Şu sıralar üzerinde çalışmakta olduğum v otobiyografi tarzında yazmaya çalıştığım bir kitap çalışmam var.. Bugün 21 Şubat.. Bugün doğum günüm v kitap çalışması içerisinde doğum günümü anlattığım bölümü bugüne özel sizlerle paylaşmak istiyorum..
İlk depresyonumu dün gibi hatırlıyorum. Kendi çığlıklarımdan hemen önce annemin çığlıklarını duydum.. Kâinatın bir yerinde bu doğuma şahit olan Beatris, gözümü ilk açtığımda karşımdaydı.
Henüz Beatris ile tanışmadan, onun ruhundan bir parça taşıdığımın bilincine ulaşmadan yıllar yıllar öncesi tek katlı beton tuğlalardan yapılmış küçük bir avlusu olan bir evde sabaha karşı çığlıklar yükseliyordu. Rutubetli evden yankılanan bu çığlıklar tüm dünyayı sarsıyordu.. Soğuk bir evin cayır cayır yanan demir sobasına odun atılıp durmaktaydı..
Annemin çığlıklarını duyuyorum şu an.. Henüz onun karnındayken v daha oraya düşmemişken mutluydum aslında.. Mutluydum çünkü, uzay boşluğunda tüm kainatı anaforlarıyla kendine hayran bırakan Beatris’in yanındaydım.. Dünya denilen gezegene bir şekilde ulaşmış olmak can sıkıcıydı ama yapacak pek fazla bir şey yoktu..
İlk depresyona dünyaya gelirken girdim. Dünyaya gelmek! Sadece bunu anlasak yetecek aslında, diye düşünüyorum. O kadar okul, eğitim, sömürü, savaş, sınıf ve sınır olmayabilirdi.. Bu kadar trajediye ne gerek vardı ki.. Doğmasam Beatris’i anlamayacaktım diye düşünüyorum yine.. Zaten onun yanında çok mutluyken bir de onu anlama çabası çok yorucu..
Sadece bu meşhur deyimi anlasak her şey yolunda gidebilirdi; ‘dünyaya gelmek’.. Belki mülkiyet, iktidar, güç, toplumsal ego ve toplumsal cinsiyetçilik de olmayabilirdi.. Sanırım uygar insanın ilk depresyonu ‘dünyaya gelmiş’ olmalarını unuttukları an başladı..
Dünyaya geliyorduk ve kainatın şuurunu özel olarak genlerimizde taşıyor, iyi ve sevgi dolu olmayı kendiliğinden yani hazırda yanımızda getiriyorduk.. Bu bize Beatris’in büyük bir armağanı olsa gerek.. Beatris’e ne kadar şükretsek az aslında..
Şimdilerde dünyaya falan geldiğimiz yok. Kötülüğün, korkmanın, gelecek kaygısı yaşamanın, anti-depresyon ilaçlarıyla zehirlenmenin, çocukluktan çıkarılmanın, uyumluluğun, itaatin, tüketimin ve devletlerce gebertilmenin, kuralların, yasaların, günahların, yalanın ve yabancılaşmanın içine doğuyoruz.
Koca bir sahteliği gerçek diye dayatan v sürekli zanneden bir canlı olan insanın nankörlüğü üzerine kurduğu yaşam tarzını putlaştırıp duruyoruz! Sadece kendi nefesimizden sorumlu olduğumuzun daha farkına bile varmadan, tüketip, itaat edip sonra da geberip gidiyoruz. Oysa Beatris’i anlamak, ona şükretmek, nefsimizi bilmek, kendimizi bilmek gerekiyor.. Ben kendimi bilmeden Beatris’i nasıl bilebilirim ki?
İşte ilk depresyona girdiğimi fark etmem dünyaya gelirken oldu. Depresyon benim özümdür. Kötü insanların sahte dünyasında sadece Beatris’i aramak v onun için yaşamak kadar güzel bir şey olmayacak hayatımda.. Ben dünyaya değil Beatris’e doğdum.. Bu sırlarla dolu doğuşun başka bir anlamı yok benim lügatimde.. Bu yüzden dünyaya gelmek benim için müthiş derece de iyi bir depresyondur. Bunu fark etmenin beni uyumsuz v sisteme itaat etmeyen biri yaptığı gerçekliği üzerinden bakarsak, anti-sosyal v iletişim bozukluğu yalanını yine sistemin ürettiği bir sahtelik olduğunun da farkına varabiliriz.
