İsrail- Filistin çatışmaları, garipten de öte görülebilecek bir çözümsüzlükle, hızla ilerliyor. Dünyandaki birçok çatışma için uygulanabilir bir yerleşimi hayal etmek bile zordur. Buradaki olayda, ana hatları belirlenmiş evrensel bir anlaşmaya yakın bir durum var. Bu yaklaşım, ABD’nin, 1970’lerin ortasında uluslar arası topluluktan ayrılmadan önceki resmî görüşüne adapte edilecek “ikincil ve çok taraflı modifikasyonlarla, uluslararası olarak tanınan (1967 Haziran öncesi) sınırlar boyunca iki devleti yerleştirmektir.
Temel prensipler, Arab devletleri dâhil ( ilişkilerin normalleşmesini isteyen), İslâmî Devlet örgütü (İran dahil) ve konuyla ilgili devlet dışı aktörler (meselâ Hamas dahil), hemen hemen bütün dünya tarafından kabul edildi. Bu hatlar boyunca bir yerleştirme yapılması, BM Güvenlik Konseyi’ne ilk defa,1976 yılında büyük Arab devletleri tarafından teklif edildi. İsrail bu dönem bu teklifi reddetti. ABD bu çözümü veto etti ve aynı şeyi 1980 yılında tekrarladı. Çünkü Genel Kurul’daki kayıt aynıdır.
ABD-İsrail retçiliğinin kırılmasında önemli ve açığa çıkan bir şey vardı. 2000 yılındaki Camp David anlaşmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Başkan Clinton, kendisinin ve İsrail’in teklifleri herhangi bir Filistinli için kabul edilemez olduğu kavramını tanıdı. O Aralık ayında, Clinton kendi “parametrelerini” sundu. Bu kesin olmayan ama daha çok gelecekle ilgiliydi. Daha sonra, iki tarafın da bu parametreleri, şerh koyarak, kabul ettiklerini ifade etti.
İsrailli ve Filistinli müzakereciler, aradaki farklılıkları çözmek ve dikkate değer bir ilerleme kaydetmek için, 2001 yılında, Mısır’ın Tebe şehrinde toplandı. Bu müzakereciler, son konferansında, az bir zaman sonra, muhtemelen tam bir anlaşmaya varabileceklerini söylediler. İsrail, müzakereleri erken doğum adını verdi, sonra resmî sürece son verilmekle birlikte, İsrail tarafından reddedilen, ABD tarafından ise önemsenmeyen Cenevre Mutabakatında, yapısal tartışmalara yüksek bir düzeyde devam edildi.
İyi bir pazarlık olsa da, bu sınırlar boyunca bir yerleştirmeye hâlâ ulaşılmış değil.- Şayet tabii ki, ABD’nin bunu bir an önce kabul etmesiyle olur. Maalesef bunun için çok az bir işaret var.
Bütün tutanak hakkında zengin bir mitoloji oluşturuldu ancak, temel gerçekler yeterince açık ve fazlasıyla belgelenmiş hâldedir.
ABD ve İsrail, işgali daha da yaymak ve derinleştirmek için birbiri ardına uğraşıyor. 2005 yılında, büyük bir kısmı İsrail ordusu tarafından korunan ve zengin kaynaklar tahsis edilmiş olan Gazze’deki birkaç bir İsrailli yerleşimciyi, uçsuz bucaksız para yardımıyla Ariel Sharon hükümeti bilerek, daha değerli Batı yaka ile Golan Tepelerine taşımaya karar verdi.
Hükümet, bu operasyonu açık sözlü ve daha kolay olacak şekilde gerçekleştirmek yerine, 1978-79 yıllarındaki Camp David anlaşmasından sonra Sina’dan çekilirken yaptığı saçmalıklara neredeyse bir benzerini yaparak, “millî bir travma” yaşatmaya karar verdi. Her iki olayda da, “Bir daha asla olmayacak” ağlamasıyla onaylanan geri çekilme pratikte şu mânâya geliyordu: Filistin topraklarından bir inç bile geri çekilmeyiz yani, uluslararası hukukun ihlâlini saklamak istiyoruz. Bu saçmalık, aralarında önde gelen son sosyologlardan Baruch Kimmerling’in de bulunduğu açıkgöz İsrailli yorumcular tarafından maskaralaştırılarak, Batı’da çok iyi oynandı.
İsrail, Gazze Şeridi’nden resmî olarak çekilişinden sonra, gerçekte “dünyanın en büyük cezaevi” olarak anlatılan bölge üzerindeki hâkimiyetinden asla feragat etmedi. Çekildikten birkaç ay sonra, Ocak 2006’da, Filistinlilerin, uluslararası gözlemcilere göre, adil ve özgür bir olarak yapılan seçimleri vardı. Filistinliler, “yanlış yolu” seçerek, Hamas’a oy verdi, seçimi Hamas kazandı. ABD ve İsrail, bu günahtan dolayı cezalandırmak için derhal ve yoğun bir şekilde Gazzelilere saldırdı. Gerçekler ve sebebler saklı tutulamadı; Washington’un demokrasi hatırasına olan saygınlığı sayesinde ileri gelen saygın yorumcular tarafından açıkça yayınlandı. AB, Gazzelilere karşı saldırılarını yoğunlaştırdığı için desteklediği İsrail’e, giderek vahşete dönüşen şiddet ve ekonomik boğma operasyonu için teşekkür etmektedir.
Bu arada, Batı Yaka’da, ve her zaman ABD’nin işbirliği ve desteğiyle İsrail, Filistinlilerin topraklarını ve zengin kaynaklarını ellerinden almak ve Filistinlileri, yaşamayacak ve çoğunlukla gözlerden uzak kantonlara bırakmak için uzun süreli bir programı yürütmektedir. İsrailli yorumcular bunu dürüstçe “neo kolonyal- yeni sömürgeci” hedefler olarak işaret ediyor. Yerleştirme programlarının esas mimarı Ariel Sharon, bu kantonlara yanlış olarak verilen “Bastutanlar” adını verdi. Bastutanlar, Güney Afrika, siyah çoğunluğu zorla çalıştırmaya ihtiyaç duydu. Oysa İsrail, Filistinliler görünmezse çok mutlu olacaktı ve politikalarını sonuna kadar bu yönde yürüttü.
