Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasında ne vardı?
Müşteriyi tavlamak amacıyla kaleme alınmış ve artık kabak tadı veren o malum ajitasyonu çıkarın, geriye tek şey kalıyor:
Referandumda evet deyin!
Neden evet diyelim?
Çünkü Ahmed Arif, Apê Musa, Şivan Perver, Ehmedê Xanî, Feqiyê Teyran’ın isimlerini zikretmektedir o ve eklemektedir; ‘Diyarbakır’a ayrı bir sevdamız var’!
Yetmedi mi?
Faili meçhullerden, anaların gözyaşlarından bahsetmek az şey midir!
Hani şu, “terör örgütlerince kullanılıyorlar” dediği Kürt analarının, Cumartesi annelerinin kendilerine değil de akıttıkları gözyaşlarına yakınlık duyması hiç mi ikna edici değildir yani!
Hadi bu da yetmediyse, alın size “altın vuruş”:
Yenisini yapınca Diyarbakır cezaevini yıkacağız!
Öyle, istendiği gibi müze falan da yapılmayacak yani.
Her görüldüğünde 12 Eylül’ü hatırlatacağı için yıkacaklarmış.
Unutturacaklarmış yani 12 Eylül’ü!
AKP yöntemi bu işte; unutturmak…
O yapılan konuşmanın da bütün “felsefi” özü budur.
Diyarbakırlıya Kürt sorununu, kimlik sorununu ve dahi, ‘kendisi için’ talep etmeyi unutturmak…
Sen ‘evet’ de, 12 Eylül sonrasını AKP’ye bırak!
Savaşı mı sordunuz, ateşkesin akıbetini mi merak ediyorsunuz?
Sırası mı bunların, şimdi referandum zamanı!
Başbakan Diyarbakır’da Kürdün hayatını referanduma kadar olan zaman dilimine gömüyor, ‘evet’ istiyor ve ondan ötesini sorma diyor.
Sorma, ne çıkarsa bahtına!
Hem bakın Kürt hareketine verip veriştirerek AKP yandaşı medyadan “özgür Kürtler” sıfatını hak eden ‘evetçi’ Kürtlere, Diyarbakırın patronlarına…
Onlar boşuna mı “her şey çok güzel olacak” diyor!
Bu zevata bakılırsa, çıta yükseltilmeyip adeta bir beklenti komplosu yapılmasaydı Başbakan çok daha “güzel şeyler” söyleyecekti Diyarbakır’da!
Neymiş bu “güzel şeyler”?
Suskunluk…
Evet, Başbakan’ın (Kürt basınına izlemeyi yasakladığı) Diyarbakır konuşması iliklere kadar bir sıkışmışlığın açığa çıkmasıdır.
Sözün sınırları bitmiş, duvara dayanmıştır artık.
Diyarbakır mitingi öncesi AKP’lileri saran, “fazla bir şey beklemeyin” telaşı da bundandı işte. Kürtlerin siyasi temsilcileri “söz değil çözüm istiyoruz” diye açık tutum alınca, apışıp kalındı ve “çıta” “Cezaevini yıkacağız”a kadar düşürülmüş oldu.
Başka yerde bol bol vaat dağıtan Başbakan, Kürdün nabzının attığı şehirde “benden bu kadar” demiştir.
Sözün çıtası buraya kadar yani!
Bu yetmezliği anlaşılır kılmaya çalışan misyonerlerin, “Bu bir anayasa paketi referandumu konuşması, Kürt sorununa çözümü konuşması gerekmiyor” şeklindeki savunmaları ise tam zavallılığın itirafı niteliğinde zaten. İyi ya, Kürtler de bu yüzden, pakette Kürt sorunu olmadığı için evet demeyeceklerini söylemiyorlar mı zaten?
Bir kez daha görülmüştür artık.
Kürt meselesi öyle bir noktadadır ki, söylem ve nutukların sınırları daralmış, aldatıcılık ve oyalamacılık açısından da beş paralık bir değeri kalmamıştır.
Somut adımlar içermeyen en güzel sözler bile hükümsüzdür.
Sözlerin sınırını ve hükmünü belirleyen bir realite var Kürt topraklarında:
Ya adım atıp öyle konuşacaksın…
Ya da konuşacak ve adım atacaksın…
Gerisi boştur.
İşte bu boşluktur Başbakan’ın yakasına yapışmış onu boş boş konuşturan…
O, içi boş sözlerle Diyarbakır’a söyleyeceğini söyledi, “paketimize evet deyin” dedi ve gitti.
Oysa Kürtler Başbakan’dan paket değil, çözüm istiyor.
Pakete değil çözüme evet diyebileceklerini söylüyorlar…
AKP Kürtlere “pakete evet”i dayatadursun; Kürtler de inkarcı sisteme bir başka ‘evet’i, çözüm için ‘evet’i dayatmakla meşguldür.
Başbakan’ın sözü bitti, şimdi söz Diyarbakır’ındır artık!
***
Bu arada, Erdoğan Diyarbakır’da boşluğa konuşurken, Kılıçdaroğlu da bir tv kanalında “kayıtsız koşulsuz teslim olan terör örgütü üyelerine dönük düşünülebilecek bir genel aftan terör örgütü ele başını asla yararlandırmayacaklarını” söylüyordu!
Yakışır!
Bir kez daha:
Bunlardan demokrat çıkmaz…
Bunlardan demokrasi gelmez…