İçişleri Bakanı Beşir Atalay, iki günden beri; İnegöl ve Dörtyol’daki olaylar üzerine değerlendirmeler yapıyor; valiler ve emniyetten aldığı bilgiler doğrultusunda olayları analiz ediyor.
Bakan Atalay, Adana’da, Dörtyol’da PKK’lilerin açtığı ateşte yaşamını kaybeden dört polisin cenazesinde askere ve polise seslenerek kükredi: “Ne yaparsanız yapın, Amanosları temizleyin!”
Bakan Atalay, İnegöl’de ise saldırganları da masumlar kategorisine soktuktan sonra, arabaları sarhoşların yaktığını (çünkü arabalar içki dökülerek yakılmış!) emniyetin camlarını da biracıların kırdığını söyledikten sonra; “Olayların arkasında hiçbir siyasi yönlendirme yoktur” dedikten sonra, olayı getirip “İnegölspor’un amigoları”nın kişiliğine bağladı. Ve bakan bütün bu olaylar içinde sadece amigoları hedef gösterdi.
Ve tabii uzun uzun konuşurken de; “Bize tuzak kuruyorlar. Tuzaklara düşmeyelim”, “Provokasyonlara gelmeyelim”, “Oyuna düşmeyelim” Referandumun önünü kesmek isteyenlere fırsat vermelim” gibi kendi dışlarında herkesi suçlamayı da ihmal etmedi!
Oysa gerçekte, ortadaki sorun, bakanın küçülttüğü kadar küçük değil. Tersine sadece iki-üç gün içinde; İnegöl ve Dörtyol’da 6-7 Eylül’ü anımsatan olaylar olmadı; Erzurum’da BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın içinde olduğu heyet taşlandı; basın açıklamaları sabote edildi. “Kırkım Festivali” için Kato Dağı’nda yaylaya çıkan 5 bin köylü ile asker ve emniyet güçleri arasında çatışmaya varan gerginlikler yaşandı. Jandarmanın herkese hüviyet kontrolü yapmasına tepki gösteren köylüler tekrar dağa çıktı! Ve ancak BDP’nin araya girmesiyle olaylar yatıştı!
Bu son iki olay da Dörtyol ve İnegöl’deki kadar önemli gelişmelerdir.
Bakan göre bu olayların her birinin bir nedeni var. Kimisi “ticari” bir nedenden çıkmış, kimisi Amanoslar’dan gelen PKK’lilerin polise kurşun sıkmasından, kimisi “vatanseverlik” ölçüsünü kaçırmış kimi kişilerin yanlış tepkisinden, kimisi de işgüzar güvenlik görevlilerinin marifetlerinden çıkmış!
Evet, “nedensiz hiçbir şey olmaz”; ama bu görünür nedenler çoğu zaman aldatıcıdır ve olup bitenin gerçek nedeni değildir. İçişleri Bakanı da bu gerçek olmayan, ilk bakışta nedenmiş gibi görünen şeylerle açıklıyor olup biteni. Basında da benzer saptamaları görüyoruz; “Provokasyona gelmeyelim”, “Tuzağa düşmeyelim”, “Oyun içinde oyun var!” diyerek hedefi belirsiz açıklamalarla çoğu zaman işin asayiş kısmını bile çarpıtıp, olayları önemsizleştiriyorlar.
Gerçekler mi ne?
Birinci gerçek; “Amanosları temizleyin!” diyerek masa yumruklamakla hiçbir yerin temizlenemeyeceğidir. Son 25yıldır ülkeyi yönetenler her sıkıştıklarında benzer emirler verdiler; ama daha çok acı ve ölümlerden başka bir şey getirmedi bu emir kipli naralar!
İkinci gerçek olup bitenin “tuzak”la, “provokasyon”la, “hain oyun”la, “ticari çıkar catışması”yla, “üç beş kendini bilmezin kışkırtması”yla filan bir ilgisinin olmadığıdır. Bu tür değerlendirmeler sadece gerçeklerini üstünü örtmüştür bugüne kadar.
Bütün bu olayların üstünde biçimlendiği asıl gerçeğe gelince; bu egemenlerin, kabul ettiklerinde bile inkâr edip onu; “işsizliğe, yoksulluğa”, “teröre” indirgeyerek, anlamsızlaştırdıkları “Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda adım atmamakta direnmeleri”dir. Bu amaçla toplumun en geri kesimlerinin ırkçı, milliyetçi duygularını okşarken, Kürtleri “bölücü”, “terörist”, “hain”, “düşman” gösterip, ülkeyi bir Kürt-Türk çatışmasına sürükleyen politikaları benimsemiş olmalarıdır.
Bu yüzden de sorumlu başka yerde değil; hükümetin sorunu savaşla, askeri yöntemlerle çözme girişimleriyle, “açılımın Kürtlerin direnen odaklarını tasfiyeye indirgeme” tutumuyla doğrudan bağlantılıdır.
Sorunu başka yerde aramak, yerel kışkırtıcıları ve çevreleri asıl suçlu ilan etmek, sadece hükümetin işine gelir. Ve asıl bu oyuna gelmek olur.
Evrensel