”Bir keresinde bir şey dinlemiştim göğsüme saplanmıştı, bir keresinde bir şey okumuştum bir bıçağın ucu gibiydi, bir keresinde birine gerçekten bakmayı denemiştim gözüm kanamıştı ve bir keresinde aynaya bakmayı başarmıştım. O gün bugün hepsi kovalar beni. Sonunda bıraktım kaçmayı… Anladım kaçacak bir yer olmadığını; dahası kaçılacak da bir şey… Korkumun kendisiydi korktuğum, kaçtığım şeyse kaçmanın kendisi. ”Aynadan kırık bir parça uzatsam okura, bakar mı acaba, eli kesilir mi?” demeyi de bıraktım. Kimisi eldiven taksın, kimi kanmayı denesin, kimi kendinden kaçsın kurtulsun.”
Psikiyatrist, yazar, ressam, yayıncı ama en çok da “kendisi” olan Cem Mumcu, meselenin “sen”le “sen” arasında olduğunu aktarıyor. Kitabı okuduktan sonra ”Gerçekten kendinizi mi yaşıyorsunuz, kendinizden mi kaçıyorsunuz? sorusunu sorduruyor insana. Nelerin dayatmalarını yaşıyoruz, hangi algıların sonucu neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veriyoruz? Kendimizi sıfatlarla, etiketlerle sınırlandırıyor muyuz? Yazarın dediği gibi; ” “Akamayan” hayatlar yaşıyoruz. Aidiyetlerle hapsedilmiş, kendimizle zehirlenmiş, “Ben, benim” diyemediğimiz hayatlar. İnsan, her yolculukta aslında kendinden gider ve kendine gider. Yola çıkın. Kendinizle zehirlenmemek, aidiyetlerin esiri olmamak, “Ben, benim” diyebilmek için”
İnsanı anlatan bu kadar ”biricik” bir eser olunca sizin kelimeleriniz yetersiz ve ”yani şunu demek istiyor” demek de ayıp geliyor bana. Bu sebeple kitabın çok etkilendiğim hatta bayıldığım bir bölümden bir paragraf vermek istiyorum:
”Oysa seni bulmanın, senin o olmanın yolu; sende durmayı, sende beklemeyi, sende terlemeyi, sende uçmayı, sende boğulmayı istiyor. Seni benden başka kimse, beni de senden başka kimse ‘’o’’ kılamaz çünkü. Sanıyorlar ki sende kalırsam, senle kalırsam ve sende ben de kalırsan, benle kalırsan geride kalan o sonsuz ihtimali kaybedeceğiz. Sanıyorlar ki sen benim ihtimallerimi, ben de seninkileri bitireceğiz. Oysa ben seni ihtimaller arasındaki biricikliğini seviyorum. Gitme şansım varken sende kalmayı seviyorum. Sende kalmanın derinliğini, sende durmanın ihtimallerini, sana bir şey olacak diye korkmaları, seni görmek için uyanmaları, senin kolunu tutmaları seviyorum. Senin kolunu bırakmamdan korkmanı, senin kolunu tutamamaktan korkmamı seviyorum. İstersem gidebilme gücümü, istersen gidebilme gücünü ve bu güç bizdeyken gitmemelerimizi seviyorum. Israrla ve biteviye sende kalmayı seçişimi, seni okuya okuya bitiremeyişimi, senin içindeki özgürlüğümü seviyorum. Anahtarı ikimizdede olan bu kelepçenin, bizi bağlamasını isteyişimizi, kelepçenin şıkırtısını duymayınca ikimizin de gözlerinde beliren korkuyu seviyorum.”
Okumaktan büyük keyif aldığım, kendimi her satırında bulduğum, düne, bugüne ve yarına dair daha bir çok şeyi bulabileceğiniz, bir solukta okuyabileceğiniz muhteşem bir kitap. Neyi neden yaptığını ve neyi neden hissettiğini bilmeden kendini tanımamızın ve insanı tanımamızın mümkünü yok. Keyifli okumalar.
Ayşe Yıldız adilmedya kitap zamanı…