; din var olan durumları bir protestodur. Din gerçek bir ızdıraptır, hem dinsel sefalet, hem gerçek sefalet, hem de sefalete karşı bir çıkış. Sefalete bir itiraz, var olan durumlara bir protesto, var olan durumu beğenmeme, daha iyisi olmalı, diye bir karşı çıkışı ifade eder diyor. İkinci cümlede kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur diyor. Mazlum insanın, ezilen kişinin içli çığlığıdır diyor. Buraya kadar dört tane de olumlu kelime kullanıyor; protesto, kalp, ruh, çığlık ama beşincide afyon diyor. Buradaki afyon tabiri olumsuz bir manaya çekilerek yani halkı uyuşturan, onları gerçeklerden haberdar etmeyen ve gerçeklerden uzaklaştıran bir yanılsama bir yabancılaşma olduğu söyleniyor. Oysa kendi dönemine baktığımızda, afyon kelimesi burada uyuşturucu olmaktan ziyade, ağrı kesici anlamında kullanılıyor. Yani o da olumlu anlamda kullanılıyor. Ağrıyı kesen şey… Mesela başınız ağrıyor aspirin alıyorsunuz, ağrıyı kesiyor ama geçici bir süre, kökten tedavi etmiyor. Ama o anda sizin ağrı kesiciye ihtiyacınız var. Kişiye ‘’Bu ağrı kesici senin sorununu kökten çözemez, boşver alma ağrı kesici’’ derseniz ağrıdan kıvranmaya devam edecek. Önce pratik olarak ağrının zarar vermeyecek şekilde kesilmesi gerekiyor. İşte din budur diyor. Ağrıyı kesiyor, geçici olarak ama kökten çözmüyor. Peki ne yapmak gerekir? İnsandaki bu ağrıyı kökten tedavi etmek gerekir. Kökten tedavi etmekte dinlerin işi değildir. Koşulların değişmesi gerekir. O ağrıyı yaratan, baş ağrısına sebebiyet veren, insanın ezilmesine, altta sürünmesine, çiğnenmesine, mutsuz olmasına sebebiyet veren koşullar ortadan kalktığı an kişinin ağrı kesiciye de yani dine de ihtiyacı olmayacaktır diyor. Benim görüşüme göre, Marks’ın tam anlatmaya çalıştığı şey bu.
Dolayısıyla burada dine olumsuz bir bakış yok. Evet din bir işlev görüyor, bir ağrı kesici işlevi görüyor ama sorunu çözmüyor. Sorunu çözmek için koşulları değiştirmek gerekiyor. Mülkiyet düzenini, servete bakışı, emek-değer teorilerini, işçilerin, köylülerin, yoksulların durumunu, koşullarını değiştirmek lazım ki onlar bir ağrı kesiciye ihtiyaç duymasınlar.
Afyon sözünü Marks’ın çağdaşlarından bazılarının da söylediğini görüyoruz. Hatta Marks bu sözü oradan almış bile olabilir. Mesela 1841 yılında Bruno Bauer, Hristiyan dogmasını afyona benzetiyor. Yine 1943 yılında Moses Hess, din hakkında bizzat afyon tabirini kullanıyor. 1844’te de Marks afyon tabirini kullanılıyor. Ama daha çok ağrı kesici, dindirici manasında kullanılıyor.
Peki bu anlamıyla dinin ağrı kesici rolü var mıdır? Evet vardır. Zaten insanlara, bu kalpsiz dünyada, bu ruhsuz koşullarda, bu zulümde, bu baskıda, bu acı çekmede, bu içli serzenişte dinden başkası da ağrı kesici olamıyor. Mesela ölümü düşünün… İnsanların anne veya babaları ölünce travmatik bir olay yaşıyorlar ve kendilerini kaybediyorlar. Hemen yanı başlarında dini buluyorlar. Çünkü hayatın devam etmesi gerekiyor. İslam kültüründe taziye ziyareti üç gün sürer. Yani cenaze evine üç gün yemek götürülür. Her gelen telkinlerde bulunarak; ‘’Ölenle ölünmez, Allah rahmet eylesin, başınız sağ olsun, o şimdi cennette’’ gibi sözler söyleyerek cenaze evine taziyede bulunulur. Taziye demek, eziyetlerini ve acılarını hafiflettirme ziyaretleri demektir. Çünkü ölü evinin üç gün içinde, fazla sürmeden acıyı ve tramvayı üzerlerinden atarak hayata devam etmeleri gerekmektedir. ‘’Hayat devam ediyor, ölenle ölünmüyor, ayağa kalkmanız, işinize, gücünüze dönmeniz gerekiyor’’ anlamında tâ mezar başından başlayıp cenaze evine taziyelerde bulunulur, telkinler yapılır ve yıkılmış olan aile hayata döndürülür. İşte ağrı kesici budur. Afyon denilen şey budur ve bu uyuşturucu değildir, tam tersi pratik ağrı kesicidir. Onların hayata dönmeleri gerekiyor. Yoksa acılar içerisinde olmaya dayanamayacaklar. Bu dünyanın gaddarlığına, bu ölüme, bu yoksulluğa, bu çaresizliğe başka türlü katlanmak mümkün değil. Ancak böyle ayağa kalkabilmektedirler. Ben bunu dinin olumsuz değil, olumlu işlevi olarak görüyorum ve Marks da burada bunu kastetmiştir. Zaten paragrafın tamamında beş cümle kullanıyor. Protesto, kalp, ruh, çığlık ve ağrı kesici diyor. Bunun beşi de din hakkında kullanılabilir.
