Bülent Usta
Theodor W. Adorno, 1949’da soykırımdan sonra şiir yazmanın barbarca olduğunu söylemişti. 12 Haziran 2025’te, İsrail’in hava saldırısında, ailesiyle birlikte hayatını kaybeden 24 yaşındaki İranlı şair Parnia Abbasi, şiirlerinin birinde “Senin dünyanda yıldızlar ışığın özgürlüğü / benimkinde gölgelerin peşinde koşmak” diye yazmıştı; şiirinin sonunu “Yanıyorum / O sönmüş yıldız olacağım / Senin gökyüzünde / Duman gibi” diyerek bitiriyordu. Bilgisayar oyunu gibi izlenen bir savaşta yükselen dumanları gördükçe aklıma Parnia geliyor.
∗∗∗
Parnia’nın şiirinde yazdığı gibi, başka bir gökyüzünde değil bütün o dumanlar, aynı gökyüzünde olup bitiyor. Bütün bu ölümler ve travmalar, Avrupa ya da ABD’nin gökyüzünde sönmüş bir yıldız gibi görünse de dumanı bu dünyanın her yerine sızıyor. Sosyal olarak gömülü travma sadece hayatta kalanların ailelerine, yakınlarına değil, aynı zamanda bir bütün olarak topluma ve dünyaya bulaşır. Böylesi büyük sosyal travmalardan sonra genellikle inkâr, karşı saldırganlık, küresel projeksiyon ve bölünme gibi büyük savunmalar ortaya çıkar. Bütün bu savunmalar travmanın yayılmasına yardım eder, kuşaktan kuşağa aktarılır, içten içe toplumları zehirler. Günümüzde toplumun sembolik evreni, göreceli de olsa bir istikrardan tamamen uzaklaşmış durumda, bütün bu yaşananlar henüz sembolize edilmemiş ezici deneyimler olarak varlığını sürdürüyor. Herkes içten içe ontolojik bir güvensizlikle karşı karşıya, ister Tahran’da, Tel Aviv’de, Londra ya da New York’ta olsun…
Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir der bazı psikologlar. Köye yapılan saldırı çocuğu ve temel sosyal deneyimini doğal olarak bütünüyle etkileyecektir. Örneğin son yıllarda literatüre giren “hoşgörülü katliam” kavramı, sosyal deneyimimizin nasıl şekillendiğine dair iyi bir örnek. Hoşgörülü katliam, resmi olarak tolere edilen, çaresiz ve korumasız sivillere karşı eylemler sırasında bir ordunun veya paramiliter oluşumların üyeleri tarafından yürütülen seçici olmayan, acımasız ve genellikle sistematik kitlesel şiddet olarak tanımlanır. 7 Ekim saldırısında İsrail vatandaşlarına yönelik katliamı bir kesim sevinçle karşılamıştı, Gazze’de yaşanan katliama da bir kesim aynı sevinçle karşılamış ya da sevinç duymasa da yapılanlara hak veren bir sessizliği seçmişlerdi. Hoşgörülü katliamın en önemli özelliği, şiddetin failleri için herhangi bir tehdit oluşturmayan ve onlara karşı herhangi bir şiddet eyleminde yer almayan insanlar olmasıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi, ABD’li askerlerin Vietnam’da silahsız olan ve sadece kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan, nüfusu 500-600 kişi olan bir köyü bütünüyle yok etmeleriydi. Bu olayın ortaya çıkmasıyla ABD’de ilk büyük savaş karşıtı eylemlerden biri gerçekleşmişti.
∗∗∗
Gramsci, ‘Hapishane Defterleri’nde şöyle yazmıştı: “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı.” Yeni dünyanın henüz doğamadığı böyle bir zamanda büyük bir hastalıklı semptom çeşitliliği ortaya çıkıyor. Açık siyasi şiddet, hoşgörülü katliamlar, kitlesel hoşnutsuzluk salgınları, aşırılık yanlısı siyasi liderlerin ve ideolojilerin yükselişi, uluslararası ittifaklardaki değişimler, yıkıcı savaş tehdidi ve kurumların çöküşü… Her birimizin yaşadığımız bu karanlık döneme nasıl cevap vereceği, yeni bir dünyanın doğup doğmamasını belirleyecek. Kimi zaman bir şiirin kaldığı yerden yazılabilmesi bile, yeni bir dünyanın mümkün olduğuna işaret edebilir. Canavarlar zamanında insan kalabilenler çoğaldıkça…