Onu hep hatırlıyorum. Yani ilk depresyonumu.. Depresyon anına şahit eden uyumsuz ve asi bir ruhum ben. O an dünyaya gelirken yani kainatta kopan bir fırtınanın içinden dünyaya savrulurken, salt bir bilinç veya enerji olmanın şuurundan uzaklaşma, anonsları geçiyordu beynimden.. Dünyaya gelmek seni yabancılaştıracak, bunu unutma, Beatris’i unutma, onu aramaktan asla vazgeçme, anonsları yükseliyor!!
Kendi döngümü bana hatırlatan, genlerimin büyük okyanusun bir parçası olduğumu sürekli hatırlattığı, yabancılaşmanın sarmallarımdan dnalarıma sızarak hücrelerimi ele geçirişini fark ettiğim o an..
Doğanın sahip olduğu bilince, doğal yasaların kendisine, evrene, kainata ve en önemlisi Beatris’e bağlı olduğumu bana hatırlatan depresyonlarım olmasa dünyaya gelirken yaşadığım v sonrasında yaşanması muhtemel şokların üstesinden gelemeyecektim…
Depresyonlarım, ruhta yoksul olmanın mutluluğuna beni eriştiren, kainatla, doğayla olan bağlarımı sürekli güçlendiren ve yenileyen, beni sessizliğin en derin kuytu ve karanlık diplerinde hiçliğin ve özgürlüğün katında aşkla buluşturan, belki de sahip olduğum tek şeyin o kutsal anı yakalama olduğunu bana hatırlatan ve bunun Beatris’ten geldiğine inandığımı her döngüsünde kalbime nakşeden depresyonlarım..
Beatris’e v hakikatine aşık bir kulum.. Aşkın peşine aşkın girdabına aşkın içine aşkın sarhoşluğuna aşkın sırlarına aşkın kuyularına girdim bir kere.. Öyle bir aşka düştüm ki sormayın!
Hangi coğrafyanın bana kader olduğunu aklıma, yarattıkları sicilime, gerçek zannettikleri sahteliği benliğime kazımak isteyenlerin dünyasına sürükleniyorum şu an.. Annemin çığlıkları hala kulaklarımda.. Nasıl unutabilirim ki?
Kader üretme çabası içerisinde, kendisini dünyanın ve doğanın efendisini zanneden o ahmakların ve nankörlerin yarattığı sahteliğin tam ortasında Türkiye adında bir ülkede, o ülkenin Adana adında bir şehrinde ve o şehrin Yüreğir ilçesine bağlı Sarıçam mahallesinde yaşadım ilk depresyonumu.
İlk depresyon girdiğim anı hatırlıyorum.. Ebem Gülizar küçük bir evin rutubetli odalarından birinde anneme bağırıyor, ‘hadi biraz daha gayret et, dişini sık az kaldı, Allah’ım yardım et.’
Odanın içindeki sesleri hatırlıyorum. Annem soğuk bir Adana kışında sabaha karşı varoşu inletiyor. Beatris anneme yardım ediyor ama annem bunun farkında değil.. O an annemin karnında olduğumdan benim dışımda herkes ve her şey şahitlik ediyor o ana..
Sonra ilk nefes alışım.. Beatris’in ruhuma kendi ruhundan üfleyişi ciğerlerimi yakacak kadar acı verici.. Dudaklarımı büzüştürüp ebemden yediğim ilk dayakla basıyorum çığlıkları; ‘Beatris.. Beatrisss..’
Bir oğlun oldu, bir Mustafa’n oldu diyorlar sonra dışarıda avluda bekleyen babama.. Oğlu olduğuna sevinen biri! O an ebem beni yıkarken, yıllar sonra Beatris kılığında karşıma çıkacak o kadının dokunuşları geliyor aklıma.. Beatris’e doğarken, yaşayacağım tüm anılar, tüm anlar, tüm sahneler gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor.. Bütün karelerde Beatris var.. Onu nerede görsem tanırım artık.. Annemin beni ilk kucağına alışında, göğsünden sütünü ilk emişimde, ilk defa çiş yapışımda, ilk defa altıma sıçışımda, ilk gülüşümde, ilk üşümemde, ilk korkuşumda, ilk sevinmemde v ilk olarak sayabileceğiniz tüm ilklerde Beatris’in küçük bir dokunuşu var..
Beatris olmasaydı dünyaya gelmezdim.. Zaten öyle pek isteyerek gelinecek bir yere de benzemiyor açıkçası..
