A. GİRİŞ
Salâtın kökleri hakkında dilbilimciler tarafından farklı tezler ortaya atılmıştır. Bu sözcükصلى saly kökünden geldiği düşünülürse “pişirme, yakma, ateşe atma, ateşe girme, yaslama” kök anlamlarından doğmuştur.[1] Araplar “Adam ateşi uzaklaştırdı.” derken salle’r-raculu derler. Bu kökten türemiş olan المصلّين musallîn, “hayvanının sırtına veya kalçası ile dizi arasına (uyluk) yaslanan” demektir. Başka bir teoriye göre deصلو salv kökünden geldiği düşünülen kelime “insan/hayvanların sırtı veya bunların kalçasıyla diz arası” anlamına gelir. Bu temel anlamdan hareketle de zaman içinde “bir yüke omuz verme, sırtlama, ağır bir yükün taşınmasında destek olma” anlamları kazanmıştır. Mutlaka bilinmesi gereken nokta ise salv‘in kökü صلوة salvet olmasıdır. Kur’an’da salât sözcüğü bu nedenle الصلاة biçiminde değil الصّلوة şeklinde yazılır.
Salât, durma, yüz çevirme, etkisiz eleman olarak kalma, pasiflik sergileme olan tevellânın tam karşıtıdır.[2] Yani salât deyince “destek verme, toplumu aydınlatma, toplumun sorunlarını sırtlama, dertleri birlikte destek olma, yardım etme, sorunları sırtlama; sorunların çözümünü üzerine alma, topluma üstlenme” kastedilir. Örneğin eğitim ve öğretimle bireyleri/toplumu aydınlatma, kişileri doğru ile eğriyi ayırt edebilecek donanıma yükseltme, iş imkânları ve iş güvencesi ile halka yardım etme, zor zamanlarda insanlarla birlikte olma salâttır/salât etmedir.
Râğıp İsfehânî’ye göre salât, اقا مة igâmetün lafzıyla birlikte اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ egîymu’s-salâte biçiminde kullanılırsa namaz fiilinin övülmesi veya namaza teşvik sözkonusudur. Ancak bu yaklaşım geleneksel bir kabulün tamamen zorlama yorumudur. Halbuki namaz, oruç, hac, kurban ve duâ Kur’an dilinde ibâdet ve salât değil; nusûktur.
B. Kur’ân’da Salât
B.1. Kalkınma ve Îmâr Birlikteliği
رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ [3] “İbrâhîm ‘Ey besleyip büyüten, donatıp koruyanım! Ben kendi neslimden gelen bir kısım kimseleri, hiçkimsenin özel mülk olmayan ve tamamen halkın ortak mülkiyeti olan küp evin/anıtın yanıbaşına, ekim dikim yapılamayan bu yere yerleştirdim. Bunu da yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlığı ayağa kaldırsınlar, ekilmeyen yerleri eksinler, dikilmeyen yerlere diksinler, birlikte üretsinler, halkın evinin/kamu mülkiyetinin dokunulmazlığını korusunlar diye yaptım. Onlar bu konuda insanlara örnek olunca insanların gönüllerini de onlara yakınlaştır. Onlar bu davranışları nedeniyle kesilmeyen cömertliğe, sürekli devam eden iyiliğe, devamlı hoşlanacakları durumlara kavuşsunlar; emekleriyle hak ettikleri mallarını alsınlar ve böylece varoluşlarına katkı sağlayan toplumlarına/halklarına teşekkür etsinler.’ dedi.” âyetinde geçen salât ekilmeyen yerleri birlikte ekme, dikilmeyen yerlere dayanışma içinde dikim yapma, üretimi beraber gerçekleştirmedir. Yani kalkınma, îmâr[4] ve bayındırlık[5] faaliyetlerini elbirliğiyle gerçekleştirmenin adı salât’tır. Sevgi ve acımaya babalık eden İbrâhîm de açlık, yoksulluk, susuzluk ve ağaçsızlık çeken bir halkın toptan, imeceyle[6] kalkınma eylemlerine girişmelerine salât demektedir.
B.2. Mutluluk Dağıtan Eylemler
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ [7] “Ey besleyip büyüten ve donatanım! Beni ve soyumdan gelenleri yardımlaşma ve dayanışmayı ayağa kaldıranların eylemleriyle donat. Ey bize donanımlar veren ve bizi besleyen! Çağrımıza ödül vermeyi gerektirecek biçimde karşılık ver.” âyetinde geçen salât bağlamı içinde mutlu haberler getiren; vicdan, akıl ve sağduyunun sesine kulak veren kimselerin övgüye layık eylemleriyle ilişkilendiriliyor.
