Cennetin tapusu olur mu? Cennet beratı diye bir şey söz konusu olabilir mi? İnsanlar bu dünyada ellerine birtakım belgelerle cennetin kapısına gelerek, o belgeleri gösterip içeri girebilirler mi? Böyle bir şey var mı?
Buna cennetten tapu dağıtmak deniliyor. Bu söylem deyim haline geldiğine göre, bunun geçmişe dönük hikayesi de var olmalı. İtalyanca’da bir kelime var. O ‘ciarlatano’ kelimesidir. İtalyanca’dan Türkçe’ye de geçmiş olan şarlatan kelimesi. Şarlatan Türk Dil Kurumu’nda şöyle tarif ediliyor. ‘Kendine ait olmayan nitelikleri kendinde varmış gibi göstererek, saf insanları dolandıran kişi.’ Kendi özelliklerini, niteliklerini, kendinde olmayan şeyleri varmış gibi göstererek, yani kendini överek, saf insanları buna inandırıp, dolandıran kişiye şarlatan deniliyor. Türk Dil Kurumu’nda bu manaya geliyor ama kelimenin kökü İtalya’da ortaya çıkmış.
İtalya’da, Katolik kilisesinin papazları cennet beratı dağıtıyorlar. Günahkar vatandaşlar kiliseye gidiyor, kilisede papazdan para karşılığında bir berat, bir belge alıyor. Belgenin üzerinde kişinin adı, soyadı yazıyor ve bu belgeyi göstererek cennetteki yerinin hazır olduğuna inandırılıyor. Bu belgeyi almak içinde kiliseye veya papaza para ödüyor. İtalya’da papaz olmayanlar, bu olayın çok para getiren bir şey olduğunu, binlercesinin dağıtıldığını, vatandaşların günahlarından kurtulmak, affedilmek, cennete girebilmek için bu belgelerden aldıklarını görünce, kilisenin dışından olan bazı kişiler de sahte cennet beratı hazırlıyor ve bunları daha ucuz fiyata satıyor. Bu nedenle kilise bunlar hakkında fetva çıkarıyor. Bunların ciarlatano / şarlatan olduğunu söylüyor ve onlara bu şarlatan ismi veriliyor. İşte şarlatan buradan geliyor. Yani sahte cennet beratı hazırlayıp, kilisenin vermiş olduğu cennet beratından daha ucuz fiyata halkı inandırıp, dolandırarak satan kişi anlamına geliyor. Zaten cennetten tapu dağıtmanın kendisi bir dolandırıcılık, bu şarlatanların yaptığı da dolandırıcılığın dolandırıcılığı olmuş oluyor. Bunlar Katolik İtalyasında olmuştur.
Peki Müslüman ülkelerde böyle şeyler olabiliyor mu? Tabii ki de oluyor.
Mesela birisi çıkıyor diyor ki; ”Eğer seçimlerde bizim partimizin adayına oy verirseniz bu sizin için cennet beratı olacaktır.” İtalya’da papazın para karşılığı verdiği, şarlatanın da daha ucuz fiyata vermiş olduğu cennet beratını, buradaki vatandaşta bir oy karşılığında vermiş oluyor. Onlar parayla cennet beratı veriyor, burada ise sandıkta bizim adayımıza oyunuzu verin, bu vermiş olduğunuz oy sizin için, tıpkı şarlatanların verdiği cennet beratı gibi, berat olacaktır. Bu beratı gösterdiğiniz zaman cennetteki yeriniz hazır deniliyor. Bu bir oy uğruna, bir koltuk uğruna, bizim adayımız kazansın diye, belediye bize geçsin diye veya bizde kalsın diye, iktidarı sürdürelim diye acımasızca yapılıyor ve herkesin gözünün önünde yapılıyor ve haberlere konu oluyor. Bunun şarlatanlıktan hiçbir farkı yoktur. Oy karşılığı sahte cennet beratı satarak, saf vatandaşları buna inandırarak, verdikleri oy karşılığında cennetten yer ayırttırmak anlamına geliyor. Vatandaşa cennete girmesi için, cennet beratı vermek anlamına geliyor. Bu da, kelimenin hem Türk Dil Kurumu’nda, hem de İtalya’da doğduğu şekliyle tam anlamıyla şarlatanlık oluyor.
Peki bunun ötesinde insanların bu şekilde cennet inancını istismar etmek kitapta geçiyor mu? Tabii bu Kur’an’ın ilk indiği dönemlerde de zaten vardı. Ondan sonra da var oldu. Şimdi de var ve gelecekte de bu tür istismarlar, şarlatanlar, ona inanan saf insanlar olacaktır. İnsanlar böyle olduğu sürece istifade eden çok olacaktır. Atasözlerine bile geçmiş hali ile; ‘’İnsanlar eşek olduğu sürece sırtlarına semer vuran çok olacaktır.’’
Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 123. ayetinde deniliyor ki; ‘’Cennet ne sizin kuruntularınızla ne de ehli kitabın, Yahudilerin, Hristiyanların, Mecusilerin, Sabiilerin, kendilerine daha önceden kitap verilmiş olanların kuruntularıyla girilecek bir yer değildir. Kim kötülük yaparsa karşılığını mutlaka görecektir.’’ Burada kullanılan sizin kuruntularınız ifadesi (ümniye kuruntu demek), öyle olmayan bir şeyin öyle olduğunu farz etmek anlamındadır. Mesela, benim cennette yerim hazır, ben yanmam, bana cehennem ateşi dokunmaz, ben kesin kurtulmuşum diye düşünmek, kendini kurtulanlardan zannetmek, cennet ve beratını cebine koymak veya velilerden, şıhlardan, peygamberlerden, şehitlerden, alimlerden, Allah katında sözü dinlendiği varsayılan kişilerden şefaat almak, onların torpiliyle böyle cennete falan gireceğini zannetmek, bunların hepsine Kur’an-ı Kerim umniye, Türkçe tam karşılığı kuruntu diyor. Cennet ne sizin kuruntularınızla, -sizin dediği Kur’an’nın ilk muhatapları Kur’an’a inananlar- ne de Yahudilerin, Hristiyanların, önceki çağlarda kendilerine bir şekilde kitap verilmiş olanların, Musa’ya, İsa’ya veya önceki Peygamberlerden birisine, Tevrat’a İncil’e mensup olduğunu söyleyenlerin kuruntularıyla girilecek bir yer değildir. Kim bir kötülük yaparsa, ne Yahudi, ne Hristiyan, ne Müslüman, ne Kur’an’a inanan, ne inanmayan, ne Deist, ne Ateist, ne Agnostik, ne Doğulu, ne Batılı, ne Türk, ne Kürt, ne Alevi, ne Sünni kimliğine bakılmaksızın kim bir kötülük yaparsa karşılığını bulacaktır diyor. O yaptığı kötülüğün bedelini ödeyecek, cezasını çekecektir diyor. Bu Kur’an-ı Kerim’de Nisa suresinin 123. ayetidir. Bu ayette Müslümanlar da, Kur’an’a inananlar da tabiri caizse haşlanıyor. Onlara yönelikte ”sizin de kuruntularınızla girilecek bir yer değildir” dediğini görüyoruz.
Peki cennet nedir? Cennet acaba öldükten sonra bizi hazır bekleyen bir yer midir? Yoksa cennet dediğimiz yer burası mıdır?
Kur’an’daki ayetleri dikkatle ve derinlemesine incelediğimizde görürüz ki; Kur’an’ın cennet dediği yer insan eli değmemiş doğal dünyadır. İnsan eli değmemiş doğal dünya derken şunu kastediyoruz: Bozulmamış, tahrif edilmemiş, yağmalanmamış, genetiğiyle oynanmamış, insanların aç gözlüce doğaya dokunmaları, insan yaşamını, toplum hayatını bozmaları olmaksızın, henüz daha insan eli değmeden var olan doğal dünya… Bizi de bu cennetin içinde var etmekte, ortaya çıkarmaktadır ve bize denilmektedir ki; ”İçinde bulunduğunuz doğal dünyayı bozmayın, içinde bulunduğunuz cenneti kendi ellerinizle cehenneme çevirmeyin.”
Şu halde aslında cennet dediğimiz şey 5 ‘S’dir. Kur’an ayetlerinden çıkardığımız sonuç bu.
5 ‘S’ Türkçe kelimelerle söyleyecek olursak, başında ‘S’ harfi olan 5 kelime ile bunu ifade edebiliyoruz. Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, saldırısız ve savaşsız bir dünya… Buna doğal dünya, adalet ve barış dolu olan doğal dünya diyoruz. İşte Kur’an’ın cennet dediği şey budur. Dünyada sınırlar, sınıflar, sömürü, saldırılar ve savaşlar olduğu için insanlar mutsuz oluyorlar, acı çekiyorlar. İnsanlar bir yerde huzur ve mutluluk içerisinde yaşamıyorlar. Çünkü saldırıya uğruyorlar, savaşlarda ölüyorlar, arada sınırlar var, bir yerden bir yere gidemiyorlar. Hem maddi sınırlar, hem manevi sınırlar, hem de zihinsel sınırlar var. İnsanlar kimliklerin içerisine hapsolmuş, insanlar tapınaklara hapsolmuş, insanlar uluslara, o ulusları çerçeveleyen sınırlara hapsolmuş, buralar insanların zindanı haline gelmiş ve bu zindanlardan çıkamıyorlar. Sınıfların içerisine hapsolmuş, o sınıf zindanlarından çıkamıyorlar, üst tarafa geçemiyorlar, sınırı geçemiyorlar. Dolayısıyla bütün bu savaşlardan, sınırlamalardan dolayı da kendilerini ifade edemiyorlar ve mutsuz oluyor, acı çekiyorlar.
