Ukrayna krizinden beridir Batı’da, Erdoğan’ı rahatsız etmeme tavrını gözlüyorduk. Hem enerji ve tahıl krizinde oynadığı rol, hem Putin’le doğrudan görüşebiliyor olması, ona krizde önemli bir enstrüman özelliği kazandırıyordu. Ancak enerji krizinin kısmen atlatılması, Almanya ve ABD’nin Ukrayna’ya aktif askeri desteğe başlaması, en önemlisi Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için izlediği şantaj politikası, onu gözden düşürdü.
İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström, Türkiye, İsveç, Finlandiya arasındaki üçlü mekanizmanın, Erdoğan’ın İsveç’te Kur’an yakılmasına öfkesi nedeniyle Temmuz’daki NATO toplantısına ertelendiğini duyurdu. Böylece Erdoğan, elindeki önemli bir kozdan oldu.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, tam da Ukrayna krizinin ortasında, bu iki ülkenin üyeliğine, dolayısıyla NATO’nun genişlemesine engel olması, ABD’de de tepki yarattı. Geçen hafta ABD’de her iki siyasi partiden senatörler, Başkan Joe Biden’a mektup yazarak, Türkiye’ye 20 milyar dolarlık F-16 satışının, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı onaylanana kadar ertelenmesi çağrısında bulundu.
Peşinden ABD, Almanya, İngiltere, Hollanda, İtalya, Belçika, Fransa, İsviçre’nin İstanbul Başkonsoloslukları, güvenlik tehditleri sebebiyle kapalı olduklarını duyurdular. Ankara, buna şiddetli tepki gösterdi. Dokuz ülkenin büyükelçileri Dışişleri’ne çağrılırken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bunun Türkiye’ye karşı bir “psikolojik harp” olduğunu söyledi. ABD elçisine de, “Pis ellerini Türkiye’nin üzerinden çek” dedi.
Almanya’nın Erdoğan’ın Berlin’e yapmayı planladığı resmi ziyarete onay vermemesinin ardından yaşanan bu gelişmeler, Ankara ile Batı dünyası arasındaki makasın açılmaya başladığının somut göstergeleri… Guardian’da çıkan makale de buna bir başka kanıt. Erdoğan, bir süredir ara verdiği “Hristiyan Batı’ya karşı Müslüman dünyanın direnişinin öncüsü” kostümünü seçimden önce yeniden giyebilir. Ancak bu, yol açtığı derin ekonomik krizin üzerini örtmeye ve kaybettiği oyları yeniden kazanmaya yeter mi, orası şüpheli…