Cüneyt Arkın’ın vefatı, muhtemelen Türkiye’nin her köşesinde aynı kayıp hissini, aynı buruk hüznü yarattı. Görünen o ki, bu hüznün ardında, çok başarılı, çok sevilen bir yıldızı kaybetmenin ötesinde duygular gizli…
En başa, ortak bir mazinin yitiriliyor olmasından duyulan kederi yazmak gerek… Bir halkı, toplum haline getiren şey, biraz da paylaştıkları değerler, ortaklaştıkları kederler, sevinçlerdir. Cüneyt Arkın gibi yıldızlar, perdedeki yansımalarıyla bu ortaklık duygusunu pekiştirir, bir topluma ait olma hissini sağlamlaştırırlar. Eğer yerlerini yeniler doldurmuyorsa, bu kayıp duygusu daha da ağırlaşır.
Popüler dünyaya Yeşilçam’ın hükmettiği 60’larda ve tek kanallı 70’lerde yetişenler, Cüneyt Arkın’ın kuşağıyla çok daha derin bir bağ kurdu. Onlarla ağladı, onlarla güldü. Konuşmayı, öpüşmeyi, daha iyi bir dünya için dövüşmeyi onlardan öğrendi. Bu bağ, günümüzde iletişim araçlarının çeşitlenmesiyle dağılmaya yüz tuttu. O yüzden de bir kayıp haberi, bir kişinin ölümüyle birlikte, bugünün nefret ikliminde ihtiyacını daha çok hissettiğimiz o ortak bağın ölümü anlamı taşıyor. O yüzden daha derin bir yara açıyor.
Tabii buna, yitenlerin kişisel özelliklerini de eklememiz gerek. Fatma Girik gibi, Tarık Akan gibi, Kemal Sunal gibi, Cüneyt Arkın gibi kayıplar, bize aynı zamanda yitirmekte olduğumuz değerlerin kederini de yaşatıyor. Onuruyla yaşamayı mesela, şöhretini daha çok kazanmak için değil, toplumsal yarar için kullanmayı, doğrunun, iyinin, haklının safında durmayı, haksızlık gördüğünde susmayıp haykırmayı…
Bugün, vicdanının sesine ya da toplumun beklentisine göre değil, imaj danışmanlarının tavsiyesine, sponsor ve reklam ajansının hassasiyetine göre tavır belirleyen ve şöhretini riske atmaktan ölesiye çekinen starların eline kaldığımız için biraz da bu kadar üzgünüz, Cüneyt Arkın’ların yitip gitmesine…
Dünyanın henüz bu kadar kirlenmediği bir devrinin altın çocukları olarak yer etti onlar kalbimizde… ve hep öyle anılacaklar.