Şükrü Aslan
Osmanlı ve erken Cumhuriyet yıllarının şehirlerinde, geleneksel mekânsal dokunun unsurlarından biri ‘Buğday Meydanları’ydı. ‘Meydan’ ya da ‘pazar’ olarak da geçen bu mekanlar, şehirlerin en önemli ticari-toplumsal alanları olarak işlev görmüştü. Aynı zamanda şehirlerin bir tür sivil merkezleri olan bu meydanlar, hemen tüm şehirli kuşaklarda en iyi bilinen yerlerin başında geliyorlardı.
Bu meydanlar bir tarım ülkesi olarak Osmanlı ve Türkiye’de elbette ana ticarete konu olan buğdayla ilgiliydiler ancak şehrin ticari, toplumsal ve siyasal hayatında çok daha fazla işlevleri vardı. Her şeyden önce günlük toplanma alanlarıydı. Zira nüfusun temel ihtiyaçları en fazla oralarda karşılanabilirdi ve kamusal duyurular da muhataplarına oralarda daha doğrudan ulaşırdı. Ayrıca kamu kurumları da genellikle bu meydanlar ya da pazarlarla aynı lokasyonda konumlanmıştı. Resmi ve sivil bu mekanlar, şehrin bir tür merkezini oluşturuyorlardı.
Elazığ Buğday Pazarı da bu mekansal-toplumsal dokunun bir örneği ve Harput’un bir bakıma alternatifi olarak bu yeni şehirde, 1812’de kurulmuştu. Harput, yüksek bir lokasyonda olması nedeniyle ulaşım ve iklim yönünden çeşitli zorluklara yol açtığı için ovada, yeni şehir arayışı ve girişimi gelişmişti. Yeni şehirde gelişme dinamikleri çok daha fazlaydı. Sultan Abdülaziz’e atfen yeni şehrin adı “Ma’muratü’l-Aziz” olmuştu. 1867’ye kadar bir eyalet, 1871’e kadar Diyarbakır’a bağlı bir Sancak ve 1878’de de vilayete dönüşmüştü. Şehrin adının Elazığ olması ise 1937’de Atatürk’ün son ‘Doğu Gezisi’nin Elazığ durağında kararlaştırılmıştı.
‘Elazığ Buğday Pazarı’ işte bu yeni şehirde; merkez Çarşı Mahallesinde inşa edilmişti. Pazar, ilk günden beri iktisadi hayatın en hareketli olduğu yerlerden biriydi. Aslında hem bir ticaret, hem de şehri izleme alanıydı. Bu yüzden şehrin tarihinde vuku bulmuş hemen bütün toplumsal hadiselere tanıklık etmişti. Seyit Rıza ve altı Dersimli kanaat önderinin idam edilmeleri de bu tanıklıklar içindeydi. O kadar ki, Buğday Pazarı aynı zamanda idam cezalarının infazı için seçilmiş bir alandı.
15 Kasım 1937 gününün ilk saatlerinde, Dersimli kanaat önderleri idam edildiğinde şehir uyuyordu ve Buğday Meydanında kimse yoktu. Çağlayangil’in detaylı olarak hatıratında yer verdiğine göre Atatürk’ün Elazığ’a geldiği o gün, hukuk süreçleri yok sayılarak hızlıca idam edilmişlerdi. Ama gün içindeki kalabalık zamanlarında idam edilenlerin cesetleri Buğday Meydanında idam sehpalarında asılı bırakılmış ve şehrin en kalabalık meydanında ‘ibret-i alem’ olması arzu edilmişti. Bu manzara dönemin tanıklarının sözlü anlatılarına da girmişti. Sonra cesetler buradan alınmış ama akıbetleri hakkında ne ailelerine ne de kamuoyuna bir bilgi verilmişti. Bugün dahi hala o cesetlere dair resmi bir bilgi bulunmamaktadır.
Buğday Pazarının yeri; Tren Garı, Elazığ Valiliği ve Halkevinin tam ortasındaydı. Bu nedenle Atatürk de son yurt gezisinde tren garından kalacağı yere gidince bu pazarın yanından geçmişti. Tunceli Valisi olmasına rağmen, o yıllarda vilayetin yönetimini Elazığ’dan sürdüren Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın valilik binası da, Buğday Pazarına iki üç dakika yürüme mesafesindeydi. Herhalde idamları izledikten sonra, ofisine geçmiş olmalıydı.
2018’de Elazığ Belediyesi tarafından Kapalı Çarşı Sokak İyileştirme Çalışması içinde onarılan Buğday Pazarı bugün aynı yerde geleneksel işlevini kısmen sürdürmektedir. Pazarın doğu yönündeki Buğday Han da aynı projeye entegre edilmiştir. Buğday Pazarında genellikle tek katlı, kapısı düzgün kesme taş malzemeden yapılmış elli dolayında dükkan bulunmaktadır.
Elazığ buğday Pazarı bugün tıpkı valilik binası ve Halkevi gibi yeniden onarılmış ve şehrin mekansal dokusunda yeni biçimiyle yerini almış görünüyor. Evet, bu mekanlar yerindedir ama herbirinin hafızası silinmiş gibidir. Sanki Cumhuriyet tarihinin en çok konuşulan idam deneyimleri orada olmamıştır. Sanki bu mekanların tanıklık ettikleri hiç bir siyasal-toplumsal hadise yoktur. Pazarın da o zamanki sesi, sözü, dili tümüyle susmuş gibidir. Pek çok başka mekanda olduğu gibi.