Bugün olağanüstü olan şey, işlenmiş büyük suçların ve pervasız yağmanın muhtemel bir iktidar değişiminde masaya yatırılması olasılığıdır. Erdoğan’sız bir seçim için ‘İmamoğlu versus Yavaş’ olası planı tam da burada devreye girmektedir.
Bülent BİLMEZ
2023 Genel Seçimleri ve 2024 Yerel Seçimlerinin ardından oluşan yeni dengeler doğrultusunda iktidar bloku ve CHP arasında “yumuşama siyaseti” olarak nitelendirilen yeni döneme dair emarelerin ömrü uzun olmadı. İktidar bloku siyaseti toptan paralize etme düsturuyla önce Kürt sorunu bağlamında yüksek perdeden açıklamalar yaptı, ardından kayyım siyasetini İstanbul’da Kent uzlaşısı ile seçilmiş bir aday üzerinden devreye soktu.
Son zamanlarda iktidarın her adımı tartışılırken akla gelen 2028 seçimleri veya erken seçim hesapları bağlamında en çok öne çıkan sav, iktidarın her adımının, Erdoğan’ın ve genel olarak iktidar blokunun en büyük rakip olarak gördüğü ‘İmamoğlu’na karşı yapılmış hamle’ olarak yorumlanması gerektiğidir.
Nitekim Esenyurt Belediyesi’nde başlayan ve Mardin, Batman ve Halfeti ile devam eden milli iradeye darbe adımının arkasındaki temel saiklerden biri olarak ‘İmamoğlu’nu mümkünse saf dışı bırakma veya en azından zayıflatma’ yönünde planlar/hesaplar gösterilmektedir.
Bu savların yersiz olduğunu iddia etmek zor, ancak meselenin bundan ibaret olduğunu düşünmek eksik kalır.
Bu adımların, uzun zamandır düşündüğüm, ama kaleme almakta tereddüt ettiğim bir başka olasılıkla olan ilgisini bugün daha açık bir şekilde görebileceğimizi düşünüyorum.
Sadece bir ‘olasılık’ olsa da buna dikkat çekmek istememin asıl nedeni, en azından kamuya açık ortamlarda bu olasılığın herkes tarafından ihmal edildiğini ve hiç dile getirilmediğini görmektedir.
Sözünü ettiğim olasılık, bir sonraki seçimlerde Ekrem İmamoğlu’nun rakibinin Tayyip Erdoğan değil Mansur Yavaş’ın olması olasılığıdır.
Aynı akıl yürütme üzerinden bunun müesses nizamın planı olduğunu söylemek mümkündür.
Devlet içinde adeta paralel devlet olarak örgütlenmiş olan MHP ile girdiği ittifak sonucunda İslami gelenekten iyice koptuğu gibi bugün artık iktidarını devam ettirme yeteneğini de yitiren AKP ve Erdoğan için bir sonraki seçim oldukça riskli görünmektedir.
Sadece İslami gelenekten değil, devletin karşısında milleti temsil iddiası ve yeteneğinden de kopan, milletin karşısında devletin temsilcisi haline gelen ve hatta bugün devletin kendisi olmaya çalışan AKP için müstakbel bir seçim zaferi, MHP ile ittifak kursa bile bugünden bakıldığında olanaksız görünmektedir.
Devletin olanaklarını keyfi bir şekilde kullanma konusunda her gün daha kanunsuz ve pervasız davranan devlet içindeki bazı çevrelerin açık desteğiyle yakın geleceğe dair alternatif planlar üzerinde çalışanlar için en önemli konunun, özellikle son yıllarda ulusal ve uluslararası suçlardan dolayı cezalandırılma korkusu olduğunu görmek zor değildir.
Elbette iktidarı kaybetmenin yol açacağı nema ve güç kaybı korkusu da yapılan planlarda önemli rol oynamaktadır, ama bu korku üçüncü dünya ülkelerinde siyasetin gereği ve rekabetin olağan sonucudur.
Bugün olağanüstü olan şey, son yıllarda ayyuka çıkmış hukuk dışı uygulamaların, işlenmiş büyük suçların ve pervasız yağmanın muhtemel bir iktidar değişiminde masaya yatırılması olasılığıdır.
Erdoğan’sız bir seçim için ‘İmamoğlu versus Yavaş’ olası planı tam da burada devreye girmektedir.
Müesses nizamın gelecek planları portföyündeki olasılıklarından muhtemelen sadece biri olan bu planın giderek daha çok öne çıkmasının nedeni ise muhalefetin yükselişe geçmesi veya iktidarı sıkıştırması değil, son zamanlarda iktidar blokunun hiçbir adımının, oyununun veya manevrasının istenilen sonucu vermemesidir… (Bu oyunu bozan aktörlerin başında ise iradesine sahip çıkan Kürt seçmen blokunun geldiği açıktır.)