Eğer olumsuz anlamda da kullanıyorsa bile burada hakikaten bazı dinler, iktidarların eline geçince ağrı kesici olmaktan çıkıp, afyona dönüşebiliyorlar. İşin bu tarafı da doğrudur. Ancak bu ne zaman olur? Bir din iktidarın eline geçip, devletin dini olursa, muktedirlerin tahakkümlerini halk üzerinde sürdürmeleri amacı ile kullanılırsa işte o zaman din, işte o bildiğiniz afyon olur. Yani halkı gerçeklerden uzaklaştırmak için uyuşturma amacıyla kullanılır.
İslam tarihine baktığımızda, İslam Kerbela’ya kadar bir şekilde geldi, bu elli yıl demektir. Peygamberden sonra elli yıl sendeleyerek geldi. İslamiyet amaçlarını yeryüzünde gerçekleştiremedi. Kur’an devrimlerinin tamamı yarım kaldı. Emevi karşı devrimine uğradı. Emevilikle beraber din yani İslam, saltanatın, muktedirlerin, düzen sahiplerinin afyonu olarak kullanılmaya başladı. İslam tarihinde İslamiyet, Peygamberin sağlığında protestoydu. O günkü kalpsiz dünyanın kalbiydi. O günkü ruhsuz koşullara bir ruh getirmişti. O günkü mazlum ve ezilenlerin çığlığı olarak ortaya çıkmıştı ve insanların ağrılarını dindiriyordu ve evet bir cennet kuracaktı. Ama Emevilikle beraber din ezilenlerin elinden çıktı, ezenlerin eline geçti. Yoksulların elinden çıktı, zenginlerin eline geçti ve onlar dini afyon olarak kullanmaya başladılar. Tüm Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar dönemi boyunca din afyon olarak kullanılmıştır. Halen de Diyanet yoluyla afyon olarak kullanılmaya devam etmektedir. Yani din ezen tarafta, muktedirlerin yanında, iktidar, saray sahiplerinin yanında olunca afyon oluyor. Ama ezilenin, mazlumların tarafında olunca kalp oluyor, ruh oluyor, protesto oluyor, çığlık oluyor. Bütün dinler bu anlamda bir protesto, çığlık, ruh ve kalp olarak doğmuştur ama iktidarların eline geçerek afyona dönüşmüştür.
Bu İslamiyet için de, Hristiyanlık için de, Musevilik için de geçerlidir, yeryüzünde ne kadar din varsa hepsi böyledir. Hatta sadece dinler değil dünyayı düzeltme amacıyla ortaya çıkmış bütün ideolojiler, bütün akımlar içinde bu geçerlidir. Devrimci sloganlar, yenidünya özlemleri, adalet, eşitlik, özgürlük, emeğin değeri, ezilenlerin iktidarı, bunlar parlak ve güzel sloganlar olarak ortaya çıkarlar, bir müddet sonra devrim devlete dönüşür, karşı devrime uğrar, gerçekten devrimin sahipleri dışlanır, kendi evlatlarını yemeye başlar ve o andan itibaren o devrimler de afyona dönüşür. Mesela sosyalizmde, modern akımlarda, tüketim çılgınlığı da bir afyon olabilir, televizyon, cep telefonu, internet de birer afyon olabilir. Nerede, nasıl, ne amaçla, neyi ortadan kaldırmak ve neyin yerine geçmesi için kullandığınıza bağlı. Duygularımız, düşüncelerimiz ve etrafımızda bulunan her şey ağrı kesici olabilir, afyon olabilir, çığlık olabilir, ruh olabilir, kalp olabilir, protesto olabilir. Bu kişinin neyi nerede kullandığına bağlıdır.
Dolayısıyla bütün dinler afyondur gibi bir genelleme yanlıştır. Bütün dinler vicdandır, protestodur, çığlıktır, zinhar afyon olamazlar genellemesi de yanlıştır. Bir şeye ezenden yana mı, ezilenden yana mı, iktidardan yana mı, sokaktan yana mı, emeğiyle geçinenlerden yana mı, yoksa başkasının sırtından geçinenlerden mi taraf olup olmadığına bakacaksınız. Asıl belirleyici olan budur. Dinlerinde afyon olup olmadığını, çığlık mı, protesto mu, afyon mu, ağrı kesici mi olup olmadığını bunlar belirler.
