Zafer Arapkirli
Dün sabah saatlerinde İstanbul’da yapılan bir genel kurul toplantısından kamuoyuna yansıyan çok önemli ve çok dokunaklı bir konuşma sırasında, konuşanın kimliğini gizleyip, sesini dijital ortamda değiştirip, herkesin tahminini sorsanız “Ciddi bir muhalefet partisinin sözcüsü” zannedilebilirdi. Öylesine eleştirel, öylesine ülke gerçeklerini yakından analiz etmiş ve öylesine doğru saptamalarla dolu bir konuşmaydı ki, Türkiye’nin tüm muhalifleri, hatta ruhunu ve tüm benliğini bugünkü rejime satmamış hemen herkes, belki de bir iki ekleme ile altına imza atabilirlerdi bu konuşmanın.
Kürsüde konuşan kişi TÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği) Başkanı Orhan Turan’dı. Bir internet sitesi, bu konuşmanın metnine yer verdiği haberi şu yorumlu başlıkla verdi: “Yürek yemişler!..” İçeriğine bakıldığında Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın tutukluluğundan girip, teğmenlere verilen haksız ihraç cezasından çıkmış. Yolsuzluk ve dolandırıcılık haberlerinin ayyuka çıkmasından, suç örgütlerinin faaliyetlerinden Gezi Direnişi’ne (ona direniş demiyor tabii, ‘olaylar’ diyor) ilişkin 10 küsur yıl sonra açılan soruşturmalara, hukukun üstünlüğünün ortadan kalkmasına ilişkin çok sayıda konuda derin kaygılarını dile getiriyor iş dünyası.
Tabii kendi somut sorunlarına değinip, “Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor” denilirken üretim maliyetlerinin sürekli artmasından ve krediye erişimin giderek daha da zorlaşmasından da şikâyet ediyorlar. Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in uygulamaya çalıştığı “programa” destek verdiklerini söyleseler de “Yine de ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söylemeyiz” diyerek biraz da mahcup bir tavırla “O kadar da karşımıza almıyoruz” mesajını da veriyorlar. Yani “Her şey yolunda değilse de, yolunda olan bazı şeyler olduğunu da inkâr etmeyelim” demeye getiriyorlar.
Konuşmanın bir yerinde, TÜSİAD Başkanı Orhan Bey, Özdemir Asaf’ın bir dizesine atıfta bulunup “Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden” diyerek, şöyle bir tespit yapıyor: “Artık hiçbir şeyi zamana bırakamayız. Bunun için zamanımız kalmadı…” Ve finalde şu çarpıcı ifadeyi kullanıyor: “Sussak gönlümüz razı değil…” “Susmamaya” karar vermiş artık iş dünyası. Canlarım benim ya… Dinlerken ve sonradan metni okurken boğazıma bir şey düğümlendi. Yoksa “Susarlarsa sıranın onlara geleceğini” mi kastediyorlar? Ya da biraz daha gaza gelse, ağzından şöyle bir laf mı kaçıracaktı acaba değerli iş insanı Orhan Bey?
“Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz.”
Başka bir gezegende yaşıyor olsaydık, iş insanlarının bu çıkışını, “İslamo faşizm ile kapitalistlerin işbirliği sonucu yaratılmış” bugünkü felaket tablosunun sona ermesi için yapılmış samimi ve içten bir çağrı olarak algılayabilirdik.
Oysaki, bugün “Yandım Allah” diye, adeta nasırına basılmış gibi görünen sömürgen sermaye sınıfı, ortadaki korkunç tablonun suç ortağı, hatta bu kıyamet senaryosunun baş yazarlarından biri olduğunu gözlerden saklamaya çalışıyor. Bir yandan bugünkü iktidarın gelip ülkenin başına bir kâbus gibi çökmesinde yerli ve uluslararası güçler koalisyonunun bir parçası olduklarını, AKP–Recep Bey rejiminin geçen 22 yılında kârlarını utanmazca katlarken, önlerinde her türlü kapının açıldığını, sermaye olarak “ne istedilerse verildiğini” unutmuş, bunun tam karşısında da “emeğin, adeta dünya rekorları kırılırcasına ezildiğini ve sömürüldüğünü” unutturma çabası içinde görülüyorlar.
Mesela, bizzat Recep Bey’in 2017’deki o meş’um konuşmasında şunları söylediğini unuttuk sanıyorlar: “Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? OHAL’i, biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Biz OHAL’den istifade ederek grev tehdidi altındaki yerlere anında müdahale ediyoruz…”
O gün bu talihsiz sözleri, emeğin bu topraklarda nasıl sermaye lehine acımasızca ezildiğinin itirafı niteliğindeki bu sözleri alkışlayan kimdi? Bu tarihi ve acımasız itiraf, tam da 12 Eylül faşist darbesinin hemen sonrasında zamanın TİSK Başkanı Halit Narin’in “Bugüne kadar hep biz ağladık. Şimdi gülme sırası bizde” sözlerinin neredeyse aynısı değil mi?
Bugün “Basın ve ifade özgürlüğü gibi değerleri” savunuyormuş gibi yapan çok duyarlı(!) iş dünyası, “Sendikal özgürlüklerin, topluca sömürgen işverenlerin karşısına dikilip ücret ve hak pazarlığı yapılmasının önündeki engellerin kalkması” için iki çift laf ediyor mu? Etmiş mi? Edebilir mi? Sonra, kalkıp “Sussak gönlümüz razı değil” muhabbetleri yapmaya utanmıyor musunuz?
Hak arayan emekçilerin işten atılmaları, çadırlarının sökülmesi, üzerlerine polis copu, TOMA, tazyikli su, kelepçe, gözaltı, tehdit, tutuklama ile gidilmesinin cesaretini bu rejim, kimden alıyor sanıyorsunuz? İnsanları utanılacak seviyede ücretler karşılığı iliğine kadar sömüren bir ideolojinin sahipleri, bugün “Basın mensuplarının haksız yere tutuklandığı hukuk ihlallerine” değinirken, medyayı böyle ucuz nutuklarla yanına çekebileceğini mi sanıyor? Sermayenin her zaman faşizmin semirmesinde en yüz kızartıcı rolü üstlendiğini gösteren tarihi hiç mi bilmiyoruz, hiç mi sizi tanımıyoruz, sendikanın “S”sini bile duyduğunda kaçanların, bugün hukuk ve hak sözcüklerini ağızlarına alırken nasıl bir sahtekârlık içinde olduklarını bilmiyor muyuz sanıyorsunuz?
Gölge etmeyin yeter.
İşimiz gücümüz var.
Kavganın tam orta yerindeyiz.
Karşı tarafında sizin de olduğunuz bir kavga bu.