- Miras
Câhiliye Araplarında miras, savaşan ve ganîmet toplayan erkeklerin hakkı olarak görülürdü. Ayrıca hılf anlaşması[1] veya evlatlık olmakla da miras düşerdi.[2] Mirasta ölenin büyük oğlu ilk sırada bulunurdu. Erkek olmak ve savaşmak mirası hak etmenin olmazsa olmaz şartıydı.
- 1. Pazar İlişkileri
Câhiliye Arapları ganîmet, hayvancılık, ticâret ve soygunla geçinirdi. Mekke efendileri ile komşu devlet başkanlarının arasında îlaf denilen ticârî anlaşmalar yapılırdı. Îlaf sayesinde semâye hareket eder, kervanların güvenliği sağlanır ve yeni ürünler pazarlara ve sûk denilen panayırlara[3] taşınırdı.[4] Bu anlaşmalar nedeniyle Mekkeliler kışın Yemen’e, yazın Suriye’ye kervan kadırırdı. Mekke’ye gelen tüccarlar ve hacılar dışarıdan giyecek ve yiyecek getirmemeyi îlaflarda taahhüt ederdi. Buna hums deniyordu ve hums Mekke yerli tüccarını koruyordu.[5]
- 2. Ribâ
Câhiliye Arapları riba deyince “üreme, büyüme, gelişme, boy atma, kabarma” kök anlamından hareketle ana mal veya paradaki artışı kastederdi.[6] İbn-i Humam, malın kendi cinsinden fazlalığına ribâ denildiğini söyler.[7] Mekkeliler, Kâbe için yaptıkları harcamalarda ribâ ve fuhuş yollarından kazandıklarıyla harcama yapmazdı.[8] Bunu Kâbe’ye saygısızlık olarak değerlendirirlerdi.[9] Câhiliye Arapları üç çeşit ribâ uygulardı:
- 2. 1. Gecikme ribası: Câhiliye Döneminde alışveriş veya kredi borcunun vakti geldiğinde ödenmemesi üzerine alıcıya yeni bir süre tanınır ve verilen bu süre için anaparanın üstüne ek alacak para eklenirdi.
3.2. 2. Temerrüd ribası: Buna nesie ribâsı denirdi. Alıcıya vâdeli borç verilir ve her ay için anaparanın üstüne belli oranda alınacak fazla para belirlenirdi ve anaparanın ödenme vaktine göre bu fazlalık para her ay alınırdı. Anaparayı ödeme zamanı geldiğinde de anapara alınırdı. Anapara vaktinde ödenemezse artırım oranları yeniden belirlenerek daha yüksek miktarda yeni bir ödeme plânı yapılırdı.[10]
- 2. 3. Fazlalık ribası: Bir şeyleri takas ederken alınan fazlalıktır.
- Dayanışma
Araplar için kabîle dayanışması her şeyden önemliydi. Eman verme[11] geleneği kabîlenin üstünlüğü ve kahramanlığını göstermek için kabul edilirdi. Araplar için en önemli şey kan bağıydı. Câhiliye Arapları birinden ne kadar çıkar sağlarsa o kişiyle o kadar yakın dururdu. İş yaptırdığı birinin ücretini vermemek, malları gasp etmek ve bu konuda birlikte hareket etmek normal sayılırdı.[12] İslâm geldiğinde kötülük ve düşmanlık adına yardımlaşma yasaklandı; iyilik ve takvâ[13] adına dayanışma emredildi.[14]
- 1. Dâru’n-Nedve
Dâru’n-Nedve, Mekke şehir meclisi, kent konseyi,[15] site senatosu[16] ve ticaret odası görevini yerine getiren yerdi. Ticaret aristokrasisinin[17] yönetim ve toplantı merkeziydi. Mekke’nin asiller konseyi olan Dâru’n-Nedve savaş ve barış kararlarının alındığı, problemlerin kabîle önderleri tarafından çözümlendiği, nikâhların kıyıldığı, ergenliğe giren kızlara ergenlik gömleğinin törenle giydirildiği yerdi.
