- 7. 1. Mâ-Meleket-Yemîn (Eymân)
Câriye hukuku Roma ve Sâsânîlerde köleci dünyada kadınları biraz olsun rahatlatan sistem getirmişti. Örneğin esir kadının hâmile olup olmadığının anlaşılması için câriye ile bir ay ilişkiye girilmemesi, câriye ile sadece efendisinin cinsel ilişki kurması, çocuğu olan câriyenin satılmaması, efendisi ölen câriyenin özgürleştirilmesi, evlendirilen câriyenin cinselliğinin kocasına mülkiyetinin efendisine ait olması, bir efendinin sınırsız câriye alma hakkının olması, çocuğu olmayan câriyenin alınıp satılması, askerlerin cinsel zevki için câriyelerin gelişigüzel biçimde askerlere teslim edilmemesi gibi yasalar esir kadınlara bir parça nefes aldırabiliyordu. Ama bu uygulamalar kadınları asla özgürleştirmedi, âilelerine kavuşturmadı, kadınlık onurunu hiç korumadı ve kadınları erkeklerle asla eşitlemedi.[1] Bu tarz uygulamaların olduğu bir çağda Kur’ân’ın mâ-meleket-eymân yaklaşımı yeni bir uygulama doğurdu.
Araplarda kölelik savaşta esir alma, baskın yapıp kaçırma (gasp), köle çocuğunun köle olarak devam etmesi (miras), pazardan satın alma ve köle bağışı yapma gibi yöntemlerle sürerdi. Köleliğin egemen olduğu câhiliye döneminde ve İslâm’ın geldiği yıllarda kölelik dramının çözülmesi için çeşitli yöntemler uygulanıyordu. Bunlardan bir tanesi de esir alınmasına rağmen özgürlüğü için fidye ödenmemiş, korumasına alacak bir kimsesi çıkmamış, esir değişimi için kimse tarafından istenmemiş kadınlar vardı. Bu durumdaki kadınlar o günkü savaş, esirlik ve değişim koşullarında bir sözleşmeyle koruyucu âilelere verilirdi. Böylece bunlar sözleşmeyle el altında tutulanlar olarak nitelenirdi. Bu âileler onları korumasına alır, onlar da bunun karşılığında âileye hizmet ve yardım ederdi. Bu kadınlar Kur’ân’da mâ-meleket-yemîn (eymân) diye tanımlanmıştır. Burada hatırda tutulması geren bir durum da vicdân elçisi Muhammed’in fidye peşine düşmek ve insanları esir tutmak gibi bir derdinin olmadığı ve böylesi eylemlerin barış ve güven yoldaşlarına yakışmayacağını hatırlatmalıyız. Kur’an, Müslümanların güçlenince düşman elindeki esirlerini alma, fidye ödeme zorunluluğundan kurtulma gibi bir sıkıntısı kalmayınca esir ve fidye kültüründen uzaklaşmasını istemektedir. Çünkü İslâm, insanların özgürlük ve onurunu satarak para kazanmaya tepki koyar.[2]
Kamu tarafından bir sözleşmeyle el altında tutulan kadınlarla yatmak isteyen erkekler veya yardım ve hizmet ettikleri erkeklerle yatmak isteyen ve kamu güvencesi altında olan bu kadınlar cinsel ilişkiye girebilmek için mutlaka bir sözleşme (nikâh) yapmak zorundadır.[3] Korumaya muhtaç olan kadının zayıflık ve sahipsizliğinden yararlanmak keyfî biçime bırakılamayacağı gibi yardım ve korumasından yararlanılan erkekle birlikte olma isteği de cinsel ilişki serbestliği tanıyan bir sözleşmeyle, yani nikâhla olması gerekirdi.[4]
Peygamber’in sonradan eşi olmuş olan Safiye, Cüveyriye ve Reyhâne savaş esirleriydi. Peygamber onları serbest bırakarak esir kadın konumundan kurtardı ve böylece onların câriye olmaları da engellendi.[5] Çünkü kölelik ve câriyelik esirlikten sonra başlayan ayrı bir statüydü. Bir kadın ve erkek esirken henüz köle ve câriye değildir. Ne zaman ki birinin payına düşer ve onun açık kölesi ilan edilirse köleleik ve câriyelik başlar.
Peygamber ve Kur’ân’ın hedefinin insanları köleleştirmek olmadığını pratikten ve Kur’ân’dan zaten biliyoruz. “Kölelik zincirlerini paramparça edin.”[6] âyeti henüz bir köle ve câriye elde etme olanağının olmadığı Mekke döneminde Müslümanlara ana ilke olarak duyurulmuştu.