Ancak bugün öyle görünmektedir ki mevcut hükümeti devirecek tek parti yine AKP veya ortağıdır! Bence muhalefet tarafından genel seçimler için hâlâ yanlış bir şekilde ölçü olarak alınan 31 Mart seçim sonuçları, bunun en iyi kanıtıdır.
Hal böyleyken, ‘AKP ve/ya Erdoğan sonrası Türkiye’ bağlamında müesses nizamın gelecek planlarında ‘kazasız belasız bir geçiş’ bugün en çok öne çıkan ana unsur olmaktadır.
Böyle bir ‘danışıklı dövüş’ veya ‘yumuşak geçiş’ için Mansur Yavaş’ın muhalefetteki en uygun isim olduğu iyi bilinmektedir. Bugün İmamoğlu ile birlikte Erdoğan’ın en büyük rakibi olduğu bilinen Yavaş’ın, hem Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmadan önceki müktesebatı hem de olduktan sonraki pratikleri ve söylemleriyle bu geçiş için uygun isim olduğunu kanıtladığını görmek mümkündür.
Bu olasılığın hayata geçirilmesi için uygun yol ve yordamın detayları başka bir yazının konusu olabilir, ancak kısaca şunu söylemek isterim ki bu olasılığın hayata geçirilmesinin şu anda en uygun yolu, ‘İmamoğlu versus Yavaş’ senaryosunun, CHP adayı İmamoğlu etrafında toplanmış bir cephe ile (Erdoğan’ın yerine, ama onun da onayıyla) Yavaş adaylığını destekleyen farklı partiler (belki yeni bir oluşum) arasında rekabet şeklinde hayata geçirilmesidir.
Özellikle Kürt seçmenleri nezdindeki algısı nedeniyle Erdoğan’ın karşısına Yavaş’ın CHP adayı olarak çıkması ihtimalinin her gün biraz daha azaldığı açıktır. Bu durumda, bu yazının başlığına taşıdığım olasılık kaçınılmaz görünmektedir.
Ancak bu olasılığın gerçek olması durumunda Yavaş’ın kazanmasının önündeki en büyük engel DEM’in sandığı gibi Kürt seçmen değil, daha önce Kılıçdaroğlu tarafından başlatılan, ancak çok daha başarılı bir şekilde İmamoğlu tarafından hayata geçirilen Millet İttifakıdır. Partiler düzeyinde bu ittifak (özellikle İyi Parti nedeniyle) bugün dağılmış gibi görünse de tabanda bunu her gün daha da güçlendirerek ve hatta büyüterek ‘Türkiye İttifakı’ olarak devam ettiren İmamoğlu, tam bu nedenle halen iktidar blokunun en korkulu rüyasıdır.
Önemli olan şudur ki İmamoğlu’nun bugün en büyük iki başarısından biri, büyük oranda kendi kişiliği, faaliyetleri ve dili etrafında sadece partiler düzeyinde değil asıl olarak tabanda ‘Millet İttifakı’nı devam ettirmesidir. İkincisi ise buna ek olarak, Türkiye’nin her yerinde Kürt seçmenin de açıktan teveccühüne sahip olmasıdır.
Şüphesiz bu bağlamda son günlerde yaşanan kayyım darbesi konusundaki gelişmeler ve bunun karşısında İmamoğlu ve CHP’nin yapabilecekleri meselesi gündeme gelmektedir.
Kayyım Darbesinin Asıl Amacı
Son günlerde devreye sokulan kayyım darbesi projesini doğru anlamak için de bu yazıda dile getirdiğim olasılığın dikkate alınması gerekmektedir.
Bu olasılığın bugün daha çok öne çıkmasının en önemli göstergesi Esenyurt Belediyesinden başlamak üzere hayata geçirilen ‘kayyımlar aracılığıyla milli iradeye darbe’ projesidir.
Kürt meselesi bağlamında tüm bunların ne anlam ifade ettiği elbette önemlidir fakat bence bu darbe projesinin birinci amacı, (Devlet Bahçeli’nin sürpriz ‘Öcalan çıkışı’ sonrasında başlayan ve süreç olup olmadığı bile tartışılan) ‘ismini arayan süreç’ değildir.
Adı ne olursa olsun bir barış, demokratikleşme veya açılım süreci öyle veya böyle başlamak ve devam etmek zorundadır. Elbette yaşanan ve yaşanacak büyük yol kazalarına rağmen bu süreç gündemde olmaya devam edecektir. (Kayyım darbesi nedeniyle herkesi esir alan kaotik ortama rağmen bugün sivil toplum başta olmak üzere tüm aktörlerin üzerine düşen görevler ve hayata geçirilmesi gereken faaliyetler hakkında somut önerilerin ısrarla tartışılmasının hâlâ elzem olduğunu düşünüyorum.)
Elbette bu süreci dolaysız etkileyen kayyım darbesinin yine de asıl hedefinin (iktidar bloku tarafından en güçlü Cumhurbaşkanı adayı olarak görülen) İmamoğlu olduğunu söyleyenler çoktur ve bu tezin haklılık payı çok büyüktür.
