Editörden…
Türkiye siyaseti her yeni güne yeni bir skandalla uyanıyor. Rejimin ömrünü uzatmak için her yolu deneyen, elindeki tüm kozları masaya süren AKP-MHP ittifakı, kurduğu oyun ve tuzaklarla muhalefeti bölmeye, etkisiz hale getirmeye, onu kendi minderinde dövüşmeye zorluyor. 31 Mart seçimlerinde metropollerden taşraya dek ağır darbe alan iktidar partisindeki erimenin devam ettiği, son dönemki kamuoyu yoklamalarına da yansıdı.
AKP artık birinci parti olma özelliğini yitirirken, rejim yeniden toparlanmak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir kez daha Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak için tüm tuşlara basıyor. Kimi zaman “yumuşama-normalleşme” kimi zaman “çözüm süreci” beklentileriyle siyaseti yeniden dizayn etmeye çalışan iktidar, muhalefeti gafil avlamaya çalışıyor. Bugüne dek yaşanan gelişmelere bakınca çok da başarısız olmadıklarını görüyoruz. 31 Mart yerel seçimlerinde iktidarın sarsılmaz denilen kalelerini darmadağın eden halkın yarattığı rüzgar, muhalefet güçleri için bulunmaz bir fırsattı. Hem sandıkta yenilmiş hem de moral üstünlüğünü yitirmiş iktidar, asla çözemediği krizlerle boğuşurken her seferinde yeniden oyun kurmayı başardı. Seçimin hemen sonrasında ortaya atılan “yumuşama-normalleşme” tartışmalarıyla kamuoyunda beklenti yaratılırken, MHP Lideri Devlet Bahçeli 1 Ekim’deki Meclis açılışında DEM Parti Grubu ile tokalaşarak kamuoyunu meşgul edecek “çözüm” tartışmalarını başlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da destek ve teşekkürünü alan MHP Lideri, ilerleyen günlerde el yükselterek bu kez de PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı Meclis’e davet etti. Umut hakkından dem vurdu. Ardından önceki çözüm sürecinin kimi aktörleri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’ye teşekkürü borç bildi. Ortadoğu’da yükselen savaş da bahane edilerek “iç cephe” kavramı ortaya atıldı. Gazete ve televizyonlarda yeni bir sürecin başladığı yorumları yapılırken rejim tartışmaları unutuldu ya da hasıraltı edildi. AKP-MHP ittifakının temelini oluşturduğu Saray rejiminin hegemonya inşa edemediği, toplumsal rıza üretemediği, bunun için de manevra alanını genişletmeye çalıştığı görmezden gelindi. Yumuşamak, normalleşmek, demokratikleşmek veya Kürt sorununu çözmek bir yana, rejimin daha da sertleştiği bir kez daha gözler önüne serildi. AYM kararlarını çiğneyen, AYM’nin varlığını dahi sorgulayan, “etki ajanlığı” yasası, RTÜK sopası, yargısı, polisi ve son olarak bir kez daha karşımıza çıkan kayyum darbeleriyle rejim, takındığı maskeleri birer birer düşürdü. Tüm avantajına rağmen iktidarın ortaya attığı bu tartışmaların peşine takılan muhalefet, 31 Mart’tan kalan rüzgarı büyük oranda kaybetti. 2017 Referandumu’ndan bu yana Erdoğan ve rejim karşısında kemikleşmiş çoğunluğun taleplerinin taşıyıcısı olmak yerine karşı cenaha seslenmek tercih edildi.
Hiçbir meşruluğu olmayan bu rejimle ne ortak bir Anayasa yapılacağı ne masaya oturulacağı ne yumuşama bekleneceği ne de Kürt sorununa bir çözüm aranabileceği görülmüş oldu.
Gerek Esenyurt’ta gerekse Batman ve Mardin’de belediye binası önlerinde bir araya gelen binlerce kişi iradesine sahip çıkarken, “faşizme karşı omuz omuza” sloganları attı. Meclis muhalefetinin hatalarıyla gelinen süreç günün sonunda toplumsal muhalefet duvarına çarptı.
Halk iradesine sahip çıkan, toplumsal taleplerin taşıyıcısı olacak bir muhalefet için mücadelenin anahtarı, Saraçhane’den Esenyurt’a, Mardin’den Batman’a, Trabzon’dan Ege köylerine dek rejime karşı itirazlarını yükselten yüzbinlerin direnişinde saklı.