Gazze’nin Denizden ve Karadan Kuşatılması
Kantonlaşmaya giden bir adım ve Filistinlilerin hayatta kalmaya dair ümidlerini çökertilmesi, Gazze’nin Batı Yaka’dan ayrılmasıdır. Bu ümitler bütünüyle unutulmaya yüz tutulmuştur, bir vahşet ki, üzerinde konuşulanlara göre katkıda bulunmamız gereken bir vahşet. Gazze üzerine önde gelen uzman gazetecilerden biri olan İsrailli Amire Hass, şunları yazmaktadır:
“Filistin hareketinin sınırlanması üzerine İsrail, 1991 yılında, 1967 Haziran’ında inisiyatif aldığı bir programa doğru ters bir dönüş yaptı. Daha sonra İsrail, ilk defa 1948’den önce, Filistin halkının geniş bir bölümü yinede tek bir ülkenin açık topraklarında yaşadı- emin olmak için söyleyelim, bir kısmı işgal edilmişti ama bütünüyle değil… Gazze Şeridi’nin, BATı Yaka’dan (Batı Şeria) tamamen ayrılması, İsrail’in askerî üstünlüğü üzerine temellendirilmiş bir düzenlemeyi dikte etmek yerine, uluslararası kararlar ve anlayışlar üzerine temellendirilmiş bir çözümü engelleyecek bir hedef belirleyen İsrail siyasetinin en büyük başarılarından birisidir.”
İsrail 1991 Ocak ayından beri, bürokratik ve mantıkî olarak, sadece işgal edilmiş bölgelerdeki Filistinlileri, İsrail’deki kardeşlerinden ayırmadı, ayrıca Kudüs’te ve çevresinde yaşayan Filistinliler arasında ve Gazze ile Batı Yakadakiler/ Kudüs’tekiler arasında da bir ayrım ve parçalanmayı muhteşem şekilde yürüttü. Aynı toprak parçasındaki Yahudiler ise, bir üstünlük ve imtiyazlar, kanunlar, hizmetler ve fizikî altyapı ve hareket özgürlüğüyle ayrı bir sistem içinde yaşadı.
Gazze üzerinde uzman olan Harvard’lı öğretim görevlisi Sara Roy, şunları anlatıyor:
“Gazze, önceki üretici nüfusunun, fakirleştirilerek yardımlara muhtaç kılındığı, kasten bir sefalet içine düşürülen bir örnek topluluktur… Gazzelilerin itirazı İsrail’in 2008 yılı Aralık ayındaki saldırısından çok önce başlamıştır. İsrail işgali- uluslar arası topluluk tarafından şimdilerde hemen hemen unutulan veya inkâr edilen- Gazze ekonomisini 2006 yılından beri tahrip etmektedir… İsrail’in Aralık 2008 saldırısından sonra, Gazze’nin zaten tehlike içindeki şartları neredeyse yaşanmaz hâle gelmiştir., İsrail Savunma Güçlerinin itirafıyla bile savunmasız olan, rızıkhaneleri, evleri ve kamu altyapısı ya imha edildi veya tahrip edildi.
“Bugün Gazze’de, hakkında konuşulacak bir özel sektör ve sanayi yoktur. İsrail, Gazze’nin tarım arazisinin yüzde 80’nini tahrip etti ve sınır karakollarından, çitlerle çevrilmiş tarlasını işlemeye giden Gazzeli çiftçileri keskin nişancılarla vurmaya devam etmektedir. Üretim faaliyetlerinin yüzde 80’ni mahvedildi. Bugün 1,4 milyonluk Gazze nüfusunun yüzde 96’sı, temel ihtiyaçları için insanî yardıma muhtaç hâldedir. Dünya Gıda Programına göre, Gazze’nin temel gıda ihtiyacını karşılayabilmesi için, günde 400 kamyon gıda girişine ihtiyaç vardır. Henüz Mart (22 Mart 2009) ayına rağmen, İsrail hükümeti,10 Mayıs’tan itibaren (2009), Gazze’ye gıda girişine dair sınırlamaların hepsini kaldırdı haftalık 653 kamyon gıda girişine izin verdi ki, bu ihtiyaçların sadece yüzde 23’ünü karşılayabilmektedir. İsrail, 2006 Haziran öncesi 4000 olan ticari mallar girişli ile kıyaslandığında, bugün sadece 30-40 ticarî mal girişine izin vermektedir.”
İsrail’in, Gazze üzerine, ABD desteği ve ABD silahlarını yasadışı kullanarak gerçekleştirdiği 2008-2009’daki saldırısı için İsrail’in elinde inanılır bahane olmadığı sık sık vurgulanamaz. Evrensel kamuoyunun çoğu, bunun aksi olarak İsrail’in kendini savunduğunu öne sürmektedir. Bu ise, İsrail ve müttefiki ABD olarak suçunu çok iyi bildiklerine zaten hazırdılar demeye gelen, İsrail’in barışı tümden reddi ışığında savunulamaz.
İşin can alıcı noktası şu ki, İsrail’in denizden ablukası, daha az rapor edildi. Peter Beaumont’un Gazze’den bildirdiği haberlerde, Gazze’nin kıyısı, sahil boyunca, büyük savaş gemilerinin peşinden giden hücumbotlar tarafından demir çit çekilmiş gibi kapatıldı. Bu hücumbotlar Filistinli balıkçıların peşinden koşturuyor ve savaş gemileriyle çevrelenmiş çemberin dışına çıkmasına izin vermiyor. Raporlara göre denizden kuşatma 2000 yılından bu yana daha da sıklaştırıldı. Balıkçı tekneleri Gazze bölge sularından çıkarıldı ve sahil İsrail hücumbotlarıyla kapatıldı. Bütün kuşatma herhangi bir uyarı yapılmaksızın ve birçok insanın yaralanmasıyla gerçekleştirildi. Gazze balık sanayi neredeyse çöktü, İsrail’in kuşatması sebebiyle sahilde balık avlanamıyor. İsrail’in bu saldırıları lağım şebekesini ve güç santrallerini de mahvetti.
