Yakup Kepenek
Türkiye toplumu, yıllardır, eşitlik, özgürlük ve barış gibi insanlığın gelişmesinin temel değerlerinden uzaklaşıyor.
Uzaklaşılan bunlardan çok daha önemli bir değer de bilimdir.
Çünkü, “güvenilir ve doğru bilgi”, bireysel ve toplumsal yaşamın can damarıdır.
Ülkede, başta sosyal bilimler olmak üzere, temel bilimlerden uygulamalı bilimlere hemen her alanda bilimsellik yerini “bilimsel olmayana” bırakıyor.
Elbette ülkenin çok önemli sorunları var; ancak, yaşanmakta olan, bilimden uzaklaşılması var olan sorunların daha da ağırlaşmasına yol açıyor; çünkü bilimle birlikte çözüm ya da çözümlerden daha çok uzaklaşılıyor.
KOPUŞ
En temel ilkelerinin bir yana bırakılması sonucu hukuk halkın gözünde hukuk olmaktan çıkmış bulunuyor. İnsanoğlunun çok uzun yüzyıllar süren savaşımlarının sonucu olarak elde ettiği, Eski Roma’dan bu yana uygulanan “suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar” herkes suçsuzdur ilkesi uygulanmıyor; “kanıtları karartma olasılığı” ve “kaçma kuşkusu yoksa” yargılama tutuksuz yapılır kuralına uyulmuyor. Bu nedenle onlarca kişi yıllardır hapiste tutuluyor ve bunlara her gün yenileri ekleniyor.
Bu toplum yıllardır ekonomi biliminin temellerinden uzaklaşılması nedeniyle yoksulluk, işsizlik ve giderek açlık çekiyor. Enflasyon istatistiklerinin gerçeklere yakınlığının bile çok tartışmalı olduğu bir ortamda, “kara gülmece” niteliğindeki şu kurumsallaşmış “bilimsel görüşlere” bir bakınız: hafta içinde ekonomi politikalarının en tepesinde bulunan Hazine ve Maliye Bakanı M. Şimşek “enflasyonun” nedenini hava koşullarına ya da dona; TCMB Başkanı F. Karahan da halkın, 500 milyar tutarındaki altınları “yastık altına” saklamasına bağlıyor ancak kendisi de TCMB olarak rekor düzeyde altın biriktiriyor. Bunları duysa yaklaşık 250 yıl önce ekonomi biliminin temellerini atan A. Smith ya da gelişmesine büyük katkılar yapan K. Marx, denir ya, mezarlarında ters dönerlerdi.
Eğitim, adı üstünde, bilimin toplumsallaşmasının temelidir. Yıllardır bu ülkenin eğitimi, bireyin “yaratıcı yetenekleri” geliştirici özelliğinden ve böylece bilimsellikten koparılıyor. Özetle, eğitim, öz “dili” Türkçeden uzaklaştırılıyor, günümüzün bilimsel gelişmelerinin temeli olan Evrim Kuramı ders programlarından çıkarılmış bulunuyor, dahası “tarikat ve cemaatlere teslim edilerek” bilimsel bilgiye önyargısız yaklaşma ilkesine sırtını dönüyor. Gelinen noktada, içeriği iyice boşaltılmış olan eğitimin 12 yıllık “zorunluluk süresinin” kısaltılması, üniversite eğitimi süresinin de üç yıla indirilmesi gündeme geliyor! Diğer tarafta atanmayan bir öğretmenin intihar ettiği, beyin göçünün ürkütücü boyutlara vardığı, eğitim görenin bir işe yaramadığı kanısının yaygınlaştığı ve bu nedenle milyonların okullarını bıraktığı bir ortam ve buradan bilgisizliğin beslediği yıkımlar yaşanıyor.
Ülkenin bilimden uzaklaşması sürecinin çok ilginç bir örneği, niteliği gereği “bilimselliğe en yakın” olan ve “doğa bilimleri”, pozitif ya da müspet de denilen mühendislik bilimlerinde yaşanıyor.
Türkiye’nin birçoğu uluslararası üne sahip “yerbilimcileri” ya da “deprem uzmanları” var. Ancak bunların hemen her biri olası depremler konusunda her sabah ayrı telden çalıyor, yalnızca İstanbul’un “fay hatları” konusunda dört-beş farklı görüş aynı anda sergilenebiliyor. Bilim, burada toplumsal korkuya kaynaklık ediyor. Toplumsal akıl da, geçtik “bilgi edinme hakkını”, “doğal olarak” bilimden kopuyor.
VE NTE OLAYI
Hafta ortasında haber kanalları ABD ile Türkiye arasında nadir toprak elementleri-NTE görüşmelerinin başladığını açıkladı.
Teknolojideki son gelişmeler şimdiye dek üretim sürecinde kullanılmayan birçok elementin bundan sonra kullanıma gireceğini gösteriyor. Küresel teknoloji yarışında birinciliği Çin’e kaptırmak istemeyen ve böyle bir olasılıktan iliklerinde dek “korkan” ABD’nin, önce Ukrayna şimdi de Türkiye’de daha önce verdiği büyük zararlar yetmezmiş gibi, bu “yaşamsal alana” da el koymak istiyor.
Tarihsel gerçekler Amerika kıtasının keşfinde asıl itici gücün değerli maden altın aramak olduğunu kanıtlıyor. Bu nedenle ABD halkında ve yönetimlerinde yerleşik bir maden duyarlılığı vardır: Sömürecekleri ülkenin yeraltı zenginliklerine ve satacakları ürünlerin pazar büyüklüğüne bakarlar.
NTE olayında bunlara ek olarak ayrı bir niteliksel bir boyut var: küresel teknoloji yarışı.
Türkiye açısından ise durum gerçekten yürekler acısı. Cumhuriyet’in bu konudaki güçlü kurumu Maden Tetkik ve Arama-MTA’nın yıllardır bilimsellikten uzak kalmasının bir sonucu olarak, bugün ülke elindeki NTE’leri bilmiyor. NTE’in miktarı, özellikleri ve buradan gerçek değeri de “yabancı laboratuvarlar” tarafından saptanıyor.
“Meslek örgütlenmesi” yokluğu, tüm diğer bilim dallarında olduğu gibi burada da kendini gösteriyor: İlgili sendikalar baskılanmış bulunuyor; dahası, geçmişin güçlü Maden Mühendisleri Odası-MMO susuyor, bilimselliklerini çoktan yitirmiş olan üniversitelerin maden fakülteleri ortak bir karşı duruş sergileyemiyor.
Ülke, bilimden uzaklaştırılmasının çok ağır kayıplarını yaşıyor. Bu gidişin tersine çevrilmesi de öncelik ve büyük önem taşıyor.