- 2. Bayrak ve Sancak
İslâm öncesi Mekke’de livâ (bayraktarlık) ve râye (sancaktarlık) görevleri vardı. Ayrıca ukâb (kartal, karakuş) adlı bir de sancakları vardı. Savaşlarda çıkarılırdı.[18] Mekkeliler livayı Abdu’d-Dâr oğullarına, râyeyi Ümeyye oğullarına taşıtırdı.[19]
- 3. Fazîlet
Câhiliye Arapları için cesâret ve kahramanlık çok önemliydi. Kişinin yiğitliği, kabîlesi adına öldürdüğü insan sayısıyla ölçülürdü.[20] Tüm cesâret gösterileri bireysel üstünlük ve kabîle üstünlüğü için yapılırdı. Cömertliğin nedeni bile bireysel şöhret kazanmak ve kabîle şerefini yüceltmek için gerçekleştirilirdi. Câhiliye Araplarında saygınlık, asillik, cesâret ve cömertlik hem kabîle gurûru ve bireysel şöhret için yapılır hem de korku ve hayranlık uyandırmak için istenirdi.
- 4. Evlatlık
Câhiliyede baba çocuğunu evlatlık verince tüm haklarından da vazgeçerdi. Evlatlık, verildiği ailenin tüm haklarına sahip olurdu ve babalığının nesebine[21] girerdi. Evlatlık, ölen babalığının dul karısıyla evlenmezdi.[22] Kur’ân, evlatlığı öz evlat konumundan çıkardı ve evlatlığı öz babasının adıyla çağırmayı şart koştu.[23] Hatta bu konuda Zeyd’in babası olduğunu düşünenlere karşı Kur’an “Muhammed, sizden birisinin babası değildir.”[24] demiştir. Câhiliye Döneminde Araplar kölelerden de evlat edinirdi.
- Evlilik
Câhiliye Araplarında kız alıp verme işlemi kadının velîsi[25] ile kız isteyen taraf arasında yapılırdı. Dul bir kadın evlenmek isteyince birden çok kuş uçurur, kuşlar sağa doğru uçarsa evlilik kararı alır, sola doğru uçarsa evlenmekten vazgeçerdi.[26]
Câhiliye Devrinde bir kadına ilgi duyan erkek kadının başındaki örtüsünü yırtar, kadın da erkeğin üstündeki elbiseyi yırtardı. Böylece karşılıklı bitmez bir sevginin olacağına inanılırdı.[27] Şevvalde evlilik uğursuzluk sayılırdı.
Genelde kabîle içi evlilik yaygındı. Farklı kabîleden biriyle evlenmek genelde hoş karşılanmazdı.[28] Farklı kabîleler arasında evlilik yapıldığında kabîleler arası yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşirdi. Evlilik nüfus ve taraftar sayısını artırma demek olduğundan çirkin ama doğurgan bir kadın güzel fakat kısır bir kadından daha makbul sayılırdı. Kısırlık boşanma sebebi kabul edilirdi. Bâkirelik evlilikte çok önemliydi ve bunun için yaşı küçük kızlar öncelikli olarak tercih edilirdi.[29]
Evlilikte bekâret önemliydi. Bâkire diye alınan kız bâkire çıkmayınca kızın ailesi kınanır ve âile kızı öldürürdü. Kızı baba verirdi ve kızın söz söyleme hakkı yoktu. Bu durum sadece soylu aile kızları için geçerli değildi.[30]
Araplar evlilikte soy denkliğine çok önem verirdi. Özgürlerin kölelerle evlenmesi aşağılık bir durum sayılırdı.[31] İslâmî Dönemde bile Araplarda esir kadın ve câriye ile evlenmek hoş karşılanmazdı. Örneğin Mücâhit’e göre câriye ile evlenmek leş, kan, domuz eti yemek gibidir. Bu durum ancak zorda kalan için geçerlidir. Said bin Cübeyr’e göre câriye ile evlenmek zinâ değildir, ama zinâya yakındır. Halîfe Ömer’e göre câriye ile evlenen özgür erkek kendi yarısını yani çocuğunu köleleştirmiş olur.[32] Bu örnekler Arapların İslâm’a girdikten sonra da geleneklerini dipdiri sürdürdüklerini gösterir.