Bir dinin yani din yorumunun afyon olması için şu üç şey olması lazım. Birincisi sorgulamamak… Eğer bir din veya bir din anlayışı sorgulatmıyorsa, gerçeklerin sorgulanmasının önüne geçiyorsa, insanların gerçeğe ulaşmasına engel oluyor demektir. İşte bu orada uyuşturucu olabilir, beyni uyuşturur. İkincisi kader inancı… Eğer bir din veya din anlayışı, başımıza gelenler Allah’ın takdiridir, kısmettir, nasiptir, ne yapalım, yapacak bir şey yok diyorsa, zengin zenginliğiyle, yoksul yoksulluğuyla sınanıyor, yapacak bir şey yok diyorsa bu da uyuşturucudur. Üçüncüsü de eğer bir din her şeyi ahirete havale ediyorsa, yapıp ettiğimiz hiçbir şeyin karşılığını burada göremeyiz, bu dünyayı düzeltemeyiz, bu dünya böyle, ne yapıyorsan karşılığını öbür tarafta alacaksın, sabret, sık dişini, kenara çekil, sus diyorsa o da uyuşturucudur.
Oysa İslam’ın ana kitabı Kur’an’da bu üçünün de yeri yoktur. Kur’an sorgulamamızı ister. İsteyen inansın, isteyen inkar etsin der. Kur’an tartışmayı çok sever. Kur’an’a göre soruyu şeytan değil, melekler sorar. En büyük soruyu yaratılış kıssasında melekler sormuştur. Demiştir ki Allah’a, yeryüzünü kana bulayacak, fesat çıkaracak birisini mi yaratacaksın? Allah’ın insanı yaratılışı meleklerin sorgulaması ile başlamıştır. Hayata dair en büyük sorgulama zaten budur. Şeytan soru sormaz. Şeytan kötüyü güzel gösterir, kandırır, cazibe yaratır. Kur’an’a göre soru sormak melektendir, diğer dinlere göre değil. Mesela birçok tarikata göre, dergahlara, tekkeleri gittiğiniz zaman soru sormak şeytandır, asla soru sormayacaksın, gassilin elindeki meyyit gibi yani ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi Şeyh’ine teslim olacaksın derler. Bunların hiç birinin Kur’an ile alakası yoktur. Kur’an’da ‘kadere iman’ diye bir şey yoktur. Biz insanın kaderini kendi boynuna asmışızdır, kendi ellerine vermişizdir der. Yine Kur’an’da cennette, cehennemde, ahiret dediğimiz şey de hepsi bu dünyadadır. Bu dünyada cennetin, cehennemin, şu anki var olan dünyanın, sonrasında, ahirinde, ahiretinde, adaletle dolu yeni bir dünya kurulacaktır. Ona inanmamızı ister.
Şeyh Bedreddin’in dediği gibi cenneti yaratmak da, cehennemi yaratmak da insanların elindedir. Öbür tarafta, kaynar kazanlara insanın içine atılmasını bekleyen bir cehennem yoktur. İnsanlar kendi odunlarını, kendi elleriyle götürürler. Cennet ve cehennem insanların kendi elleriyle yaptıkları ile ortaya çıkan bir gelecek inancı, bir umut, bir tasavvurdur. Allah’ın yaratmış olduğu şu evrenin, şu dünyanın geleceğinde, bir zamanda, yarınlarda; insanların adalete, barışa, sınırsızlığa, sınıfsızlığa, sömürüsüzlüğe ve savaşsızlığa dayalı bir dünya kurmalarına inanmak da cennete inanmaktır. Bu da geleceğe imandır, Ahirete imandır. Gelecekte mutlu günler olacağına inanmaktır. Yoksa burada olup biten şeyleri, bilinmeyen bir geleceğe postalamak değildir. Şeyh Bedreddin de Varidat’da cenneti ve cehennemi böyle anlatmıştır.
Dolayısıyla İslam’ın devrimci damarında dini afyon olarak gören bir şey yoktur. Ali şeriati’nin dediği gibi tarih boyunca ve günümüzde de daima dine karşı din olmuştur. Bir iktidarın dini var, bir sokaktakilerin dini var, bir emeğiyle geçinenlerin dini var, bir başkasının sırtından geçinenlerin dini var, bir ezenlerin Allah’ı var, bir ezilenlerin Allah’ı var. Dine karşı din var. Bu tarih boyunca her zaman böyleydi. Bugün de böyledir, gelecekte de böyle olmaya devam edecektir.
Demek ki işlevine göre dinin afyon olup olmadığı durduğu yere göre değişiyor. Sanırım Karl Marks bu paragrafında, birbirinden ayrı ve birbirini tamamlayan beş ayrı tanım yaparak; protesto, kalp, ruh, çığlık ve ağrı kesici ifadelerini kullanarak bunları demek istedi diye düşünüyorum. Benim bu husustaki görüşlerim genel hatlarıyla bundan ibarettir.