Kur’an’daki geçen ifadesiyle Kebârie’l-ism büyük günahlar demektir. Günah kelimesi Farsçadan Türkçeye geçmiş. Günah, suç demek aslında. Buna Türkçede suç diyoruz. Suçla günah arasında bir fark var mıdır? Hayır yoktur. Suçun, daha dini bir tabirle ifadesi, günah oluyor. Büyük günahlar, büyük suçlar Kur’an-ı Kerim’de Kebârie’l-ism şeklinde geçiyor. Günah ve suç kelimesinin yerine başka kelimeler de kullanılıyor. Mesela ‘’zenb’’ de suç işlemek, günah işlemek demek. Bazı kişiler insani ihlallerin suç, dini ihlallerin günah olduğu şeklindeki bir ayrım yapıyorsa da bu tam doğru değildir. Suç ve günah ikisi de birdir. Biri dini tabirle söylenmiştir, diğeri hukuki tabirle söylenmiştir. Dolayısıyla bunlara genel olarak büyük suçlar diyoruz.
Peki nedir bu büyük suçlar?
Kur’an’a baktığımız zaman dört suça ceza öngörüldüğünü görüyoruz. Adam öldürmek, hırsızlık yapmak, iftira atmak, zina yapmak. Bu dördü ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de cezalar vardır. Cezaların ne olduğu da aslında önemli değildir. Çünkü cezaların şekli, biçimi tarihseldir. O gün o ceza verilirken, bugün bu ceza verilebilir. Önemli olan suçun yapılmaması veya yaptırılmamasıdır.
Bunlara neden ceza verildiğine baktığımızda birbiriyle yakından irtibatlı, insana ait değerler olduğunu görüyoruz. Mesela öldürmek yaşamla ilgilidir. İnsanın canı ve yaşamı korunmak isteniyor. İkincisi hırsızlık; İnsanın emeği, alın teri korunmak isteniyor. Üçüncüsü iftira atmak; İnsanın toplum içerisinde kendisi olarak bilinirliği, kendisi olarak bilinme hakkı, onuru, şerefi, haysiyeti korunmak isteniyor. Dördüncüsü zina yapmak; İnsanın ırzı, namusu, ailesi korunmak isteniyor. Zina etmeyi Avrupalılar taciz ve tecavüz olarak yorumluyorlar. Yani suç olan iki yetişkinin birbiri ile ilişkisi değil, tacizde, tecavüzde bulunma diyorlar. Biraz daha geniş açıdan bu olaya yaklaşmış oluyorlar. Dolayısıyla zinaya taciz, tecavüz diyebiliriz. Bunlar, bu dört suç kebairdir yani büyük günahtır, büyük suçtur.
Bu suçların hepsi insanın yaşamı, alınteri, kişiliği ve özel hayatı ile ilgilidir. Bu sebeple bunlar korunma altına alınmak, muhafaza edilmek isteniyor. Çünkü kişi toplumda kendisini ancak bunlarla var edebilir. Yaşamı garanti altında değilse, emeği çalınıyorsa ve kendisi toplumda başka türlü tanıtılıyorsa, toplumda kendisini, kendisi olarak var edemez. Ancak bunlar garanti altında olacak ki kişi kendisini gösterebilirsin.
Baktığımızda Avrupa Birliği, Birleşik Devletler, Sovyetler Birliği ve Çin yasalarında, hakeza büyük dinlerin hepsinde bu dört şeyin yasak olduğunu görüyoruz. Mesela Tevrat’ta On Emir’de, Nuh’un Yedi Kanunu’nda, Zerdüşt Yasaları’nda, Budist Kanunları’nda, dünyanın her yerinde bu dört şeyin yasak ve suç olduğunu görürüz. Evrensel olarak söyleyecek olursak öldürmek, çalmak, iftira atmak, taciz ve tecavüzde bulunmak Kur’an’da da suçtur, dünyanın her yerinde de suçtur ve bunları yapanlara ceza öngörülmüştür.
Kur’an’da bundan başka bir fiziki ceza yok. Mesela Kur’an’da namaz kılmamanın, oruç tutmamanın, hacca gitmemenin de cezası yok, başını örtmemenin de, içki içmenin de cezası yok. Bunlar var, ama ceza yok.. Çünkü namaz kılmayan birisi herhangi birinin hakkını ihlal etmiş olmuyor, oruç tutmayan birisi de herhangi birinin hakkını ihlal etmiş olmuyor, hacca gitmeyen de öyle. İçki içen bir kişi sarhoş olduğu takdirde başkasının hakkını ihlal edeceğinden, içki içmek değil esasında sarhoş olmak yasaklanıyor. İnsanlar her türlü şeyi içebilir. Şarap da içebilir, şerbet de içebilir, şurup da içebilir, şalgam da içebilir. Bunların hepsi aynı kökten geliyor. Hepsi ‘’ş’’ harfi ile başlıyor. Fakat bunları içtiğinizde sarhoş olursanız dünyanın hiçbir yerinde trafiğe çıkamazsınız, araba kullanamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde sarhoş bir insana mesai yaptırmazlar, görevi başında mesai anında sarhoş olmasına izin verilmez. İslam’da da aynen böyledir. Bu nedenle ceza öngörülmemiştir. Toplumsal şartlara bırakılmıştır. Ancak öldürmek, çalmak, iftira atmak, taciz tecavüzde bulunmak başka. Bunlar direk insanın temel değerlerinin hak ihlali olduğu için ceza öngörüldüğünü görüyoruz ve gayette mantıklı. Kur’an’ın büyük günah dediği işte bunlar. İnsana ait temel değerler.