B.3. Ekonomik Destekleşme
اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًاۜ [8] “Hasta, rızkı için çalışan; barış, güven ve adâlet için savaşan kimselerin olduğu bir toplumda sırt sırta dayanışmayı, omuz omuza vermeyi ayağa kaldırın; birikimlerinizi ihtiyaç sahiplerine ya tamamen mülkiyet olarak verin ya mülkiyeti elde tutarak kullanımını devredin ya da ihtiyaç karşılandıktan sonra geri almak ve başka ihtiyacı olanlara aynı yöntemle vermek koşuluyla dolaşımda tutun; toplumun ihtiyaç sahiplerine borç verirken mümkün mertebe geri almamak üzere verin.” âyetinde geçen salât toplumsal kaygıyı gözeterek ekonomik destekleşmeyi gözetmenin adıdır.
B.4. Atacılık ve Keyfîliğe Direniş
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ [9] “Ey Şuayıp ‘Atalarımızı kutsallaştırmamızı, dedelerimize kayıtsız şartsız bağlı kalmamızı, ecdâdımızın izinden gitmemizi veya malımızı istediğimiz gibi harcayıp kullanmamızı siyâsî, ekonomik, askerî, hukûkî ve toplumsal alanlarda örgütlenerek yardımlaşma ve dayanışma içine girmen mi engelliyor?’ dediler.” âyetinde geçen salât ataları kutsallaştırma eylemine ve özel mülkü keyfi harcamaya karşı verilen toplu başkaldırıyı anlatır.
B.5. Sosyal Patlamanın Sibobu
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ [10] “Onlara ‘Yüreğinizi ne yaktı, etrafınız neden ateş çemberiyle sarıldı, yüzünüz neden kavruldu, yüzünüz neden sararıp soldu, benziniz niye attı, içiniz ve dışınız neden alev alev yanıyor?!’ diye sorulunca ‘Vicdân, akıl ve sağduyu ile tüm bağımızı kesmiştik; birliktelikle ayağa kalkmayı, sırt sırta vererek sorunları çözmeyi dayanışmaymış, omuzdaşlıkmış, yardımlaşmaymış, başkasının elinden tutmakmış diye aşağıladık.’ derler.” âyetinde geçen salât toplumsal ateşin itfâiyesi, sosyal patlamanın panzehiridir.
B.6. Direniş ve Omurgalı Duruş
يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَۜ اِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ [11] “Yavrucuğum, bir tânem! Yerlerde sürünen yardımlaşma ve dayanışmayı hak ettiği yere kaldır, cömertlik yaparken dengeli ol, aklın beğendiği ve nefsin huzur bulduğu tüm güzel özellikleri taşı, toplum vicdânında kabul gören iyilikleri uygula; insanları vicdân, akıl, sağduyu ve hukukun reddettiği işleri yapmaması konusunda uygun olan yöntemle engelle. İyilik yaparken veya kötülüğü engellerken dokunacak zararlara ve üstüne gelecek saldırılara karşı diren; direnişini asla kırdırma. Dirençli, vicdânlı, hukuka saygılı, cömert ve dayanışmacı biçimde davranmak omurgalı davranış, kemikli duruştur.” âyetinde sabır, ma’rûf, münker ve ‘azm kelimeleri salât ile aynı çerçevede kullanılarak salâtın direniş, iyiliği yayma, kötülüğü engelleme ve duruş sahibi olma ile ilgisi kuruluyor. Çünkü gerçek bir salât ancak böyle inşâ edilebilir.
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ [12] “Siyasî, ekonomik, askerî, hukûkî ve toplumsal alanlarda örgütlenerek; göğsünüzü siper ederek, söz söyleyerek ve eylemler ortaya koyarak, tembellik ve korkuyu üstünüzden atarak, soğukkanlı biçimde, her türlü mutsuzluk, umutsuzluk ve felaketten çıkmak için direniş ortaya koyarak yardım bekleyin.” âyetinde sabır ve salât kavramları tüm çapıyla çözüm yöntemi olarak ele alınıyor.
B.7. Tehditlere Karşı Omuzdaşlık
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا [13] “Dayanışma ve destek toplantınızı gerçekleştirdikten sonra ayakta, oturarak veya yaslanıp uzanarak toplumun siyasal, ekonomik, hukuksal, askerî, eğitimsel ve idârî meseleleri üzerinde kafa yorun; hedeflerinizi, stratejinizi ve yola çıkarken taşıdığınız ideallerinizi hatırlayın. Saldırı ve baskın tehlikesini atlatıp güvenliği sağladığınızda bir araya gelerek destek ve dayanışmayı sürdürün. Çünkü destek ve dayanışma eylemi toplumsal birlikteliğe güvenenler[14] için hiçbir zaman görmezden gelinmeyecek[15] bir görevdir.” âyetindeki salât tehdit ve saldırıya karşı barış ve güven toplumunu diri tutan omuzdaşlık toplantılarıdır.
