SP lideri Kurtulmuş, 2008’de başlayan genel başkanlığından bu yana (önemli bir kısmı Kutan zamanlarından beri görevde olan) aynı temsil heyetiyle yola devam etmesinden ve Asiltürk-Kazan organizasyonuna karşı fikrî mücadele verdiğini söyleyemediğinden olsa gerek, parti içindeki gerilimde meseleyi yöntemle ilişkilendiriyor ve eğer tartışmalarda adı geçen biyolojik yaşlılar partinin idaresinde yer almazsa SP’nin iktidar alternatifine dönüşeceğini iddiayla savunuyor. SP’in iç ihtilafında Kurtulmuş’un yanında yer alan yönetim heyetinin de, itiraz ettiklerinden farklarını göstermek üzere dikkatimize sunabildikleri bir fikir bulunmadığına göre neticede bize bir kez daha biyolojik gençlikte keramet aramaktan başka seçenek kalmıyor.
Şu halde SP içindeki gerilim ve krizi doğru anlayabilmek için başlangıç sorumuz şudur: Keramet biyolojik gençlikte değilse, tek farkı Kurtulmuş’u destelemek olanların, partinin yeni mesajını kamuoyuna aktarmada kendilerinden çok daha başarılı olacağına kuşku duyulamayacak ‘hakiki fark’ın temsil heyetine yer açmaları gerekmez mi(ydi)? Kurtulmuş, Asiltürk ve arkadaşlarına tam da bu nedenle yönetimde yer vermediğini izah etmedi mi? Bu izahın kapsamına Asiltürk ve arkadaşlarının girmesinin tek nedeni, Kurtulmuş’u yerinden etmek için olmadık entrikalara başvurabilen muhalif odak olmaları mı? Onlara katılmayıp da Kurtulmuş’u destekleyenlerin, yıllardır bulundukları yerde ya da parti içinde herhangi bir ‘fark’ı temsil etmediklerini biliyorsak ve bir anda SP’nin yeni dili ve üslubunun mimarları haline geldiklerini de düşünemeyeceksek SP’de yenilik sayılabilecek ne var?
Yoksulların, mağdurların, mazlumların, ezilmişlerin, adalet ve özgürlük arayan milyonların sesi, dünyagörüşü, ideolojisi, fikri, siyaseti ve temsilcisi olmayacaksa Kurtulmuş’un Saadet’ini neden yeni ve farklı kabul edelim, ona neden oy verelim, niye destek olalım?
Yok eğer SP, bu seçmen hüviyetinin hakiki temsilcisi olmaya niyetli ve kararlıysa o zaman neden temsil ve yönetim heyetinde bir tek kişiyle bile olsun o hüviyetin dilini geliştiren, zenginleştiren ve derinleştiren mimarları göremiyoruz?
Kurtulmuş’un iktidar alternatifi oluşturacağını inançla savunduğu mevcut heyetin, SP’de siyasi kriz patlak vermeseydi ve Asiltürk-Kazan organizasyonu yerine Kurtulmuş’u tercih etmek zorunda kalmasalardı, partilerini iktidar alternatifi haline getirebilecekleri ‘fark’a ilişkin dikkatimizi çekecek bir tek değerlendirmeleri, retorik denemeleri, fikri katkıları, siyasi derinlik kazandırma çabaları, kamuoyuna sundukları unutulmaz mesajları var mı? Değilse partinin temsil heyetinde olmalarının haklı sebebi nedir?
Yahut hâlihazırda Kurtulmuş’u devirmek için her türlü entrikayı mübah görebilecek potansiyeliyle göz dolduran herhangi biri eğer mevcut siyasi krizde Kurtulmuş’un tarafını tutsaydı rahatlıkla temsil heyetinde yer alabilecektiyse Kurtulmuş’un ‘fark’ının anlamı nedir?
Biyolojik gençlikte keramet arayıp bulmanın birinci perdesinde Erdoğan ve arkadaşlarının söyleyebildiği tek şey, “Milli Görüş gömleğini çıkarmak” olmuş, çıkartılan gömleğin yerine de tuhaf, nevzuhur, anlamsız ve içi boş “muhafazakâr demokrasi” dünya görüşünü geçirmişlerdi. Fakat Erdoğan ve arkadaşlarına SP içinden yükselen itirazın ideolojik olmadığını not düşmeyi de ihmal etmeyelim. Geride kalanlar da aslında Erdoğan’dan hiç aşağı kalmayan muhafazakârlardır ve bu kimliğin en çarpıcı tezahürünü 2009 yerel seçimlerinde SP’nin İstanbul’da yürütülen kampanyası sırasında gözlemledik. Kampanya, yoksulların ve mağdurların hissiyatının sesi olmaya talipken ve hedefinde bu mağduriyete yol açan iktidar varken en güçlü muhalefeti iktidardan değil parti içinden görmüştü. Kamuoyuna kimi yolsuzluk dosyalarının teşhir edilmesine en keskin itirazlar parti içinden yükselmiş ve muhafazakâr iktidara yönelik bu etkileyici muhalefet SP’nin yöntemi ve üslubu haline gelememişti.
