Yönetmen Zeynel Doğan, açlık grevine girmeye nasıl karar verdiğini Evrensel’e anlattı.
Hasan AKBAŞ
Fırat TOPAL
Diyarbakır
Kürt siyasi kurumlarının aldığı karar neticesinde 50 kişi PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüşme sağlanması, barış ve çözüm ortamının sağlanması talebiyle açlık grevine girdi. Açlık grevine katılanlar arasında Ödüllü Yönetmen Zeynel Doğan da var. Filmleriyle bölgede yaşananları çarpıcı bir şekilde yansıtan başarılı yönetmenin açlık grevine girme süreci de tam bir film konusu. ’90’lardan bugüne bölgede yaşananların mağduru olarak büyüyen Doğan’a “Bir yönetmen açlık grevine niye girer” diye sorduk. Doğan, bu serüveni ve açlık grevine girmeye nasıl karar verdiğini Evrensel’e anlattı. Doğan, “Bizim yaptığımız bu eylem savaşa bir ara verilsin, konuşulsun, kan akmasın, insanlar ağlamak yerine artık gülsün, diye bir çabadır. Bunun böyle okunmasını isterim” diyor.
Diyarbakır’da DBP il binası konferans salonunda devam eden açlık grevi 4. gününe girdi. Her gün yüzlerce ziyaretçinin uğradığı salonda sadece siyasetçiler bulunmuyor. Salt siyasetin yapılmadığı salonda türküler, şiirler de okunuyor. 50 kişilik açlık grevi heyetinde tiyatrocu, sinemacı gibi pek çok kültür, sanat cephesinden de katılımlar var. Bu durum salondaki ortamda hissediliyor. Gelen ziyaretçiler siyasetçilere gösterdiği ilgiden bazen daha fazlasını sanatçılara gösteriyor. Övgü ve takdirler sunuluyor.
‘HER DÖNEM AYRI BİR HİKAYE DOĞAR’
Dikkat çeken isimlerden Yönetmen Zeynel Doğan’la söyleşmek isteği o kadar kolay olmuyor. ‘Sanatçı kaprisi’ değil elbette. Doğan ziyaretçilerin ilgisinden başını kaldıramıyor. Çok mütevazı bir duruşu olan ve sürekli karşısındakini dikkatle dinleyen ve samimi gülümsemeler çakan Doğan, kısaca hayatını özetliyor. Elbistan’da doğduğunu, bu zaman diliminde “Maraş’ta katliamı gördüm, darbeyi gördüm, Kürtlerin silahlı mücadeleye başladığını gördüm, açlık grevlerini gördüm, ’90’larda gelen cenazeleri gördüm” diyor. İşçi bir babanın çocuğu olduğunu söyleyen Doğan, ödül aldığı “Babamın Sesi” filminin kendi hikayesi olduğunu anlatıyor. Babasının yurt dışında çalıştığı ’90’lı yıllarda aileden kimsenin okuma yazma bilmemesi nedeniyle teyp kasetlerine kayıt edilen ses kayıtları ile haberleştiklerini söylüyor. Kürt coğrafyasında her dönem her yaşananın ayrı bir hikaye doğurduğunu kaydeden Doğan, ’90’lı yıllarda çatışmalı süreç, açlık grevleri gibi önemli tarihsel gelişmelerin ortasında büyüdüğünden bahsediyor.
‘POLİTİK OLMAK VE FİLM YAPMAK ZORUNDAYDIM’
Yaşadıklarını anlatmak için sinemacı olduğunu söyleyen Doğan şöyle anlatıyor, “Benim sinemacı, yönetmen olmam bir zorunluluk gibi oldu. Ben direnen bir halkın çocuğuyum. Çocukluğumda özellikle yine ağır süreçlerin yaşandığı dönemlerden geçtim. Dolayısıyla politik bir insan olmak zorundaydım. Bu coğrafyada apolitik olma şansınız da yok. Bu açıdan ben de politik biri olarak bir ses çıkarmayı istedim ve ses çıkarmak için de sinemayı seçtim. İnsanlar eğer bizim yaşadıklarımızı görürlerse empati kurabilir, anlayabilirler diye düşündüm. Film yaparken de hep anlatmak istediğim şey; Kürtler burada haksızlıklarla karşılaşıyor, buna karşı mücadele ediyor, çok zorluklar yaşıyorlar ama dışarıdan çok anlaşılmıyor durumuna karşı filmle anlaşılır olmasına katkı sağlamak istedim”.
