KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Gazete Oksijen’deki köşe yazısında Türkiye’nin dolandırıcılık tarihinin bir fotoğrafını çekerek, “Her zaman olduğu gibi ve kolayca toplumu suçlamak yerine kök problemleri konuşmamız, devleti, yargıyı ve elbette siyaseti nasıl yeniden yapılandıracağımızı tartışmamız lazım” diyor.
Jet Fadıl’dan saadet zincirlerine, banker skandalından Çiftlinkbanka ve en nihayetinde Thodex’in 2 milyar dolarlık vurgununa uzanan bu sürece ilişkin “Bu davranışın dürtülerindeki farklılaşmalar belki açıklayıcı olabilir. Bu insanların başlangıç dürtüsü yalnızca kolay para kazanmak değil. Kolay para kazanmak, hele köşe dönmek diye bir deyimin olduğu toplumda elbet ilk dürtülerden birisi. Ama bu dürtünün bir Alman’da ya da Fransız’da olmadığını söyleyebilir miyiz? Oralarda bu kadar rahatça çalışmayan dolandırıcı tezgahı nasıl oluyor da bu topraklarda bu kadar kolay kandıracak insan buluyor?” diyen Ağırdır, yazısında önemli bir araştırmaya yer veriyor:
“Türkiye, insanların birbirlerine en az güven duyduğu ülkelerden birisi. ‘Başkalarına güvenir misiniz?’ sorusuna bu memleketin insanlarının yüzde 90’ı olumsuz yanıt veriyor. Bu oran 120 ülkelik örneklem arasında Türkiye’yi güven duygusunun en zayıf olduğu yedinci ülke yapıyor. Sosyal psikoloji, siyaset bilimi ve iktisat alanlarında yapılan araştırmalara göre güven, mutlu ve sağlıklı bir toplum için vazgeçilmezdir. Dünya çapında yapılan çeşitli araştırmalarda standart bir soru kullanılmaktadır: “Sizce genelde insanların çoğunluğuna güvenilebilir mi? Yoksa dikkatli olmak mı gerekir?” Türkiye toplumunun yüzde 6.3’ü “insanların çoğuna güvenilebilir” derken, yüzde 93.7 “dikkatli olmak gerekir” cevabını tercih ediyor.
Ama bu dolandırıcılar da aynı toplumda kandıracak yüzbinlerce insan bulabiliyor. Çünkü mesele bireysel güven meselesi değil, tam tersine sisteme, nizama güvenmemek ve kısa yoldan gemisini kurtarma çabasından besleniyor.
Muhtemelen bireysel naturalar da rol oynuyor. Risk almaya yatkın olmak ya da garantici olmak gibi bireysel karakterlerin de payı var. Ama bu açıklamalar hikayeyi anlamaya yetmiyor kanımca. O nedenle daha çok toplumsal düzene, toplumsal belleğe, toplumun ve zamanın ruhuna bakmak gerekiyor. Ve elbette devlet ve yönetim sistemi mekanizmasının çalışma biçimine… “
“Toplumsal dokudaki bu olumsuzlukların normalleşmesinin, yaygınlaşmasının nedenlerine baktığımızda ben devleti ve siyaseti görüyorum ne yazık ki” diyen Ağırdır, yazısına şöyle devam ediyor:
“İlki 1948 yılında olmak üzere 73 yılda çıkarılan 17 imar affı, orman arazilerinin işgal ve imarına yönelik af yasaları, gündelik hayatın her bir hücresinde karşımıza çıkan partizanlıklar, her zaman iktidarın tercihlerine göre çalışan yargı mekanizması, hayatı düzenleyen değil, denetleyen bir devlet mekanizması gibi tüm organlarıyla devletin ve siyasetin politika ve araçları bu dolandırıcılıklara imkan tanıyan bir toplumsal zihniyeti besliyor. Ve elbette siyasetin uzun süredir zenginleşme aracı haline dönüşmesi ve siyasetin kayıtdışı finansmanı bu dolandırıcılara imkan tanıyor.
Muhtemelen Almanya ya da Fransa’da da böylesi dolandırıcılıkları planlayan, teşebbüs eden insanlar vardır. Kanacak Almanlar ya da Fransızlar da. Ama oralarda bu denli sık ve kolay yaşanmıyorsa; hukukun, denetim mekanizmalarının çalışıyor olmasından.
Çünkü tüm handikaplarına karşı bireyleri dolandırıcılardan koruyacak olan devlet ve hukuk. Eğer devlet gerekli düzenlemeleri ve denetlemeleri yapmıyorsa, eğer devlet dolandırıcıyı, hırsızı değil; siyasi muhalifleri kovalamayı asli iş edinmişse, eğer siyaset yasal düzenlemeleri yapmak yerine kendisi yasal düzenlemeleri bozuyorsa bireyleri, vatandaşı kim koruyacak?”