Mehirsiz[33] evlilik zinâ ile eşit sayılırdı. Mehir, erkeğin itibar göstergesi kabul edilirdi. Mehir, kıza değil velîsine verilirdi. Esir kadın ve câriyeye mehir verilmezdi. Mehirle genelde düğün masrafları karşılanırdı. Mehrin oranını erkeğin zenginliği belirlerdi, 150 deveye kadar mehir verildiği olurdu.[34]
Araplar evlenenlere “Bir yastıkta kocayın, mutlu olun, oğullarınız olsun.” diye dua ederdi. İslâmî dönemde Peygamber “Allah evliliğinizi bereketli kılsın, gönüllerinizi hayırla birleştirsin.” dedi.[35]
Kızlar, 12 yaşına basmadan evlendirilir, çocuk doğurana kadar aileden sayılmazdı. Çocuk doğurmadan ölen bir kadın için başsağlığı dilenmezdi.[36]
- 1. Arap Sağ Solundan İdeolojiye
Yeri gelmişken sağ ve sol ile ilgili birkaç söz söylemek gerekir. Sağ ve sağcılığın uğur, sol ve solculuğun uğursuzluk sayılması bir Arap geleneğiydi. Günümüzde bile Arap geleneği ile Kur’ân’ı birbirine karıştıranlar sağcılığı Müslümanlık, vatanseverlik ve hak yol; solculuğu hâinlik ve din düşmanlığı sanmaktadır. Hâlbuki emek, adâlet, özgürlük, yurtseverlik, eşitlik, kardeşlik, dayanışma ve sınıfların kaldırılması gibi Kur’ân idealini savunan düşünceye sol denildiğinden sağcıların haberleri bile yoktur.[37]
Kapitalist ekonomik mülkiyet ilişkileri, toplumun sınıflara ayrıştırılması; devleti özgürlük ve birey haklarından; toprağı, üstünde yaşadığı halktan, milleti hukûk ve eşitlikten daha önemli görme; yönetim ve lideri eleştirilmez bir put konumuna koyma anlayışı sağcılıktır. Bu nedenle sağcılığın vicdân elçisi Muhammed ve onun mesajları ile anılarını taşıyan Kur’ânla hiçbir ilgisi yoktur.
Sağcılık saray, saltanat, imamet, hilâfet gibi Mısır, Roma, Bizans ve Sâsânî düzenlerini İslâm’ın özyönetimi gibi yutturup padişah savunmasına geçmektir. Sağcılık câriyelik, kölelik, efendilik, gasp ve işgâli fetih ve ganîmet adıyla meşrûlaştırma hokkabazlığıdır. Sağcılık bayrak, vatan, sınır, evliyâ, kan, şehît gibi sembol ve kavramları Kur’ân’ın hakemliğine götürmeden Emevî düzenbazlığı içinde kutsamak ve neyin ne olduğunun anlaşılmasının önüne geçmektir.
Sağcılık evliyâ, asfiyâ, önder, lider, rehber, cemâat, tarîkât, ocak, dergâh, tekke, şeyh, efendi olmadan yapamayan; kendini sürü yerine koyup bir çoban olmadan özgür hareket edemeyen kitleler çıkarma düşüncesidir. Sağcılık, biatı sorgusuz itaat zannederek eşit taraflar arasındaki sözleşmeye tüm tarafların teslimiyeti anlamındaki biattan habersiz olmaktır. Sağcılık, başörtüsü, sarık, sakal ve cüppe gibi Arap örfünün hem coğrafî zorunluluğunu hem de sınıfsal yapısını yansıtan giyimini Müslüman olmanın değerli yansıması kabul ederek Arap sosyolojisi ile dini birbirine karıştırmaktır.
