Birçok benlik huzurla sığınmışken sıcacık/şevkât dolu evine, uzaklarda bir yerde, feryâdlar
yükselir göğün en yüksek yerine…Siyah adamların figanı, hikayeleriyle işler yüreklerin
derinliklerine….
Muhammed, Osman, Ebubekir, İsa ve Abdullah…
Açlıktan, siyasi çatışmadan, savaştan dolayı afrikadan iltica eden beş ayrı yürek, beş ayrı
hikaye, beş ayrı hayat…İnsan tacirlerinin “Türkiye müslüman bir ülke, size orada sahip
çıkarlar, rahat edersiniz, onlar misafirperverdir…” sözleriyle ve tacirlerin aldıkları fahiş
paralarla, arkalarında analarını, babalarını, eşlerini, çocuklarını bırakarak, hayallerle
geldikleri fakat hüsranla/sefaletle karşılaştıkları bir yaşam…
Yürekleri güzelliklerle dolu bu insanların hayalleri, beyaz adamlarca satın alınmış çokça.
Saatlerce dökülen alınterine karşılık alınan cüz-i miktardaki ücret, köle gibi çalıştırılıp iş
bitiminde kandırılmak, en kötü işlerde çalışma mecburiyetinde bırakılmak, kötü şartlarda
yaşamaya mahkûm edilmek, hastalandıkları zaman sigortalı olmamaktan dolayı doktora gitme
lüksüne sahip olmamak, Tarlabaşı’nda kurdukları dostlukların/kendilerine açılan sıcak
yuvaların kentsel dönüşüm planlarıyla devletçe yok olmasına şahit olmak, kendileri gibi olan
insanlarla canla başla çalışırken birilerinin dışarıda çokça zenginleştiğini ve bu insanlarla zerre
kadar ilgilenmediğini bilmek, çok güvendikleri müslüman Türkiyelilerin “müslümanlık” larından nasibini alamamak. Türk devleti tarafından mülteci olarak tanınmamak/koruma altına alınmamak, kucaklayıcı Türk devletinin dışlanan siyahları olmak..
Acılarını bile yaşamaya hakları yok siyah adamların. Herdaim iki ses çınlıyor kulaklarından.
“Kirayı ver” ve “Ses yapma”…
Ne Afrika’da bıraktıkları aileleri/yitirdikleri için ağıt
yakabilirler ne de ara sıra gülüp eğlenebilirler. Yasak kılınmış beyaz adamlarca. Her yanı
rutubetle dolu, ufacık bir gözede hem tuvalet hem banyo ihtiyacının karşılandığı,
mutfaklarının tabanından üst katın tuvalet pisliği aktığı, ısınmak için bu beş yüreğin kışın
battaniye altına girip birbirine sarılıp uyuduğu bir ortamda, acılar yüreğe gömülür, herşeye
rağmen umudun bir ucundan tutulur da, umursamaz bunu beyaz adam, peşinde olduğu para
uğruna….
Zamanı herkes hurharca katlederken, siyahlar için her an ziyadesiyle değerli, ziyadesiyle ağır.
Onların sırtında Afrika’nın yükü varken, kaybettiklerinin acısı yüreklerini burkarken,
zamanlarını heba etmek gibi bir lüksü yok hiç birinin. Çalışmak konusunda ne tereddütlüler ne
de atâlet içindeler. Ancak beyaz adamlar bunu kullanmakta. Allah’ın onları özgür kıldığını
unutup, zor durumda olduklarından faydalanıp zalimce çalıştırmakta ve hakkını yemekte
tarlabaşında…
Ne kadar bir sefaletten çıkıp başka bir sefalatin içine düşseler de, ne kadar haksızlıklara maruz
kalsalar da, şükürdeler siyah adamlar herdaim. Umutlarını kaybetmiş değiller. Hala yüzleri
güneşe dönük. Onları köleleştirmeye çalışan beyazlar olsa da, vicdan sahibi beyazlarla
varlıklarına anlam katmaktalar. Herşeyden önemlisi, Yaratıcı’ya olan güvenleri/şükürleri
onları ayakta tutmakta.
-Bugün hava güneşliydi. Güneşin ortasında durdum. Geçen insanları izledim. Evi
düşünüyordum ama yapabileceğim hiç birşey yok. Eğer çok fazla düşünürsem, kendimi
asabilirim. Kendimi asmak, yapacağım en son şey olurdu. Burada küçük çocuk gördüğüm
zaman, Afrika’da bıraktığım iki küçük yavrumu düşünüyorum. Yemek yiyebildiğim hergün
Allah’a şükrediyorum. Ben tembel bir insan değilim. Afrika’lı kardeşlerim de tembel değil.
Onlar çalışır, çok iyi çalışırlar……
TÜLAY YILDIRIM EDE
Adilmedya.com