İsrail’in denizden saldırısı, İngiliz gaz şirketi British gaz’ın, Gazze açıklarında büyük miktarda doğal gaz bulmasıyla başladı. Sanayi yayınları, İsrail’in Gazze kaynaklarını, kendi ekonomisini bu gazla harekete geçirmek için, kendine tahsis ettiğini yazmaktadır. Standart sanayi kaynakları şunları söylüyor:
“İsrail maliye bakanlığı, Filistinlilerin kontrolündeki Gazze Şeridi’ni önünde Akdeniz sahilinde, İngiliz gaz şirketi GB’nin bulduğu doğal gazı satın alması için İsrail Elektrik kurumuna onay verdi. İsrail hükümeti orijinal bir anlaşmayla, GB’den yılda 1,5 milyar metreküp gaz alımı konusunda anlaştı.”
“Geçtiğimiz yıl İsrail hükümeti, IEC tarafından yıllık 800 milyon metre küp gaz satın alınmasını onayladı.. Son zamanlarda, İsrail hükümeti politikasını değiştirdi ve devlet kamu hizmeti için Gazze Deniz sahasındaki bitin gazı satın alınabileceğine karar verdi.”
Gazze için esaslı bir gelir kaynağı olabilecek bu talanın destekçisini ABD yetkilileri olduğu bilinmektedir. Gazeli balıkçıları, Gazze deniz sahasından balık avlanmasının İsrailli savaş gemileri tarafından yasaklanmasının tek bir mantıklı açıklaması var oda, İsrail’in bu sınırlı gaz kaynağını, Filistin otoritesiyle beraber kullanmak istemeyip, tamamen kendisine tahsis etmek niyetinde olmasıdır.
Bu konuda ortada daha önceden olmuş bazı misaller var. 1989 yılında Avustralya Dış İşleri Bakanı Gareth Evans, Endoneyzlı meslektaşı Ali Alatas ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre “Avustralya’nın Doğu Timor adalarındaki petrolün çıkarılması hakkı” Avustralya’ya verildi.
Avustralya-Endonezya Timor Kredi Anlaşması, petrolü çalınan insanlara zırnık bile tahsis etmedi. Bu anlaşma, Avustralya basını tarafından her nasılsa, Endonezya hükümetinin Doğu Timor’un haklarını tanıyan tek yasal bir anlaşma olarak yazıldı.
Gareth Evans’a, bu anlaşmayla, Endoneya’nın Doğu Timoru zapt etmesini tanıma niyetinde misiniz? Diye sorulunca, ( yakın zamanlarda, Endonezyalı kasapların Doğu Timor üzerine, Avustralyalıların- ve tabii ki, ABD, İngiltere, diğerlerinin de- soykırıma yakın bir muamelesi oldu) Evans: bölgenin zorla elde elegeçirilen bölgedeki kazanımları tanıyacak bağlayıcı yasal bir mecburiyet yok. Çöpe giden gücün kazanımı misalleriyle beraber, . Dünya biraz adaletsiz bir yer. “cevabını verdi.
Obama ve Yerleşimciler
Gazzey’i tahrip kuşatma hareketleri, ekonomik hayta, daha az zalimce ama sert bir etkiyle, Batı Yaka’yı da tahrip ederdi. Dünya Bankası, İsrail’in, “Filistinlilerin Batı Yaka’nın geniş sahalarına girişini yasaklayan bir karmaşık bir kapatma rejimi” kurduğunu rapor etmektedir… Filistin ekonomisi İsrail’in, Filistin ticareti ve Batı Yaka’daki(Batı Şeria) hareketleri kısıtlamaya devam etmesinden dolayı, Gazze’deki keskin düşüşle birlikte büyük bir durgunluğun içine düştü.
Dünya Bankası, “Batı desteğiyle ayakta duran sallantıdaki Mahmud Abbas yönetiminin bulunduğu Batı Yaka’daki binalar üzerindeki sınırlamalar da olduğu gibi, yollardaki İsrail barikatlarının ve kontrol noktalarının, ticaret ve seyahati engellediğini yazdı.” İsrail, kolonyal ve neo kolonyal bir gelenek olarak, Ramallah’ta veya bazen başka yerde, Batı yardımına güvenen imtiyazlı bir elitin varlığına – şayet cesareti varsa- izin verir.
Bütün bu yapılanmaları, İsrailli aktivist Jeff Halper, sömürgeleştirilmiş bir halk üzerinde uygulanacak “kontrol matriksi” olarak adlandırıyor.40 yıldan beri süren bu sistematik programlar, Moşe Dayan’ın tavsiyesi üzerine kurulmuş ve İsrail’in 1967 sonrası zaptettiği Filistin topraklarını işgalinden hemen sonra, meslektaşlarına tavsiye ettiği, bölgedeki Filistinlilere yönelik sözlerini amaçlamaktadır. Moşe Dayan Filistinlilere şunların söylenmesini tavsiye etmişti: “Bir çözümümüz yok, köpek gibi yaşamaya devam edeceksiniz veya buraları terk edeceksiniz ve bu projenin yürüdüğü yerleri göreceğiz.”
İkinci anlaşmazlık meselesine, yerleşimcilere gelirsek, gerçekten ortada bir çatışma var ama bu anlatıldığından daha az dramatiktir. Washington’un yerleşimciler konusundaki duruşu, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından çoğunlukla, yeni yerleşimciler politikasına muhalif olarak “ doğal büyüme umutlarını” reddeden ifadelerle, en güçlü şekilde gösterildi.
Başbakan Benyamin Netanyahu, Devlet Başkanı Şimon Peres’le birlikte ve hakikaten neredeyse bütün İsrail siyasî yelpazesi, İsrail’in ilhak etme niyetinde olduğu topraklar üzerinde “doğal genişleme” konusunda ısrarcıdırlar.
İsrailler ABD’nin, George W.Bush otoritesinin, bir Filistin Devleti “vizyonu” üzerinde bu tür yayılmayı münasip gördüğü iddiasından vazgeçmesinden şikâyetçiler.