B.8. İnfâkın Rûhu
اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ [16] “Kendisi görmediği ve bilmediği halde vicdân, adâlet ve özgürlük elçilerinin müjdeleri ve korkutmalarına dayalı sözlerine güven duyanlar; siyasî, ekonomik, askerî, hukûkî ve toplumsal alanlarda örgütlenerek yardımlaşma ve dayanışma içine girenler; Birbirinin eli ayağı, gözü kulağı olanlar; arkası kesilmeden devam eden cömertlik, iyilik ve güzelliğin toplumda yayılması için açık kapatan, eksik tamamlayan, delik tıkayan ve elindekini ihtiyaç sahibiyle karşılıksız paylaşanlar istediğini elde eder, ihtiyaç duyduğu şeylere kavuşur ve zafere ulaşır.” âyetinde salât; îmân, infâk, rızık, ikâme ve gayb kelimeleriyle birlikte sunuluyor. Bu bağlamda salât güven temelli bir toplumun inşâsına giden yolda karşılıksız verme kültürünü ayağa kaldıran dayanışma rûhudur.
B.9. Atılım Dinamizmi
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ [17] “Sürekli ileri atılma, durmadan destek çıkma ve devamlı ilgili olma eylemlerini hep koruyun; özellikle problemleri sırtlanma, sorunları çözüme, elini taşın altına sokma ve sorumluluk üstlenme konularında topluma en çok yarar sağlayan dayanışma alanlarını asla ihmal etmeyin. Toplumsal dayanışmaya koşulsuz teslim olun ve gönülden bağlı kalın.
B.10. Başarı Kombinezonu
لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ [18] “Siyasî, ekonomik, askerî, hukûkî ve toplumsal alanlarda örgütlenerek yardımlaşma ve dayanışmayı yerde sürünmekten kurtarır, omuzdaşlık ve yoldaşlığı ayağa kaldırırsanız; ihtiyaçtan artan malınızı, gereğinden fazla büyüyen servetinizi, ortalama yaşam standardının üstünde çoğalan mülkünüzü ihtiyaç sahiplerine ya hiç geri istememek kaydıyla ya da onlar kendilerini toparladıktan sonra geri almak şartıyla verirseniz; vicdân, akıl ve sağduyunun seslerine güvenir ve seslendirenlerine yardımcı olursanız; borç isteyen yoksullara hiçbir karşılık beklenmeden ve geri ödemesiz biçimde borç verirseniz; kuraklık, yoksulluk, yenilgi ve hayal kırılıkları sizi etkilemez; alt tarafından ırmaklar akan bahçelerde ağırlanırsınız.” âyetinde salât, zekât, îmân, karz-ı hasen, seyyie ve cennet kavramları tam bir kombinezon oluşturmaktadır. Seyyie kelimesinin günah/hatâ diye çevrilmesi tam bir yanlışlıktır. Çünkü seyyie; bolluk, zenginlik, zafer ve huzur anlamına gelen hasenenin zıttıdır.
B.11. Kalıcı Omuzdaşlık
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ [19] “Meryem ‘Nerede olursam olayım vicdân, akıl ve sağduyum beni unutulmaz ve tanınır yaptı ve yaşadığım sürece dayanışma ve omuzdaşlık içinde olmamı, elimde olup da ihtiyacım olmayan malları ihtiyacı olanlara ödeme beklentisi taşımadan veya kendilerini toparlayınca ödemeleri için vermeyi önerdi.’dedi.” âyeti salât, zekât, mübârek kelimelerini birleştirerek salâtı Meryem’in bir eylemi olarak belirtir.
B.12. Dirlik ve Düzen
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّاۙ [20] “Onlardan sonra gelen nesiller eğitim ve öğretimle birey ve toplumu aydınlatmayı; insanları iyi, güzel ve doğru olanı yapabilme olgunluğuna ulaştırmayı; iş imkânları oluşturarak ve güvenceli bir sistem üreterek ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi, zor zamanları birlikte sırtlanmayı terk ettiler. Bunun yerine zevk alacakları şeylere yönelmekle, tutkularının peşinden koşmakla, hazza ulaşmak için gerekli veya faydalı olduğu düşünülen şeylere doğru harekete geçtiler; barış, güven ve dayanışmadan eser kalmadı. Erdemleri terk eden bir toplumun câhilce hareket etmesi nedeniyle dirliğinin bozulması, düzenin dağılması ve bölünüp parçalanması kendisinden çok da uzak değildir.” âyeti müthiş uyarılarla doludur. Bir toplumun ayakta kalabilmesi, dirliğini sağlaması, düzenli bir yaşam sürmesi için salât olmazsa olmazdır. Salâtsız bir toplum Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği, Kara Ahmet Destanı” nehir romanında da gösterdiği gibi asla ayakta duramaz. Böylesi toplumlar devrime gebe hareketleri barındırır.