Eğer 2002 seçimlerinde Erdoğan görkemli iktidarına ulaşamasaydı da SP hiç olmazsa 1999 seçimlerindeki oyunu alabilseydi SP’lilerin suçlamasının “vefasızlık”, “Hoca’ya itaatsizlik”ten ibaret kalacağı, ama seçim sonuçlarının SP’nin hezimeti, buna karşılık kendilerinden kopanların güçlü iktidarıyla sonuçlanmasından sonra “ihanet” ve benzeri ithamların ses yükselttiğini değerlendirirken meseleyi her iki siyasi partinin de muhafazakârlık ortak kimliğiyle ilişkisine bağlamak yersiz olmaz.
Fazilet Partisi içinde ihtilaf ve ayrışmanın adı “gelenekçi-yenilikçi” olarak konmuşken ve esas itibariyle tartışma “yaşlılar-gençler” etrafında dönüyorken, Erdoğan, farklılığın dünya görüşüyle ilgili olduğunu kamuoyuna göstermek üzere “muhafazakâr demokrasi”yi “mili görüş”ün yerine geçirmeyi ihmal etmedi. Aslına bakılırsa “muhafazakâr demokrasi”nin içerik ve anlamından ziyade işlevinden söz etmenin çok daha doğru olduğunu tam da bu noktada öne sürmek mümkün gözüküyor.
Erdoğan ve arkadaşlarının Milli Görüş’ten AK Parti fraksiyonunu çıkartırken öne sürdükleri itiraz, tıpkı Kurtulmuş gibi, parti yönetiminde etkin olamamaları, soğuk savaş yıllarının siyasetçilerinin güçlü vesayeti ve bu vesayetin partinin yenileşmesine gösterdiği dirençti. Bunu aşmanın yolunun yeni fikirler, yeni bir dil ve üslup, buna bağlı olarak da yeni dili temsil edecek yeni temsil kadrosu oluşturmaktan geçtiğini savundular. Kurtulmuş da bu haklı itirazlarla partinin yönetiminde daha etkin olmak istiyor. Fakat Erdoğan’ın Kurtulmuş’tan farklılığı, Milli Görüş’ün fikrî ana gövdesinden ayrılırken çekirdek kadroyu farklı kesimlerden yepyeni isimlerle güçlendirmesiydi. Erdoğan’ın tercihi küresel iradeyle uyumlu yeni bir siyasal dil olduğu için bu yepyeni kadroyu o dilin temsil heyeti olacak isimlerden kurdu kuşkusuz. Oysa Kurtulmuş, yeni bir fikir, yöntem ve iddia ile iktidar alternatifi olduğunu savunurken bu iddiasını tümü de eski (ve fikirlerinde neyin değiştiğini tespit etmemize imkân sağlayacak hiçbir belirti bulamadığımız) siyasi personelle kamuoyuna takdim ediyor. Hatta Erbakan’ın “sapma” ile suçlamasıyla sonuçlanan iç siyasi kriz ve ihtilaf anında bile Kurtulmuş’un kadrosu, Erbakan’ın kadrosunun aynısıydı. Zaten Kurtulmuş da, genel başkanlığını güvenceye alabilmek, suçlamaları püskürtmek ve ihtilafı dindirmek için bu noktaya dikkat çekmiyor mu?
Öyleyse önemli soru şudur: Asiltürk-Kazan organizasyonunu, partinin yönetiminde filan isimlerin mutlaka bulunmasını istemekle suçlayanlar, neden parti yönetiminde filan isimlerin mutlaka yer almasından vazgeçemiyorlar? Kurtulmuş’un SP’si, ancak mevcut heyetle temsil edilirse mi iktidar alternatifi olabilir? Tümü de Erbakan’ın parti yönetim kadrosu olan mevcut isimler, Asiltürk’ten makam mevki feragati beklerken kendileri neden yerlerini yepyeni isimlere bırakmaya hiç hazır değiller? Kurtulmuş, kamuoyuna yepyeni bir siyasi düşünce sunduğunu iddia ederken bu işi neden o siyasi düşüncenin fikri öncüleriyle yapmak yerine, eklektik bir idari yapı ile yürümeyi zorluyor?
Kurtulmuş, mağdurların sesi olma ve yenilenme iddiasından uzaklaştıkça SP’nin oyunun eski seviyesine gerilediğinin farkında değil mi? Mağdurların sesi olma ve yenilenme iddiasından uzaklaşma da partinin temsil heyetiyle somutlaşan bir sonuç değil mi?
SP’nin iç gerilim trafiğinde Erdoğan’ın ayrılmasından sonra halihazırdaki serüven, bir kez daha biyolojik gençliğin kerametine inanç duyulmasından başka bir şey talep etmiyor.
Asgari üç seçimdir başarısız olmuş bir partinin yönetiminde hâlâ bulunabilen siyasi heyet, sırf Kurtulmuş’un yanında eski yönetimlerden isimlerin de bulunduğunu kanıtlama değeri nedeniyle yerlerinde tutuluyor olmakla, zaten bu partinin sosyolojik bir parti, Kurtulmuş’un da sosyolojik lider olma amacından vazgeçtiği, meselenin gelip siyasi kariyer telaşına kilitlendiği analizini haklı çıkaracaktır.