Başbakan Netanyahu kabinesinin bakanları daha da ileri gitti. Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz, “mevcut İsrail hükümetinin, Judea ve Samarya’daki yasal yerleşim faaliyetlerinin herhangi bir şekilde dondurulmasını kabul etmeyeceğini” ilan etti. ABD-İsrail lügatinde “legal-yasal” kavramı, “yasadışı-illegal” demektir. Nacak bu kavram ABD’nin göz yummasıyla İsrail hükümetinin bir yetkisi olarak gösterilmektedir. Kavramın bu şekilde kullanılmasında, resmileştirilmemiş çıkışlar “illegal” olarak kavramlaştırılır, böylece güçlünün dikte etmesinden ayrı olarak, Bush’un “vizyonu” ve Obama’nın dürüst ihmali altında, İsrailli yerleşimcilere tahsis edilenden daha illegal değildirler.
Obama-Clinton “sert politik oyunu” yeni bir formülasyon değildir. Bu sert siyaset, Başkan Bush yönetiminin 2003 yılındaki Yol Haritası’nın 1. Safhasında şart koştuğu “İsrail bütün –yerleşim alanlarının doğal genişlemesini de içine alacak şekilde- yerleşim faaliyetlerini donduracaktır” hükmünü, cümle olarak tekrar etmektedir. Bütün taraflar resmen Yol Haritasını kabul eder (“doğal genişleme” hükmü düşürülecek şekilde modifiye edildi)… İsrail, ABD’nin de desteğiyle devamlı surette bu anlaşmaya “14 rezerv” koyarak, işlemez hâle getirdi.
Şayet Obama, yerleşimcilere karşı çıkışıyla ilgili söylediklerinde ciddî olsaydı bunu, meselâ ABD’nin bu konuya ayrılmış büyük miktardaki yardımını azaltarak, somut bir süreci kolayca başlatabilirdi. Bu çok radikal veya çok cesur bir karar olacaktı. 1. Bush yönetimi (borç garantisini azaltarak) böyle yaptı, ancak 1993 yılındaki Oslo Anlaşması’ndan sonra, Clinton yönetimi, İsrail üzerindeki bütün hesapları kaldırdı. İsrail basını hiç de sürpriz olmayacak bir şekilde “yerleşimcilere harcanan para miktarında hiçbir azalma olmadığını” yazdı.
Gazeteler “Başbakan(Rabin) yerleşimcileri sahipsiz bırakmamaya devam edecek” diye yazdı. Peki ya Amerikalılar? Onlar anlayacak.”
Obama yönetimi yetkilileri, basına 1. Bush uygulamalarının “tartışma konusu” olmadığını bildirdi ve İsrail üzerindeki baskının “büyük ölçüde sembolik” olacağını ifade etti. Kısaca, Obama, tam da Clinton ve II. Bush’un anladığı gibi anlıyor.
Amerikan Vizyoncuları
En iyisi, yerleşimcilerin yayılması sorunu, İsrail hükümetinin yetkilendirmediği bir “illegal karakollar” sorunu gibi bir kenarda dursun. Bu konudaki dikkatler, “legal ileri karakollar” olmadığı ve mevcut yerleşimcilerin yüz yüze kalınan temel mesele olduğu gerçeğinden, başka yöne çevriliyor.
ABD basını, “ kısmî dondurma sürecinin birkaç yıldır sürdüğünü ancak yerleşimcilerin bu yasağı etrafından dolaşarak….” Diye yazıyor. Yerleşim yerlerindeki yapılaşma geçtiğimiz üç yılda, asla durmayarak ve yavaşa yavaş artarak devam etti. Bu yapılaşmada inşa edilen yıllık birim sayısı 1500’den 2000’e çıktı. Şayet yapılaşma oranı 2008 yılındaki gibi devam ettiyse, son 20 yılda onaylanmış 46 400 birim bina, bitmiş olacak. Şayet İsrail bu yapılaşmayı, bütün halkın yerleştirilmesi master plânıyla onaylarsa, Batı Şeria’daki yerleşimci evleri iki katına çıkacak.” Yerleşim faaliyetlerini kontrol eden Barış Şimdi örgütü, en geniş yerleşimcilerin iki katına çıkacağını tahmin ediyor. Ariel ve Ma’aleh Adumim, Oslo Süreci yıllarında, Bati Şeria’nın kantonlarına doğru en dikkate çeken arazilerinde inşaatlar yaptı.
İsrail’in önde gelen diplomatik muhabiri AKiva Eldar, eski başbakan ve zorunlu savunma bakanı Ehud Barak’ın ordu vekili Albay Shaul Arieli’nin demografik çalışmalarını ifade ederek, “Doğal nüfus büyümesi”nin, tamamıyla bir mit olduğuna dikkat çekiyor.Yerleşimci sayısındaki hali hazırdaki artış, İsrail’in Cenevre Konvansiyonu’nu ihlâl ederek, yurt dışından büyük paralar karşılığı getirdiği göçmenlerden dolayıdır. Bu eski hükümet kararlarının doğrudan ihlâlidir, fakat hükümetin yetkisiyle, özellikle de İsrail siyasî yelpazesinde dikkat çeken bir barış güvercini Ehud Barak tarafından yürütülmektedir.
Muhabir Jackson Diehl, “uzun süreli cansız bir Filistin hayali” olan ve Devlet Başkanı Abbas tarafından yeninde hayata geçirilen “ABD, İsrail’i, kendi demokratik hükümetiyle anlaşıp, anlaşmayacağı konusunda, İsrail’i basitçe kritik kararlar vermeye zorlayacak.” Algısıyla alay emektedir. Diehl, İsrail’in yasadışı yayılmacılığındaki reddedişe neden iştirak ettiğini anlatmıyor. Diehl, şayet, “İsrail’in kritik kararlar alınmaya zorlanacağı ciddi ise”, bu, İsrail demokrasisine çirkin bir müdahale olacaktır, diyor.
Neticede, başbakan Netanyahu, 10 ay süreliğine, yeni yapılaşmayı durdurdu ama Büyük Kudüs’teki Arabların evlerinin istimlâk edilmesi ve Yahudi yerleşimcileri için hızla yeni inşaatlar yapma konusu hariç bırakılarak ve bu konuda büyük muafiyetler kazanarak, bu durdurma kararını aldı. Hillary Clinton, bütün dünyayla alya ederek ve kızdırarak, yasadışı yapılaşmalarla ilgili “beklenmedik” tavizler verilmesini övdü.