Sağcılık kabîle, kavim, millet ve ümmet kavramlarını Kur’an literatürü ve Medîne Sözleşmesi’nin dışında mezhepçi ve saray beslemesi ulemanın tanımlarına göre kabullenmektir. Sağcılık kavmiyetçi damarı İslâm’a hizmet etmiş atalarımız palavralarıyla el altından sürdürmek ve ataların hangi İslâm’a ne tür hizmet ettiğini Kur’an’ın testinden uzak tutmaktır. Sağcılık; namaz, oruç, hac ve kurban gibi ritüelleri yapmayı dindârlık sayma ve ritüelsizleri ihlâssız ve din dışı ilan etme veya öldürülecek bireyler olarak görmedir.
Solculuk; vicdân, özgürlük, eşitlik, dayanışma, paylaşma, direniş, kardeşlik, güven, ihtiyaç fazlasını bekletmeden muhtaçlara dağıtma, yeryüzünün tüm ezilenlerine din ve dillerine bakmadan sahip çıkma, bedensel ve zihinsel işgâllere karşı direnmedir. Herkesi dili, mezhebi, mezhepsizliği, dini, dinsizliği, seçtiği kimliği ve taşıdığı idealleri konusunda (kamusal hakkı koruma dışında) tam özgür bırakma zihniyeti olan solculuk bizzat tevhit yolu, Kur’ân ilkesi ve Peygamber devrimidir. Bu bağlamda sol İslâm’ın öz malı; sağ, Kur’an’ın doğrudan hasmıdır.
İslâm’dan yüz yıllar önce de var olan ritüeller yerine ritüellerle amaçlanan davranışlara yönelmek solculuktur. Namaz yerine zulme karşı dik durma, vicdân değerleri karşısında eğilme ve alçak gönüllü olma; oruç yerine açlıkla mücadele edip açlık ve yoksulluğu kaldırmak için savaşma; hacca gitmek yerine eşitlik ve dayanışmayı ayağa kaldırma çabaları içinde olma; kurban kesmek yerine ihtiyaç sahiplerinin ne tür ihtiyacı varsa o türden yardımlarda bulunarak yoksul ve zengin arasındaki mesafeyi azaltıp yakınlık sağlama solculuktur. İlke ve devrim bilincini Kur’an’dan; pratiğini Peygamber, ortak akıl ve insanlığın tarihsel tecrübelerinden alan sol düşünceye Antikapitalist Müslümanlık, sosyal ve komünal İslâm, İslâm sosyalizmi, sosyalist İslâm veya İslâmî sol denir. Bu topraklarda çağımızın acil ihtiyacı da bu adlandırmalarla tanımlanan sol İslâm düşüncesidir.
- 2. Kadın ve Nâmûs
Aşk, şarap ve kadın câhiliye erkeklerinin çok düştün olduğu üç şeydir. Araplarda erotik[38] şiirler yaygındı. Korumasız kadınların mal, can ve cinselliği tehlikede olurdu. Zinâ ve fuhuş çok yaygın olduğundan bu işi kolaylaştıracak nikâh türleri de uydurulmuştu.[39] Savaşlarda kadın ganîmetten sayılırdı.[40] Kadınları savaşlarda ganîmet olması yanında geçim zorluğu nedeniyle kızlar gömülürdü ve kız çocuğu olması utanç demekti.[41] Araplarda erkek çocuğu savaşçı ve yaşam güvencesi demekti.
5.3. Kölelik
Câhiliye Araplarında anlaşmalar ya silah zoruyla ya da kabîle reislerinin rızasıyla yapılırdı. Arapları birleştiren bir otorite yoktu ve onlar da zaten böyle bir otoriteyi kabul edecek bir düşüncede değildi. Araplarda kişisel özgürlük kişininin kabîlesinin gücü kadardı. Köle ve câriyeler toplumunun alt sınıfı bile kabul edilmezdi. Köle dövmek normaldi. Kölenin bir organı istenirse kesilirdi. Köleler efendilerinin inanmadığına inanmamak, inandığına inanmak zorundaydı. İslâm geldiğinde inanmış bir kölenin özgür müşrikten daha değerli olduğunu söylemesiyle şirk toplumunda şimşekler çaktırdı.[42] Hele bir de “Dinde zorlama yoktur, kimseye inanç ve yaşam biçimi dayatamazsınız.”[43] denilmesi efendileri daha da kışkırttı ve egemen düzenin sahiplerini çıldırttı.