- 7. 2. Muhsan(ât)
Muhsan, h-s-n kökünden türemiştir. Muhsan denilince evli kadın, özgür kadın veya fuhuş yapmayan kadın kastedilir. Araplara kadın evlenince nâmusunu koruyacağı, özgür kadın konumuyla dokunulmazlığa ulaşacağı ve evi kendisine bir kale gibi sığınak olacağı için evli kadına muhsan demişlerdir. Yani köle olmayan, kocası ve kabîlesi tarafından korunan, eşi ve akrabaları tarafından sahiplenen ve özgür olan bir kadın muhsan kelimesiyle tanımlanır. Ancak bunun yanında evli köle kadınları da kapsadığını düşünenler vardır.[7] Muhsan, başka bir yönüyle de fuhuştan uzak durup bir yuva kurmayı bekleyen, cinsel ihtiyacını fâhişelik ve metreslik yaparak gidermek yerine toplumun onayladığı sözleşmelere göre karşılamayı düşünen kadınlardır.[8]
- 7. 3. Mut’a Nikâhı
Uzamaya, yükselmeye mutû’; bitkinin gelişim başlangıcına mete’an-nebât, bir şeyden uzun süre yararlanmaya, evde yararı görülen eşyaya, kendisinden yararlanılan her şeye metâ’, bir şeyden uzun süre zevk almaya veya faydalanmaya temette’a bihî, zevk alarak yararlanmaya temettû’, boşanan kadına iddeti süresince faydalanması için verilen mal ve paraya mut’a/metâ’ denir. Mut’a nikâhı, bir erkeğin belli süreye kadar cinsel yaşam sürmek için bir kadınla belli bir oranda mal veya para ile anlaşması ve süre dolunca bir boşanma yaşamaksızın anlaşmanın bitirilmesidir. Hac ile umreyi birleştirmeye de mut’atu’l-hac denir.[9]
Mut’a nikâhı yağmalama ve tecâvüzün yaygın olduğu devirlerde cinselliğe bir sınırlama getirmişti. İslâm’ın ilk yıllarında eskiden uygulandığı gibi uygulanmıştır. Mut’a bile savaşların yağma, talan ve tecavüzünün sınırsız olduğu ortamda cinsel yaşama bir disiplin getirmiştir. İdeal olan bir cinsel doyum yöntemi olmasa da tıpkı câriye hukûkunda oduğu gibi kadınları kendi koşullarında daha az yaralayan bir yöntem olmuştur. Fakat mut’a nikâhı zamanla savaş koşulları dışına çıkarılmış, evinden uzaklaşan her erkeğin gittiği yerdeki bekâr bir kadınla bir anlaşmayla yaptığı nikâha dönüşmüştür. İbn-i Abbâs’a göre cinsel ihtiyacı baskın gelen bir erkek fuhuş, jigololuk ve eşini aldatma gibi eylemler yapmak yerine bekâr bir kadınla mut’a nikâhı kıyarak cinsel ihtiyacını giderebilir.
Erkeğe mut’a nikâhı izni veren İbn-i Abbâs ve benzerleri kocasından uzak kalan ve canı cinsellik isteyen evli bir kadına aynı izni vermeyerek çelişkiye düşer ve İslâm’ın erkekçi bir din olduğuna kanıt ortaya koyar. Hâlbuki mut’a bir izinse kadın-erkek fark etmeksizin herkesi kapsamalıdır. Çünkü kadın da cinsel arzuyla donanmış bir varlıktır. Ancak câhiliye Arapları erkek merkezli bir toplumda yaşadığından İslâm’ı da erkekçi bir kalıba oturtmuştur. İbn-i Abbâs, Müslüman veya gayr-ı Müslim fark etmekizin bekâr kadınlara mut’a izni çıkarırken kocasından uzakta yaşayan evli kadınları görmezden geliyor; ama bekâr ve evli erkeklere mut’ayı ayrımsız biçimde hak görüyor. Bu durum mut’a nikâhının çıkmazıdır. Bu nikâhın İslâm’ın başlarında uygulanmış olması değiştirilen pek çok uygulama gibi geçiş döneminin bir pratiğidir. Çünkü bir devrim şak deyince gerçekleşmez ve tak deyinde alışkanlıklarla ilişkilerini kesemez. Geçiş süreçlerinde oluşan durumlara değil amaca ve temel ilkelere bakılır. Mut’a nikâhı Kur’an’da olsaydı fidyesi ödenmemiş, korumasına alacak bir kimsesi kalmamış, esir değişimi için kimse tarafından istenmemiş kadınlarla evlilik gündem yapılmaz, bekârlara “Gidin mut’a yapın ve işkenceden kurtulun.” denirdi.
Kur’ân, mezhepçi düşüncelerin dışında incelendiğinde ve târihsel sürecinde değerlendirildiğinde hiçbir âyetten mut’a nikâhı üretilemez. Bunu, Sünnî (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat) ve Şiî (Şi’â-yı Ali, İmâmiye, Câferilik) başta olmak üzere hiçbir mezhebin mensubu olmayan biri olarak söylüyorum.
devam edecek…
__________________________________________________
[1] Recep İhsan Eliaçık, Nuzül Sırasına Göre Yaşayan Kur’an, Nisa 24, Meleket Eymanukum Maddesi, 5. Baskı, İnşa Yayınları, İstanbul, 2014.
[2] Enfâl, 67.
[3] Nisâ, 24; Nûr, 33.
[4] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Mâmeleketeymânukum, Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017; Edip Yüksel, Kur’ân Mesaj Çevirisi, Nisa 24, 4: 024. Numaralı Dipnot, Ozan Yayıncılık, 14. Baskı, İstanbul, 2016.
[5] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, 5. Baskı, İstanbul, 2011.
[6] Beled, 13/Fekk-u Ragabe
[7] Muhammed Hamidullah, Aziz Kur’ân, Nisa 24. Âyet, 1 Nou Dipnot, çevirenler: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000.
[8] Recep İhsan Eliaçık, Nuzül Sırasına Göre Yaşayan Kur’an, Nisa 24, Muhsanat Maddesi, 5. Baskı, İnşa Yayınları, İstanbul, 2014.
[9] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, çeviren ve notlandıran: Yusuf Türker, M-T-A Maddesi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.