Sonra, kulağıma her duyduğumda yönümü Beatris’e çevirdiğim o şiir okundu; ‘aşk büyüktür, aşk büyüktür..’ O an şöyle düşündüm; galiba bu dünya, kainatın bir yerinde Beatris’in yarattığı anaforlardan içlerinde en melodik olanı en güzel olanı olsa gerek.. Kulağıma okunan v kâinatın hiçbir yerinde olmayan o eşsiz v cana can katan melodiyi her duyuşumda kalbim Beatris’e kanat çırpıyor.. Yoksa bunun başka bir açıklaması olamaz!! Siz insanlar buna nabız diyerek işi çok basite indirgiyorsunuz! Fakat bu öyle hafife alınacak bir durum değil! Beni deli etmeyin!!
Dünyada geçirdiğim ilk günün ardından, artık nasıl yorulduysam gelirken, bütün gün uyumuşum annemin yanında, gözümü ilk açtığımda gördüğüm Beatris’in yüzüydü, annem kendisine güldüğümü zannetmiş.. Ben hep Beatris’e güldüm, Beatris’e ağladım, Beatris’e aşık oldum, Beatris’i sevdim, Beatris’i nefes diye içime çektim..
Şimdi Beatris’e doğarken yaşadıklarımı nasıl unutabilirim ki? Bu yaşadığım ilk depresyonumu nasıl unuturum? Unutmak Beatris’e ihanet etmektir! Aldığım her nefesin, tattığım her hazzın, olmasını istediğim her arzunun, içimde fırtınalar koparan her duygunun diğer bir adıdır Beatris..
Beatris benim annem, ilk depresyonum, tek aşkım, izlenilmesi gereken tek yol, sezgilerimin adresi, hislerimin yankısı, vicdanımın kendisi, aklımın kalbi, kalbimin aklıdır..
Beatris’e doğduktan hemen sonra; garip bir kadının kucağında, mülksüz yaşayacak bir kadının duasında, erkeği öldüren bir hissin sarmaladığı mucizede şimdilik güvendeyim.. Beni Beatris’e hazırlayacak kadın yani annem yani garip anamın yanı başında uyuyorum henüz.. Bir delinin annemlere kiraya verdiği tek katlı, küçük bir avlusu olan, dip dibe v iç içe geçmiş dar sokakları olan bir mahalleden doğdum Beatris’e.. Annelik, delilik, yoksulluk, aşk, sevgi, merhamet vb.. hepsi hatıralarımızın kendisi demek hepsi Beatris demek..
Kusur görmez isen Beatris’i görürsün diyen ilhamın kendisi, dünyaya beni gönderen bana nefes v ruh veren o aşk, dünyayı kendisine koşmam için bir hazırlık alanı olarak görmüş olsa gerek.. Daha emekleyip, yürüyüp v sonrasında aşka koşacak bir hayatı bana lütfeden Beatris’e sonsuz şükranlarımı sunuyorum..
Evet, içine doğduğum dünya kendisine insan diyenler tarafından büyük bir trajediye sürüklenirken burada olmak can sıkıcı v korkunç tüm durumları içerisinde barındırıyor.. Fakat Beatris’in hayal ettiği dünya bu değil tabi.. O başka bir dünya hayal etmiş v cennet olan o dünya da yaşarken birçok canlı, insan denilen garip bir türle uğraşmak zorunda kalmış.. Bu da ayrı bir konu v üzerinde çok düşündüm v fena tabiat v fıtrat bozucu bir ruh haline girmeme neden oldu. Ontolojik bütün buhranları içerisinde barından felsefik sorular v tartışmaların yoğunluğu kadar mide bulandırıcı..
Beatris diyordum.. Evet, herkes dünyaya geldiğimi zannetse de ben Beatris’e geldiğimin bilincinde olarak yaşamaya devam ediyorum.. Yaşamaya şimdilik insan formunda devam etsem de, Beatris ile her türlü formda tek bir ruh gibi yaşıyor olduğumun bilincinde olacağım her an! Biz de zaman yok, mekân da yok! Aşk, Beatris’e doğmak v ona yürümenin ta kendisidir..
Beatris ile var olan bir gerçekliğin adına dünyada ‘hakikat’ diyorlar.. Beatris olmasaydı galiba olmayacaktım.. Beatris olmasaydı, dünyanızda adına ‘delilik’ dediğiniz; beni hakikate götüren bilgeliğin zihnimde çaktığı o ilk parıltı da olmayacaktı!