Câhiliye Döneminde Araplar kölelerden de evlat edinirlerdi. Araplar câriyeleri genelde fuhuş sektöründe çalıştırarak onların sırtından para kazanırdı. Bu nedenle câriye ile evlenmek aşağılık bir durum sayılırdı. Araplarda annesi câriye olanlar soy bakımından itibarsızdı.[44]
Hâkim bin Hizâm, câhiliye devrinde 100 köle azat etti. Müslüman olduğu gün de 100 köleyi azat edip 100 kurban kesti. Câhiliye devrinde azat edilen köle azat edenin kabîlesinden sayılırdı. Efendi, bir davranışını beğendiği kölesini isterse azat ederdi. Köleler, efendileriyle birlikte savaşa katılırdı. Mesela Vahşî, hem efendisiyle savaşa katıldı hem de efendisinden Hamza’yı öldürürse azat edileceğinin sözünü aldığı için onu öldürdü.
Bazı Araplar, öldüğünde kölesinin azat olmasını vasiyet ederdi. Buna tedbir, bu tip köleye de müdebber denirdi. Efendisinden çocuğu olmuş bir câriye, efendisi ölünce özgür olurdu. Bu câriyeye ummu’l-veled denirdi.[45] Ummu’l-veled, satılmaz ve hediye edilmezdi; azat edilmemişse efendisi ölünce azat edilmiş sayılırdı. Ama buna rağmen bu câriyelerin satıldığı bile görülmüştür.[46]
Araplarda efendi ile köle bir ücret karşılığında anlaşır ve köle bu ücreti efendiye verdikten sonra özgürlüğünü satın alırdı. Bu köleye mükâteb denirdi. Mükateb kölelere İslâmî dönemde zekâttan pay verilmiştir. Ayrıca câhiliye Arapları köle azat etmeyi erdemli eylemlerden biri sayardı. Bu erdem anlayışı İslam’a aktarılırken zorlu ve değerli bir eylem olarak kayda geçti.[47] Çünkü her işte kullanılan, erkekse savaşa bile götürülen, kadınsa kiraya vererek de sırtından para kazanılan bir sisteme itiraz etmek Arap açısından işi yokuşa sürmek, dertsiz başa dert almaktı. Bu nedenle islâm’ın özgürlük ve eşitlik çağrıları köle sahipleri tarafından statükoya[48] yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır.
devam edecek…
______________________________________________
[1] “Kanım kanın, canım canındır. Ölürsen senin mirasçınım; ölürsem, benim mirasçımsın.” biçiminde yapılan kardeşlik anlaşmaları vardı.
[2] Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, 9/165.
[3] Panayır: Belli zamanlarda kurulan, geleneksel özellikleri yanında sergi özelliği de bulunan, geniş çaplı eşya ya da hayvan pazarı.
[4] İbn-i Manzur, Lisânu’l-Arab, E-L-F Maddesi.
[5] İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, 1/451-452
[6] Bakara, 265, 276, 278-279; Nisâ, 160-161; Hac, 5; Fussilet, 39; Rum, 39; İsrâ, 24; Şu’arâ, 18; Mü’minûn, 50; Nahl, 92; Hâkka, 10; Ra’d, 17; Âl-i İmrân, 130.
[7] İbn-i Humâm, Fethu’l-Kadîr, 7/3-4.
[8] İbn-i Hişâm, es-Sîre, 1/194.