İşte bunların olmadığı dünyada, insanlar mutlu olacaktır ve bu mutluluk onları huzura götürecektir. Adalet ve barış olunca, huzur olacaktır . İşte Kur’an-ı Kerim bize bunu hedef olarak gösteriyor, bunun gerçekleşmesini istiyor.
Kur’an-ı Kerim inananlara, yeryüzünün erdemli insanları ile beraber inançsız olsa bile, kitaplara inanmasa bile, yeryüzünün böyle olmasını isteyen, sınırların, sınıfların, sömürünün, saldırının, savaşların olmadığı böyle bir barış yurdunda yaşayın diyor. Onların el birliği yaparak bulundukları yöreleri, beldeleri, bu özelliklere sahip bir cennet köşesine, bir barış yurduna dönüştürmesini istiyor ve bu çağrıda bulunuyor. Biz bulunduğumuz mahalleyi, bulunduğumuz semti, köyü, mezrayı, şehri, kenti, ülkeyi hatta bulunduğumuz evi, böyle bir barış yurdu haline getirebiliriz. Kendi dünyamızda bu cenneti kurabiliriz. Buna inanıyoruz, buna inandığınız zaman, bunların gerçekleşeceğine inandığınız zaman, cennete inanmış oluyorsunuz.
Yoksa cennet öldükten sonra orada öylece bekleyen ve buradan alınan cennet beratlarıyla, kimisi papaza para vererek, kimisi sahtesini şarlatandan alarak, filan partiye oy vererek, filan adayı destekleyerek, kuran kursuna bir tuğla koyarak aldığımız belgelerle, beratlarla kapıdan meleklere gösterip içeri girebileceğimiz yer değildir. Bu anlayış, bu zihniyet Kur’an’a tamamen zıttır. Kur’an’ın bunlara verdiği isim umniye/ kuruntudur. Orası sizin kuruntularınızla gidilecek bir yer değildir diyor ve bütün cennet tariflerinin hepsini tek tek tek okuduğumuzda biraz evvel saydığım, 5 ‘S’’nin gerçekleştiği yer olarak görülüyor. Cehennemde bunların tam tersinin olduğu yerdir. Bir yerde sınır varsa, alt, üst, öteki sınıf varsa, bunlar arasında sömürü ilişkisi varsa, bunlardan biri diğerini durmadan sömürüyorsa, birileri alın teriyle ve emeği ile çalışıyorsa, birileri yattığı yerden onların alın terini kendine yazdırıyorsa ve yukarıdakiler aşağıdakilere, sağdakiler soldakilere, bu sınırın her iki tarafında özellikle üstten aşağıya doğru saldırılar hiç durmadan, kimliği, kültürü, folklörü, derisinin rengi, konuştuğu dil, bağlı bulunduğu şehir, bölgesi yüzünden aşağılanıyor, horlanıyor, hakir görülüyor ve sürekli saldırıya uğruyorsa, bunun eziyetini ve acısını sürekli çekiyorsa ve nihayet bunlar savaşa sebebiyet veriyor, kan dökülüyor, insanlar öldükçe acılar çekiyor ve bu acılar nesiller boyunca hiç durmadan devam ediyorsa işte orası cehennemdir, cehennem budur.
Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi, cennet orada çadırlar içerisinde hurilerin beklediği ve buradan oraya cennet beratıyla, tapusu ile gidecek bir yer değildir. Cehennemde yanan ateşler, kazanlar yoktur. Herkes kendi odununu kendisi götürür. Kendi odununu kendi amelleriyle kendi çizdiği sınırlarla, kendi çıkardığı savaşla, kendi hasetinden, kıskançlığından, saldırganlığından, aç gözlülüğünden doymaz iştahından dolayı yarattığı sömürü ile insanlar kendileri cehennemi yaratırlar ve odununu kendileri oraya taşırlar. Bunu bu şekilde anlamak gerekir. Şeyh Bedreddin de Varidat adlı eserinde cenneti ve cehennemi böyle tanımlamıştır. Kur’an’da anlatılan da budur, diğer anlatılar Arapların hayalidir. Çadırlar içinde bekleyen huriler, şaraplar ve eğlence merkezi şeklindeki anlatılar o zamanki Arapın muhayyilesinin yaratmış olduğu, fantazileri, hayalleri bize cennet diye yorumlayıp anlatıyorlar. Oysa cennet derken bize anlatılan evrensel bir ülküdür. Bütün cennet tabloları mutlu aile tablosudur, mutlu insan faktörleridir. Bunu böyle anladığımız zaman cennet inancı çok ilerici devrimci bir inanca dönüşür.