‘BİR ŞEY ÇEKMEK İÇİMDEN GELMEDİ’
7 Haziran 2015’in ardından başlayan konseptle birlikte savaşın geliştiği ve giderek büyüdüğü, sivil ölümlerin yaşandığı, kentlerin yıkıldığı döneme derin bir ah çekerek değinen Doğan hem bu yaşananları hem de açlık grevine katılmaya varan süreci şöyle anlatıyor: “Bir tek bu dönem ‘Bu yaşananları film yapmalıyım’ diyemedim. Kısa filmler, uzun metraj film, belgeseller gibi çok çalışmamız oldu, ödüller de aldık belki ama sinemanın değiştirebileceği ya da işlevsiz kaldığı, bazen ‘hiç’ olduğu zamanlar, dönemler vardır. Son bir yıl içerisinde ben Cizre’de yaşanan bodrum vahşetinden tutalım da, Suriçi’de yapılan bombardımana kadar birçok şeye tanıklık ettim. Çok yakın arkadaşlarımın buralarda yaşamını yitirdiğini gördüm. Cenazelerini kaldırdık. Buna tanık olmak benim açımdan zor bir süreçti. Ve böyle bir süreç yaşanırken, insanlar ölürken dışarıda kalmak, savaş varken eli kolu bağlı kalmak beni oldukça zorluyordu. Böyle bir süreç yaşanırken elime kamera alıp dışarı çıkamadım. İçimden gelmedi bir türlü. O kadar yoğun bir savaş süreci yaşanıyordu ve başka bir şey yapmam gerekiyordu. Sinemanın gücünün erişemeyeceği bir faşizm vardı. Fotoğraf bile çekemedim; ama zaten bu süreçte ortaya çıkan fotoğraftan daha iyisini çekemezdim. Panzerin arkasında sürüklenen insanların fotoğrafı, bodrumda yanan insanların fotoğrafları, buzdolabında bekletilen çocuk ve onun annesinin fotoğrafları ve buna benzer onlarca vahşetin görüntüleri varken bunlardan daha gerçeğini, daha güçlüsünü sinemada yapamazdım. Ve bu noktada başka yapmam gereken bir şeyler olduğunu sorguladım ve açlık grevi kararı alındığında bundan geri kalamazdım, kendimi önerdim ve bu şekilde de eyleme dahil oldum”.
‘İNSANLAR GÜLSÜN DİYEDİR ÇABAMIZ’
Açlık grevi eyleminin bir barış ortamı sağlanması açısından önemli olduğunu anlatan Doğan, barış ve çözüm umudunu koruduğunu söyledi. Bu umudun getirdiği sorumlulukla açlık grevine katıldığını sözlerine ekleyen Doğan, “Çok kez eyleme kabul edilmek için rica ettim, başvuruda bulundum. Artık bir şeyler yapmam gerektiğini ve bunun da bu eylemle olabileceğine net olarak karar verdim. Çünkü Sayın Öcalan’la görüşüldüğü dönemler silahların sustuğu, kan akmadığı bir dönemdi. Görüşmenin kesildiği dönem büyük bir savaşın ortaya çıktığı bir dönemdir. Bizim yaptığımız bu eylem ‘savaşa bir ara verilsin, konuşulsun, kan akmasın, insanlar ağlamak yerine artık gülsün’ diye bir çabadır. Bunun böyle okunmasını isterim. Tüm insanlık için önemli bir süreç yaşanmalıdır. Bu da görüşme diyalog ve barış ortamıyla sağlanabilir. Ben Türkiye’deki halkların hepsi için hepimizin geleceği için bu sorumluluğu aldım. Bir barış ortamı sağlansın ve yeniden güzel günler görelim isterim” diye anlattı.