[9] H.2’de Bir Yahûdî’nin Ebûbekir’e “Allah bize muhtaçtır, Allah’tan zenginiz. Size ribâyı yasaklayan arkadaşınızın sandığı gibi Allah zengin olsaydı bizden borç istemezdi. (İbn-i Hişâm, es-Sîre, 2/559.)” dediğini dikkate aldığımızda ribâ yasağının Medîne’nin daha ilk yıllarında ortaya konduğunu anlarız. Bunun erken olması da âdil ve muksit bir ekonomik ilişki peşindeki İslâm devrimi açısından yerinde bir karardır.
[10] Râzî, Tefsir, 7/85.
[11] Eman verme: Saldırıya karşı koruma sözü. Güven verme, güvencede tutma.
[12] İbn-i Haldun, Mukaddime, I. Cilt.
[13] Takvâ: Topluma karşı duyulan sorumluluk bilinci, görev ve sorumluluk bilinci.
[14] Mâide, 2.
[15] Konsey: Sorunları görüşüp tartışıp karara bağlamak için toplanan meclis.
[16] Senato: Soylulardan oluşan yöneticiler meclisi. Günümüzde kimi ülkelerde yaşlarına ve eğitimlerine göre seçilmiş üyelerden oluşan ve millet meclisinden ayrı olarak çalışan, kendine özgü kimi görevleri ve yetkileri bulunan yasama meclisi.
[17] Aristokrasi: Soylular, ayrıcalıklılar sınıfı.
[18] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 2. Cilt, Beyan Yayınları, İstanbul, 2013.
[19] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 2. Cilt, Beyan Yayınları, İstanbul, 2013.
[20] İbn-i Haldun, Mukaddime, I. Cilt.
[21] Nesep: Babanın soyu, soy, soy bağı.
[22] Cevad Ali, el-Mufassal, 5/559.
[23] Ahzâb, 4-5.
[24] Ahzâb, 40/Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâli-kum
[25] Velî: Yardım eden, koruyan, sahip çıkan; yardım edilen, korunan, sahip çıkılan.
[26] Dermenghem, Hz. Muhammed’in Hayatı, 71.
[27] Alusî, Buluğu’l-Erab, 2/322.
[28] Buhârî, Nikâh, 36; Ebû Dâvûd, Talak, 33.
[29] Beyhâkî, Sünen, 7/80-82; Âlûsî, Bulûğu’l-Ereb, 2/6-12; Cevad Ali, el-Mufassal, 4/663-664.
[30] Cevad Ali, el-Mufassal, 4/635-636.
[31] İbn-i Habîb, el-Muhabber, 310.
[32] Kurtubî, Câmî, 5/98; Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr, 2/492; Ebûbekir ibn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, 3/466.
[33] Mehir: Evlilik aşamasında erkeğin kadına verdiği mal, para ve ücret.
[34] Cevad Ali, el-Mufassal, 5/530-532.
[35] İbn-i Kudâme, el-Muğnî, 10/97-190; Nevevî, Şerhu’l-Müslim, 9/216-218.
[36] Abdülkerim Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, 4/25.
[37] Namık Kaya, Paradigmanın İnşâsı, Ezilenlerin Devrimi, Lora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[38] Erotik: Cinsellik ile ilgili, şehevî, şehvetle ilgili.
[39] Nûr, 33.
[40] Belhî el-Havlî, İslâm ve’l-Mer’etü’l-Muâsıra, s. 13.
[41] İsrâ, 31; En’âm, 151.
[42] Bakara, 231.
[43] Kâf, 16; Hucurât, 13; Tîn, 4; İsrâ, 70; A’râf, 6; Bakara, 256; Yûnus, 108; Ğâşiye, 21-22; Neml, 121.
[44] İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Meâd, 2/57.
[45] Buhâî, Itk, 49.
[46] Abdurezzak, Musannef, 7/288.
[47] Bakara, 177; Beled, 11-13.
[48] Statüko:Yürürlükteki durum, öteden beri sürüp gelen durum, var olan/mevcut durum, kurulu düzen, müesses nizâm.