Bu makale, Noam Chomksy’nin “Hopes and Prospects- Ümitler ve Reçeteler” isimli kitabından iktibas edilmiştir.
timeturk.com
Temel prensipler, Arab devletleri dâhil ( ilişkilerin normalleşmesini isteyen), İslâmî Devlet örgütü (İran dahil) ve konuyla ilgili devlet dışı aktörler (meselâ Hamas dahil), hemen hemen bütün dünya tarafından kabul edildi. Bu hatlar boyunca bir yerleştirme yapılması, BM Güvenlik Konseyi’ne ilk defa,1976 yılında büyük Arab devletleri tarafından teklif edildi. İsrail bu dönem bu teklifi reddetti. ABD bu çözümü veto etti ve aynı şeyi 1980 yılında tekrarladı. Çünkü Genel Kurul’daki kayıt aynıdır.
ABD-İsrail retçiliğinin kırılmasında önemli ve açığa çıkan bir şey vardı. 2000 yılındaki Camp David anlaşmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Başkan Clinton, kendisinin ve İsrail’in teklifleri herhangi bir Filistinli için kabul edilemez olduğu kavramını tanıdı. O Aralık ayında, Clinton kendi “parametrelerini” sundu. Bu kesin olmayan ama daha çok gelecekle ilgiliydi. Daha sonra, iki tarafın da bu parametreleri, şerh koyarak, kabul ettiklerini ifade etti.
İsrailli ve Filistinli müzakereciler, aradaki farklılıkları çözmek ve dikkate değer bir ilerleme kaydetmek için, 2001 yılında, Mısır’ın Tebe şehrinde toplandı. Bu müzakereciler, son konferansında, az bir zaman sonra, muhtemelen tam bir anlaşmaya varabileceklerini söylediler. İsrail, müzakereleri erken doğum adını verdi, sonra resmî sürece son verilmekle birlikte, İsrail tarafından reddedilen, ABD tarafından ise önemsenmeyen Cenevre Mutabakatında, yapısal tartışmalara yüksek bir düzeyde devam edildi.
İyi bir pazarlık olsa da, bu sınırlar boyunca bir yerleştirmeye hâlâ ulaşılmış değil.- Şayet tabii ki, ABD’nin bunu bir an önce kabul etmesiyle olur. Maalesef bunun için çok az bir işaret var.
Bütün tutanak hakkında zengin bir mitoloji oluşturuldu ancak, temel gerçekler yeterince açık ve fazlasıyla belgelenmiş hâldedir.
ABD ve İsrail, işgali daha da yaymak ve derinleştirmek için birbiri ardına uğraşıyor. 2005 yılında, büyük bir kısmı İsrail ordusu tarafından korunan ve zengin kaynaklar tahsis edilmiş olan Gazze’deki birkaç bir İsrailli yerleşimciyi, uçsuz bucaksız para yardımıyla Ariel Sharon hükümeti bilerek, daha değerli Batı yaka ile Golan Tepelerine taşımaya karar verdi.
Hükümet, bu operasyonu açık sözlü ve daha kolay olacak şekilde gerçekleştirmek yerine, 1978-79 yıllarındaki Camp David anlaşmasından sonra Sina’dan çekilirken yaptığı saçmalıklara neredeyse bir benzerini yaparak, “millî bir travma” yaşatmaya karar verdi. Her iki olayda da, “Bir daha asla olmayacak” ağlamasıyla onaylanan geri çekilme pratikte şu mânâya geliyordu: Filistin topraklarından bir inç bile geri çekilmeyiz yani, uluslararası hukukun ihlâlini saklamak istiyoruz. Bu saçmalık, aralarında önde gelen son sosyologlardan Baruch Kimmerling’in de bulunduğu açıkgöz İsrailli yorumcular tarafından maskaralaştırılarak, Batı’da çok iyi oynandı.
İsrail, Gazze Şeridi’nden resmî olarak çekilişinden sonra, gerçekte “dünyanın en büyük cezaevi” olarak anlatılan bölge üzerindeki hâkimiyetinden asla feragat etmedi. Çekildikten birkaç ay sonra, Ocak 2006’da, Filistinlilerin, uluslararası gözlemcilere göre, adil ve özgür bir olarak yapılan seçimleri vardı. Filistinliler, “yanlış yolu” seçerek, Hamas’a oy verdi, seçimi Hamas kazandı. ABD ve İsrail, bu günahtan dolayı cezalandırmak için derhal ve yoğun bir şekilde Gazzelilere saldırdı. Gerçekler ve sebebler saklı tutulamadı; Washington’un demokrasi hatırasına olan saygınlığı sayesinde ileri gelen saygın yorumcular tarafından açıkça yayınlandı. AB, Gazzelilere karşı saldırılarını yoğunlaştırdığı için desteklediği İsrail’e, giderek vahşete dönüşen şiddet ve ekonomik boğma operasyonu için teşekkür etmektedir.
Bu arada, Batı Yaka’da, ve her zaman ABD’nin işbirliği ve desteğiyle İsrail, Filistinlilerin topraklarını ve zengin kaynaklarını ellerinden almak ve Filistinlileri, yaşamayacak ve çoğunlukla gözlerden uzak kantonlara bırakmak için uzun süreli bir programı yürütmektedir. İsrailli yorumcular bunu dürüstçe “neo kolonyal- yeni sömürgeci” hedefler olarak işaret ediyor. Yerleştirme programlarının esas mimarı Ariel Sharon, bu kantonlara yanlış olarak verilen “Bastutanlar” adını verdi. Bastutanlar, Güney Afrika, siyah çoğunluğu zorla çalıştırmaya ihtiyaç duydu. Oysa İsrail, Filistinliler görünmezse çok mutlu olacaktı ve politikalarını sonuna kadar bu yönde yürüttü.
