Siyaset felsefesinde birey – devlet ilişkileri çok önemlidir. Çünkü bu ilişki, hem toplumun yapısını hem de yönetim biçimini belirler. Birey – devlet ilişkisi eski çağlardan günümüze kadar oldukça farklılık göstermiştir.
Demokratik toplumlardan önce, özellikle İlk Çağ ve Orta Çağ’da devlet emreden, halk ise emre uymakla görevli olandı. Yani devlet ile birey arasındaki ilişki efendi-kul ilişkisiydi. Fakat günümüzdeki demokratik devletlerde, bireysel özgürlük, eşitlik, adalet fikirlerine dayalı yönetim söz konusudur.
Bu demokratik yönetimlerde hukuksal olarak insanların eşit oldukları, yaşama, çalışma, mülk edinme, inanç ve vicdan özgürlüğü gibi temel hakları olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca yasalarla, bireylerin devlete karşı olumsuz tutumları önlendiği gibi, bireylerin temel hak ve özgürlükleri de güvence altına alınmıştır. Bu anlayışta, birey ve devlet arasında bir toplumsal sözleşme vardır.
Demokratik yönetimlerde yönetilenler kadar yönetenler de yasalara uymak zorundadır. Devletin tanıdığı temel haklara karşılık bireye düşen ödev de bir vatandaş olarak devletine karşı vergi vermek, oy kullanmak, askere gitmek, yasalara uymak gibi sorumluluklarını yerine getirmektir.
Günümüzdeki demokratik hukuk devleti anlayışında birey – devlet ilişkisi, akılcı ve gerçekçi bir şekilde dengelenmiştir. Karşılıklı hak ve ödevlere bağlı olarak temellenen bu denge hem bireyin hem de devletin varlığının önemli olduğu, birinin diğerine feda edilemeyeceği gerçeğine dayanır.
Birey-devlet ilişkisinin bu duruma gelmesi birçok düşünürün katkısıyla olmuştur. Bunlardan en önemlileri Yusuf Has Hacip, John Locke, Montesquieu, Karl Popper, Rousseau‘dur. Şimdi bu düşünürlerin birey – devlet ilişkisine dönük düşüncelerine bakacağız.
Konu Başlıkları
Yusuf Has Hacip’in Birey – Devlet İlişkisi Anlayışı
“Kutatgu Bilig” adlı eserinde birey-toplum ilişkisini ele almıştır. Ona göre, devletin ideal bir devlet olabilmesi için, akla, adalete, doğru ve adil yasalara dayanması gerekir. Ona göre hükümdar; cesur, bilge ve akıllı, erdemli, dürüst ve adil olmalıdır; zalim olmamalıdır. Halk tarafından sevilmesi için, güler yüzlü, tatlı sözlü ve yumuşak huylu olması gerekir. Birey de Tanrı’dan kaynaklanan değerleri (erdemleri) özümseyerek erdeme yaklaşmalıdır. Ancak o zaman birey kişilik kazanır ve birey-devlet ilişkisi de istenen özelliklere ulaşmış olur.
Montesquieu’nün Birey – Devlet İlişkisi Anlayışı
“Kanunların Ruhu” adlı eserinde J. Locke’un ortaya attığı kuvvetler ayrılığı ilkesini ayrıntılı olarak ele almıştır. Buna göre “Kuvvetler ayrılığı; yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması ve üç farklı organ eliyle yürütülmesi demektir.” Bu, devlet gücünün tek elde toplanarak keyfi ve baskıcı bir yönetim anlayışının ortaya çıkmasını önler. Böylece devlet gücünün yasalarla sınırlandırıldığı için, devlet gücü karşısında bireyin hak ve özgürlükleri güvence altına altınmış olur.
Karl Popper’in Birey – Devlet İlişkisi Anlayışı
“Açık Toplum ve Düşmanları” adlı eserinde insan hakları üzerinde durur. Ona göre Totaliter devlet yönetiminin görüldüğü kapalı toplumlarda bireyin hak ve özgürlükleri yoktur. Açık toplumlarda ise çok partili siyasal yaşam hâkimdir ve yönetim, bireylerin özgür katılımıyla oluşur. Bu yönetim anlayışında her şeyi belirleyen (karar veren) bir yönetim anlayışına yer yoktur. Bireyler farklı düşünme ve davranma özgürlüğüne sahiptir.
Locke’un Birey – Devlet İlişkisi Anlayışı
John Locke, tamamen insan doğasından yola çıkarak toplumsal sözleşme fikrini ortaya atar. İnsanların doğal ortamda özgür yaşadığını ifade eden Locke, herkesin eşit olduğunu ve birbiriyle dayanışma hâlinde bulunduğunu belirtir. Eğer bir kişi bu düzeni bozar ve birine zarar verirse zarara uğrayan kişi, orantılı bir şekilde zarar veren kişiyi cezalandırma hakkına sahiptir. Cezalandırma işinde insanların öfkelerine yenik düşebileceklerini belirten Locke, bu durumun kargaşa yaratabileceğini söyler. Dolayısıyla hukukun güvencesi için haklarını insanların kendi istekleriyle siyasal bir otoriteye yani devlete devrettiklerini belirtir. Meşru yönetimin kaynağı çoğulcu iradedir.
Rousseau’nun Birey – Devlet İlişkisi Anlayışı
İnsanların bir araya gelip zorunlu olarak “toplumsal sözleşme” yaptığını ve bunun doğrultusunda devletin kurulduğunu ileri sürer. İlk devletin varlığının başka bir devletin oluşmasını sağladığını, devletlerin giderek arttığını ve bu durumun da savaşlara sebep olduğunu düşünür. Haksızlık durumlarına çözüm olsun diye oluşturulan toplumsal sözleşmenin insanları köleleştirdiğini belirten Rousseau, geriye yani doğal duruma dönüşün mümkün olmadığını söyler. Çünkü insanların bu ikilemden kurtulması mümkün değildir. Yapılması gereken şey, doğal yaşama uygun olan yasaların çıkarılmasıdır. Toplumda kötülüğe yol açan unsurların ortadan kaldırılmasının tek yolu budur. Rousseau, medeni toplumun yasalarla düzenli bir bütün oluşturabileceğini düşünür.