Ancak bu anlatının eksik tarafı, kayyım darbesi projesinin asıl hedefini ıska geçmesidir: Bu vesileyle CHP ve İmamoğlu bir ikilem içine sokulmaktadır:
1- Bugün demokrasi mücadelesinin gereği olarak hükümetin tüm algı yaratma çabalarına rağmen CHP’nin çekinmeden kayyım darbesine karşı gelmesi durumunda, iktidar tarafından DEM Parti ve Kürt hareketi ile özdeşlik veya yoldaşlık algısı yaratılarak (iktidar bloku için asıl kaygı verici olan) demokrat sağ veya muhalif muhafazakar kanadın İmamoğlu’nun ‘Türkiye İttifakı’ndan koparılması ihtimali inkar edilemez.
2- CHP’nin iktidar blokunun terörizasyonuna direnemeyerek yıllardır sürekli sergilediği ‘Kürt seçmenlerin iradesini yok sayma’ tavrının veya ‘yasal Kürt parti ve kurumlarından bile uzak durma’ noktasına varan korkaklığının devam etmesi ve bu nedenle kayyım darbesi konusunda pasif kalması durumunda, istediği zaman ve şekilde legal ve hatta illegal tüm kurumlarla temas yetkisini (aslında Kürt sorununu konuşma tekelini!) tek başına elinde tutmak isteyen iktidar blokunun, Kürtler arasında bugüne kadar yaygın olan “sorunu çözerse AKP çözer” algısını (bugün MHP’yi de ekleyerek) devam ettirmesi ihtimali de büyüktür.
CHP ve İmamoğlu’nun Yapabilecekleri
Bugün asıl hayati olan şey, iktidarın planı ne olursa olsun CHP’nin (elbette bu planları dikkate almak şartıyla), birinci parti olarak kendi ajandasını belirlemesi, kendi yol haritasına sadık kalması ve yeri geldiğinde “velev ki!” diyebilmektir… “Velev ki diyebilmek” derken neyi kastettiğimi daha önce Yeni Arayış sitesinde yayınlanmış “Velev ki” ve “Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel ‘Velev ki…’ derse” başlıklı iki yazımda dile getirmiştim.)
Genel olarak iktidar blokunun ve özelde Erdoğan’ın meşhur ‘siyaset dâhisi’ imajı, ‘her şeyi fırsata dönüştürme’ başarısı veya ‘dört ayağı üzerine düşme’ şansı bugün artık söz konusu değildir.
Artık görülmüştür ki büyü bozulmuştur.
Erdoğan ve AKP ve aslında onlardan da çok Devlet Bahçeli ve MHP bunun paniğini yaşamaktadır…
Bugün düşüncesizce atılan adımlar artık yerinde saydırmakta ve hatta geriye götürmektedir; can havliyle ve kontrolsüzce yapılan hamleler geri tepmektedir.
Yukarıda söz ettiğim ikilem dahil olmak üzere herhangi bir plan üzerinden CHP ve hatta İmamoğlu’nun kazanması engellense bile Erdoğan’ın ve iktidar blokunun mevcut oyun kurallarıyla bir sonraki seçimleri kazanma ihtimali bugün artık çok düşüktür.
Tam da bu nedenle CHP bugün, bu ikilemi dikkate alarak bir yandan kayyım darbesine karşı mücadelesini en üst perdeden devam ettirirken, diğer yandan DEM ve Kürt Hareketi ile özdeşleştirilme ve bu sayede (marjinalleştirilmese bile) sınırlandırılma tuzağından kaçınmak için doğru strateji ve taktikler geliştirmelidir.
İkilemin yol açtığı tuzak büyüktür.
CHP ve İmamoğlu’nun iktidarın algı terörizasyonuna esir düşerek DEM ve Kürt sorunu konusundaki tavrını devam ettirmesi durumunda iktidara gelmesi Türkiye’nin mevcut siyasi ortamında elbette olanaksızdır.
Diğer yandan, siyaset sosyoloji bağlamında Türkiye gerçekliğini unutmadan hareket etmesi, siyasetin sadece haklı olmaktan ibaret olmadığını bilerek Türkiye İttifakını (Demokrasi İttifakını) tahkim ederek devam ettirmesi gerekmektedir. Bence bu, CHP için daha elzem bir meseledir ve iktidarın daha çok umutlu olduğu alan İmamoğlu etrafında oluşmuş bu ittifakın dağılmasıdır. Bunu Türkiye’de en iyi bilen kişi de bizzat Ekrem İmamoğlu’dur.
Son olarak, siyaseti elbette seçimlerin ve partiler arası rekabetin ötesinde bir mesele olarak gören bir akademisyen olarak bu yazıyı kaleme alırken, daha kapsamlı ve uzun vadeli bir mesele olarak barış ve demokratikleşmenin ve özellikle bu konuda tabanda yapılabileceklerin her şeye rağmen asla ihmal edilmemesi gerektiğini hatırlatarak yazıyı bitirmek istiyorum…
Bülent Bilmez kimdir?
Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.