Gazze’nin Denizden ve Karadan Kuşatılması
Kantonlaşmaya giden bir adım ve Filistinlilerin hayatta kalmaya dair ümidlerini çökertilmesi, Gazze’nin Batı Yaka’dan ayrılmasıdır. Bu ümitler bütünüyle unutulmaya yüz tutulmuştur, bir vahşet ki, üzerinde konuşulanlara göre katkıda bulunmamız gereken bir vahşet. Gazze üzerine önde gelen uzman gazetecilerden biri olan İsrailli Amire Hass, şunları yazmaktadır:
“Filistin hareketinin sınırlanması üzerine İsrail, 1991 yılında, 1967 Haziran’ında inisiyatif aldığı bir programa doğru ters bir dönüş yaptı. Daha sonra İsrail, ilk defa 1948’den önce, Filistin halkının geniş bir bölümü yinede tek bir ülkenin açık topraklarında yaşadı- emin olmak için söyleyelim, bir kısmı işgal edilmişti ama bütünüyle değil… Gazze Şeridi’nin, BATı Yaka’dan (Batı Şeria) tamamen ayrılması, İsrail’in askerî üstünlüğü üzerine temellendirilmiş bir düzenlemeyi dikte etmek yerine, uluslararası kararlar ve anlayışlar üzerine temellendirilmiş bir çözümü engelleyecek bir hedef belirleyen İsrail siyasetinin en büyük başarılarından birisidir.”
İsrail 1991 Ocak ayından beri, bürokratik ve mantıkî olarak, sadece işgal edilmiş bölgelerdeki Filistinlileri, İsrail’deki kardeşlerinden ayırmadı, ayrıca Kudüs’te ve çevresinde yaşayan Filistinliler arasında ve Gazze ile Batı Yakadakiler/ Kudüs’tekiler arasında da bir ayrım ve parçalanmayı muhteşem şekilde yürüttü. Aynı toprak parçasındaki Yahudiler ise, bir üstünlük ve imtiyazlar, kanunlar, hizmetler ve fizikî altyapı ve hareket özgürlüğüyle ayrı bir sistem içinde yaşadı.
Gazze üzerinde uzman olan Harvard’lı öğretim görevlisi Sara Roy, şunları anlatıyor:
“Gazze, önceki üretici nüfusunun, fakirleştirilerek yardımlara muhtaç kılındığı, kasten bir sefalet içine düşürülen bir örnek topluluktur… Gazzelilerin itirazı İsrail’in 2008 yılı Aralık ayındaki saldırısından çok önce başlamıştır. İsrail işgali- uluslar arası topluluk tarafından şimdilerde hemen hemen unutulan veya inkâr edilen- Gazze ekonomisini 2006 yılından beri tahrip etmektedir… İsrail’in Aralık 2008 saldırısından sonra, Gazze’nin zaten tehlike içindeki şartları neredeyse yaşanmaz hâle gelmiştir., İsrail Savunma Güçlerinin itirafıyla bile savunmasız olan, rızıkhaneleri, evleri ve kamu altyapısı ya imha edildi veya tahrip edildi.
“Bugün Gazze’de, hakkında konuşulacak bir özel sektör ve sanayi yoktur. İsrail, Gazze’nin tarım arazisinin yüzde 80’nini tahrip etti ve sınır karakollarından, çitlerle çevrilmiş tarlasını işlemeye giden Gazzeli çiftçileri keskin nişancılarla vurmaya devam etmektedir. Üretim faaliyetlerinin yüzde 80’ni mahvedildi. Bugün 1,4 milyonluk Gazze nüfusunun yüzde 96’sı, temel ihtiyaçları için insanî yardıma muhtaç hâldedir. Dünya Gıda Programına göre, Gazze’nin temel gıda ihtiyacını karşılayabilmesi için, günde 400 kamyon gıda girişine ihtiyaç vardır. Henüz Mart (22 Mart 2009) ayına rağmen, İsrail hükümeti,10 Mayıs’tan itibaren (2009), Gazze’ye gıda girişine dair sınırlamaların hepsini kaldırdı haftalık 653 kamyon gıda girişine izin verdi ki, bu ihtiyaçların sadece yüzde 23’ünü karşılayabilmektedir. İsrail, 2006 Haziran öncesi 4000 olan ticari mallar girişli ile kıyaslandığında, bugün sadece 30-40 ticarî mal girişine izin vermektedir.”
İsrail’in, Gazze üzerine, ABD desteği ve ABD silahlarını yasadışı kullanarak gerçekleştirdiği 2008-2009’daki saldırısı için İsrail’in elinde inanılır bahane olmadığı sık sık vurgulanamaz. Evrensel kamuoyunun çoğu, bunun aksi olarak İsrail’in kendini savunduğunu öne sürmektedir. Bu ise, İsrail ve müttefiki ABD olarak suçunu çok iyi bildiklerine zaten hazırdılar demeye gelen, İsrail’in barışı tümden reddi ışığında savunulamaz.
İşin can alıcı noktası şu ki, İsrail’in denizden ablukası, daha az rapor edildi. Peter Beaumont’un Gazze’den bildirdiği haberlerde, Gazze’nin kıyısı, sahil boyunca, büyük savaş gemilerinin peşinden giden hücumbotlar tarafından demir çit çekilmiş gibi kapatıldı. Bu hücumbotlar Filistinli balıkçıların peşinden koşturuyor ve savaş gemileriyle çevrelenmiş çemberin dışına çıkmasına izin vermiyor. Raporlara göre denizden kuşatma 2000 yılından bu yana daha da sıklaştırıldı. Balıkçı tekneleri Gazze bölge sularından çıkarıldı ve sahil İsrail hücumbotlarıyla kapatıldı. Bütün kuşatma herhangi bir uyarı yapılmaksızın ve birçok insanın yaralanmasıyla gerçekleştirildi. Gazze balık sanayi neredeyse çöktü, İsrail’in kuşatması sebebiyle sahilde balık avlanamıyor. İsrail’in bu saldırıları lağım şebekesini ve güç santrallerini de mahvetti.