Bir de içteki büyük günahlar, büyük suçlar var. İnsanın iç dünyasında bir takım dürtüler, bir takım duygular var, öldürmeye, çalmaya, iftira atmaya, tacize tecavüze iten, kışkırtan, onların yapılmasına sebebiyet veren. Bunların da dört tane olduğunu söyleyebiliriz, Kibir, haset, öfke ve şehvet. Bunlar insanın içinde dolanan duygulardır ve kötü yönde kullanıldığında zarara yol açarlar. Mesela öfkenin iyi hali var mıdır? Vardır… İnsanlar haksızlığa karşı öfkelenirse, işçiler, emekçiler kendilerini sömürenlere karşı öfkelenirse bu iyidir. Ama kişi önemsiz olaylar karşısında öfkelenir ve aşırı tepkiler verirse, öfkesini kontrolünü sağlayamazsa, yanındaki kişilere zarara yol açarsa bu kötüdür. Şehvet de böyledir, sizi taciz tecavüze, gayrimeşru ilişkilere yönlendirirse kötüdür. Kişi kendi eşiyle, sevgilisi ile yaşarsa bu meşrudur. Dolayısıyla hepsi böyledir, kontrol edilmeyip insanların zararına yol açacak şekilde kullanıldığı takdirde suçun kaynağı olurlar. Öldürmek suçunun kaynağında kibir, haset, büyüklenme var. Kişi birine karşı kibirleniyor, kıskanıyor, onun elindeki kendisine geçmeyince öfkeleniyor ve kontrol altına alamadığı duyguları yüzünden öfkelendiği kişiyi öldürebiliyor. Demek ki öldürmek suçu içimizdeki bir takım dürtülerden yola çıkarak hareketleniyor. Bu nedenle dinler, insanın içindeki kibri, hasreti, öfkeyi, şehveti, kini, garezi, nefreti kontrol etmek amacıyla ortaya çıkmışlardır. Kişilere Allah inancı çerçevesinde içteki bu duyguları kontrol edebilme manevi gücü vermek istemişlerdir.
Eğer insanlar din olmadan, Allah inancı olmadan da içteki bu duyguları, kontrol ederlerse, vicdana, insani sorumluluk duygularına dayanarak bunun dışarıya suç olarak yansımasına ve insanlara zarar vermesine engel olurlarsa o zaman aliyyül âlâ olur.
Burada bilinmesi gereken şey şudur: Hukukun temelinde, bütün dinlerde, bütün hukuk sistemlerinde, insanlığın şu ana kadar ortaya çıkmış olan hukuk tecrübesinde, zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur. Bu aynı zamanda Peygamberlere rivayet edilen sözdür. Aynı zamanda Kur’an’da bir ayet olarak da geçer ‘’Kimse zarar görmesin, kimseye zarar verilmesin.’’ Hukukun temeli budur. Hukuk fakültelerinde okutulan hukuk felsefesinin temeli budur. İnsanlar kendi hemcinslerine, canlılara, çevreye, doğaya zarar vermemelidirler. Kimse zarar görmemelidir. Zarar gördüğü an o suç olur. Kim zarar verirse, kim zarara yol açarsa o suçun bedeli o kişiye ödettirilir. Çeşitli cezalarla bir daha zarar vermemesi sağlanmaya çalışılır. Bir şey yapıldığında bakacağız kişi, kendisine, insanlara, hayvanlara, bitkiye, börtüye böceğe, kuşa, suya, tabiata, çevreye zarar veriyorsa o şey suçtur ve günah kapsamına girer. Kur’an-ı Kerim’de günah, suç denilen şeyler budur.
Dinler inanırlarını, bu suç ve günahları işlememeleri için sürekli uyarır, cennetle ödüllendirir, cehennemle sakındırır. Dinler bu çerçevede kaldığı takdirde, insanlığın yararına bir iş yapmış olur. Çünkü dünyamızın canlılara zarar vermeyen, hayvanları öldürmeyen, doğaya çevreye zarar vermeyen dindarlara ihtiyacı vardır. Eğer dindarlık yoluyla, Allah’a inanç yoluyla bunlar sağlana biliyorsa iyidir. Ama din bu yolda değilde sömürmek, sömürüyü örtbas etmek, insanların suça, günaha karşı çıkmalarına, itiraz etmelerine, sömürüyü kabullenmelerine karşı bir uyuşturucu olarak kullanıldığı takdirde işte bu büyük bir yanlıştır, kötü olan budur.
Bu nedenle tarih boyunca dinler, büyük günahlar diyerek insanları öldürmekten, çalmaktan, iftira atmaktan, taciz tecavüzde bulunmaktan sakındırmaya çalışmıştır. Kin gütmeyin, öfkelenmeyin, haset etmeyin, nefret etmeyin, başkalarına karşı iyi duygular içerisinde olun, insanları, doğayı, çevreyi sevin, merhamet edin, şefkatle muamele edin, diyerek insanları çevreye zararsız hale getirmeye çalışmışlardır.
Aynı zamanda ‘’Kimseye zulmetmeyin, kimseninde size zulmedilmesine izin vermeyin’’ diyerek zulmü ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Adaletsizlik yapanlara karşı çıkmamızı istemiştir. Böylelikle Allah’a inananlar, dindarlar durmaları gereken yerde dursunlar, yeryüzünde adalet ve barış sağlanabilsin. İnsanlığın temel akışında yaşamış olduğu tecrübeyle, dini tecrübeyi bir yerde buluşturmaya çalışıyoruz. Buradan doğrunun ve hakikatın daha iyi görüneceğini söylüyoruz.