İsrail’in denizden saldırısı, İngiliz gaz şirketi British gaz’ın, Gazze açıklarında büyük miktarda doğal gaz bulmasıyla başladı. Sanayi yayınları, İsrail’in Gazze kaynaklarını, kendi ekonomisini bu gazla harekete geçirmek için, kendine tahsis ettiğini yazmaktadır. Standart sanayi kaynakları şunları söylüyor:
“İsrail maliye bakanlığı, Filistinlilerin kontrolündeki Gazze Şeridi’ni önünde Akdeniz sahilinde, İngiliz gaz şirketi GB’nin bulduğu doğal gazı satın alması için İsrail Elektrik kurumuna onay verdi. İsrail hükümeti orijinal bir anlaşmayla, GB’den yılda 1,5 milyar metreküp gaz alımı konusunda anlaştı.”
“Geçtiğimiz yıl İsrail hükümeti, IEC tarafından yıllık 800 milyon metre küp gaz satın alınmasını onayladı.. Son zamanlarda, İsrail hükümeti politikasını değiştirdi ve devlet kamu hizmeti için Gazze Deniz sahasındaki bitin gazı satın alınabileceğine karar verdi.”
Gazze için esaslı bir gelir kaynağı olabilecek bu talanın destekçisini ABD yetkilileri olduğu bilinmektedir. Gazeli balıkçıları, Gazze deniz sahasından balık avlanmasının İsrailli savaş gemileri tarafından yasaklanmasının tek bir mantıklı açıklaması var oda, İsrail’in bu sınırlı gaz kaynağını, Filistin otoritesiyle beraber kullanmak istemeyip, tamamen kendisine tahsis etmek niyetinde olmasıdır.
Bu konuda ortada daha önceden olmuş bazı misaller var. 1989 yılında Avustralya Dış İşleri Bakanı Gareth Evans, Endoneyzlı meslektaşı Ali Alatas ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre “Avustralya’nın Doğu Timor adalarındaki petrolün çıkarılması hakkı” Avustralya’ya verildi.
Avustralya-Endonezya Timor Kredi Anlaşması, petrolü çalınan insanlara zırnık bile tahsis etmedi. Bu anlaşma, Avustralya basını tarafından her nasılsa, Endonezya hükümetinin Doğu Timor’un haklarını tanıyan tek yasal bir anlaşma olarak yazıldı.
Gareth Evans’a, bu anlaşmayla, Endoneya’nın Doğu Timoru zapt etmesini tanıma niyetinde misiniz? Diye sorulunca, ( yakın zamanlarda, Endonezyalı kasapların Doğu Timor üzerine, Avustralyalıların- ve tabii ki, ABD, İngiltere, diğerlerinin de- soykırıma yakın bir muamelesi oldu) Evans: bölgenin zorla elde elegeçirilen bölgedeki kazanımları tanıyacak bağlayıcı yasal bir mecburiyet yok. Çöpe giden gücün kazanımı misalleriyle beraber, . Dünya biraz adaletsiz bir yer. “cevabını verdi.
Obama ve Yerleşimciler
Gazzey’i tahrip kuşatma hareketleri, ekonomik hayta, daha az zalimce ama sert bir etkiyle, Batı Yaka’yı da tahrip ederdi. Dünya Bankası, İsrail’in, “Filistinlilerin Batı Yaka’nın geniş sahalarına girişini yasaklayan bir karmaşık bir kapatma rejimi” kurduğunu rapor etmektedir… Filistin ekonomisi İsrail’in, Filistin ticareti ve Batı Yaka’daki(Batı Şeria) hareketleri kısıtlamaya devam etmesinden dolayı, Gazze’deki keskin düşüşle birlikte büyük bir durgunluğun içine düştü.
Dünya Bankası, “Batı desteğiyle ayakta duran sallantıdaki Mahmud Abbas yönetiminin bulunduğu Batı Yaka’daki binalar üzerindeki sınırlamalar da olduğu gibi, yollardaki İsrail barikatlarının ve kontrol noktalarının, ticaret ve seyahati engellediğini yazdı.” İsrail, kolonyal ve neo kolonyal bir gelenek olarak, Ramallah’ta veya bazen başka yerde, Batı yardımına güvenen imtiyazlı bir elitin varlığına – şayet cesareti varsa- izin verir.
Bütün bu yapılanmaları, İsrailli aktivist Jeff Halper, sömürgeleştirilmiş bir halk üzerinde uygulanacak “kontrol matriksi” olarak adlandırıyor.40 yıldan beri süren bu sistematik programlar, Moşe Dayan’ın tavsiyesi üzerine kurulmuş ve İsrail’in 1967 sonrası zaptettiği Filistin topraklarını işgalinden hemen sonra, meslektaşlarına tavsiye ettiği, bölgedeki Filistinlilere yönelik sözlerini amaçlamaktadır. Moşe Dayan Filistinlilere şunların söylenmesini tavsiye etmişti: “Bir çözümümüz yok, köpek gibi yaşamaya devam edeceksiniz veya buraları terk edeceksiniz ve bu projenin yürüdüğü yerleri göreceğiz.”
İkinci anlaşmazlık meselesine, yerleşimcilere gelirsek, gerçekten ortada bir çatışma var ama bu anlatıldığından daha az dramatiktir. Washington’un yerleşimciler konusundaki duruşu, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından çoğunlukla, yeni yerleşimciler politikasına muhalif olarak “ doğal büyüme umutlarını” reddeden ifadelerle, en güçlü şekilde gösterildi.
Başbakan Benyamin Netanyahu, Devlet Başkanı Şimon Peres’le birlikte ve hakikaten neredeyse bütün İsrail siyasî yelpazesi, İsrail’in ilhak etme niyetinde olduğu topraklar üzerinde “doğal genişleme” konusunda ısrarcıdırlar.
İsrailler ABD’nin, George W.Bush otoritesinin, bir Filistin Devleti “vizyonu” üzerinde bu tür yayılmayı münasip gördüğü iddiasından vazgeçmesinden şikâyetçiler.
Başbakan Netanyahu kabinesinin bakanları daha da ileri gitti. Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz, “mevcut İsrail hükümetinin, Judea ve Samarya’daki yasal yerleşim faaliyetlerinin herhangi bir şekilde dondurulmasını kabul etmeyeceğini” ilan etti. ABD-İsrail lügatinde “legal-yasal” kavramı, “yasadışı-illegal” demektir. Nacak bu kavram ABD’nin göz yummasıyla İsrail hükümetinin bir yetkisi olarak gösterilmektedir. Kavramın bu şekilde kullanılmasında, resmileştirilmemiş çıkışlar “illegal” olarak kavramlaştırılır, böylece güçlünün dikte etmesinden ayrı olarak, Bush’un “vizyonu” ve Obama’nın dürüst ihmali altında, İsrailli yerleşimcilere tahsis edilenden daha illegal değildirler.
Obama-Clinton “sert politik oyunu” yeni bir formülasyon değildir. Bu sert siyaset, Başkan Bush yönetiminin 2003 yılındaki Yol Haritası’nın 1. Safhasında şart koştuğu “İsrail bütün –yerleşim alanlarının doğal genişlemesini de içine alacak şekilde- yerleşim faaliyetlerini donduracaktır” hükmünü, cümle olarak tekrar etmektedir. Bütün taraflar resmen Yol Haritasını kabul eder (“doğal genişleme” hükmü düşürülecek şekilde modifiye edildi)… İsrail, ABD’nin de desteğiyle devamlı surette bu anlaşmaya “14 rezerv” koyarak, işlemez hâle getirdi.
Şayet Obama, yerleşimcilere karşı çıkışıyla ilgili söylediklerinde ciddî olsaydı bunu, meselâ ABD’nin bu konuya ayrılmış büyük miktardaki yardımını azaltarak, somut bir süreci kolayca başlatabilirdi. Bu çok radikal veya çok cesur bir karar olacaktı. 1. Bush yönetimi (borç garantisini azaltarak) böyle yaptı, ancak 1993 yılındaki Oslo Anlaşması’ndan sonra, Clinton yönetimi, İsrail üzerindeki bütün hesapları kaldırdı. İsrail basını hiç de sürpriz olmayacak bir şekilde “yerleşimcilere harcanan para miktarında hiçbir azalma olmadığını” yazdı.
Gazeteler “Başbakan(Rabin) yerleşimcileri sahipsiz bırakmamaya devam edecek” diye yazdı. Peki ya Amerikalılar? Onlar anlayacak.”
Obama yönetimi yetkilileri, basına 1. Bush uygulamalarının “tartışma konusu” olmadığını bildirdi ve İsrail üzerindeki baskının “büyük ölçüde sembolik” olacağını ifade etti. Kısaca, Obama, tam da Clinton ve II. Bush’un anladığı gibi anlıyor.
Amerikan Vizyoncuları
En iyisi, yerleşimcilerin yayılması sorunu, İsrail hükümetinin yetkilendirmediği bir “illegal karakollar” sorunu gibi bir kenarda dursun. Bu konudaki dikkatler, “legal ileri karakollar” olmadığı ve mevcut yerleşimcilerin yüz yüze kalınan temel mesele olduğu gerçeğinden, başka yöne çevriliyor.
ABD basını, “ kısmî dondurma sürecinin birkaç yıldır sürdüğünü ancak yerleşimcilerin bu yasağı etrafından dolaşarak….” Diye yazıyor. Yerleşim yerlerindeki yapılaşma geçtiğimiz üç yılda, asla durmayarak ve yavaşa yavaş artarak devam etti. Bu yapılaşmada inşa edilen yıllık birim sayısı 1500’den 2000’e çıktı. Şayet yapılaşma oranı 2008 yılındaki gibi devam ettiyse, son 20 yılda onaylanmış 46 400 birim bina, bitmiş olacak. Şayet İsrail bu yapılaşmayı, bütün halkın yerleştirilmesi master plânıyla onaylarsa, Batı Şeria’daki yerleşimci evleri iki katına çıkacak.” Yerleşim faaliyetlerini kontrol eden Barış Şimdi örgütü, en geniş yerleşimcilerin iki katına çıkacağını tahmin ediyor. Ariel ve Ma’aleh Adumim, Oslo Süreci yıllarında, Bati Şeria’nın kantonlarına doğru en dikkate çeken arazilerinde inşaatlar yaptı.
İsrail’in önde gelen diplomatik muhabiri AKiva Eldar, eski başbakan ve zorunlu savunma bakanı Ehud Barak’ın ordu vekili Albay Shaul Arieli’nin demografik çalışmalarını ifade ederek, “Doğal nüfus büyümesi”nin, tamamıyla bir mit olduğuna dikkat çekiyor.Yerleşimci sayısındaki hali hazırdaki artış, İsrail’in Cenevre Konvansiyonu’nu ihlâl ederek, yurt dışından büyük paralar karşılığı getirdiği göçmenlerden dolayıdır. Bu eski hükümet kararlarının doğrudan ihlâlidir, fakat hükümetin yetkisiyle, özellikle de İsrail siyasî yelpazesinde dikkat çeken bir barış güvercini Ehud Barak tarafından yürütülmektedir.
Muhabir Jackson Diehl, “uzun süreli cansız bir Filistin hayali” olan ve Devlet Başkanı Abbas tarafından yeninde hayata geçirilen “ABD, İsrail’i, kendi demokratik hükümetiyle anlaşıp, anlaşmayacağı konusunda, İsrail’i basitçe kritik kararlar vermeye zorlayacak.” Algısıyla alay emektedir. Diehl, İsrail’in yasadışı yayılmacılığındaki reddedişe neden iştirak ettiğini anlatmıyor. Diehl, şayet, “İsrail’in kritik kararlar alınmaya zorlanacağı ciddi ise”, bu, İsrail demokrasisine çirkin bir müdahale olacaktır, diyor.
Neticede, başbakan Netanyahu, 10 ay süreliğine, yeni yapılaşmayı durdurdu ama Büyük Kudüs’teki Arabların evlerinin istimlâk edilmesi ve Yahudi yerleşimcileri için hızla yeni inşaatlar yapma konusu hariç bırakılarak ve bu konuda büyük muafiyetler kazanarak, bu durdurma kararını aldı. Hillary Clinton, bütün dünyayla alya ederek ve kızdırarak, yasadışı yapılaşmalarla ilgili “beklenmedik” tavizler verilmesini övdü.
Bu makale, Noam Chomksy’nin “Hopes and Prospects- Ümitler ve Reçeteler” isimli kitabından iktibas edilmiştir.
timeturk.com