B.13. İsyân ve Vicdân Hareketi
اِنَّن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي [21] “Zenginlerin, yöneticilerin, büyüklenenlerin, siyasal ve ekonomik gücü elinde tutanların, kariyer ve konfor sahiplerinin size Tanrılık yapmasına aldırmayın. Yaratma ve yok etme, bir anne ve babadan doğmama, acıkıp susamama, yemek ve uyku ihtiyacı olmama, hastalık ve acı çekmeme, yenilgi ve ezilmişlik yaşamama sadece bana ait özelliklerdir. Bu nedenle Tanrı’dan rol çalmaya kalkışanlara dönüp bakmayın. Tanrı benim ve benim dışımda kimse Tanrı değildir. Birilerinin sizi engelleyen, yeteneklerinizi köreltmeye çalışan çabalarına karşı doğanızdaki yetenek ve niteliklerinizi sevgi, acıma, adâlet, akıl ve sağduyu için eyleme geçirin. Birbirine destek olma, yardımlaşma, sorunları sırtlama; çözüm için elbirliğiyle çalışma, toplumu aydınlatma ve halkın sorunlarını sırtlama konularında yerde sürünen omuzdaşlığı ayağa kaldırın. Dayanışma için hatırınızda ne kaldıysa toplum vicdânı adına onları birer birer hatırlayın.” âyeti salâtı ibâdetle bütünleşen bir eylem olarak ortaya koyar. İbâdet, bir şeyin uğrunda değer üretme, bir şey için eyleme geçme, bir varlığın doğuştan getirdiği yetenek ve niteliklerini ortaya çıkarması/yaratılışına uygun davranışlar sergilemesidir. Salâtı ayağa kaldırmanın en önemli yolu ibâdet etmektir.
B.14. Görev ve Sorumluluk Bilinci
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقًاۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى [22] “Ey Muhammed! Soydaşını, meslektaşını, inançtaşını, hemşehrini, eşini, çocuğunu, torununu, komşunu yardımlaşma ve dayanışma konusunda uyandır; sorunları birlikte çözüme kavuşturmak için plân yap, önlem al ve birlikte karar ver. Destekleşme ve omuzdaşlığa yanaşmayanlara karşı dirençli ol, kınayanların kınamasına aldırmadan direniş ruhunu diri tut. Vicdân, akıl ve sağduyu senden yenen, giyilen ve kullanılan hiçbir şey beklemiyor. Çünkü gıda, giyim ve eşya ihtiyacını zaten toplumdan karşılıyorsun. Mutlu son topluma karşı görev ve sorumluluk bilinci taşıyanlarındır.” âyetindeki salât, temas içinde olduğumuz tüm çevremize yaymamız gereken bir davranış ahlâkı olarak belirtilir.
B.15. Denge, Değer ve Güzellik
اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ [23] “Bireyleri/toplumu eğitim ve öğretim yoluyla aydınlatarak doğru ve eğriyi ayırt etme bilincine ulaştırma; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaçları giderme, zor günleri sırtlama eylemleri aklın ve hukukun kabul etmediği şeyler ile değerinden fazla değer kazanarak çirkinlikte sınır tanımayan nesne, olay ve durumlara karşı bir engeldir.” âyetinde geçen salât çirkinliği engelleme, haksız biçimde değer kazanma, akıldışılıkla savaşma ve hukuk dışı eylemleri engelleme gücü olarak sunulur.
B.16. Hasbî Dayanışma[24]
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ [25] “Eşitlik, kıst, kardeşlik, özgürlük, sevgi, acıma, barış, emek, paylaşım, direniş, yakınlaşma, dayanışma gibi değerlere güvenen ve bu konuda etrafına güven veren, güvenlik sorunu çıkarmayan, güvenceli bir yaşam isteyen kimseler yardımlaşma, dayanışma, omuz verme, yüklenme ve sırtlanmayı gerçekleştirirken kötü bir sonucun ortaya çıkmasından korkar, yanlış anlaşılma endişesi yaşar ve saygıyla karışık bir ürperti duyarlar.” âyeti salât gerçekleştiren güvenilir insanların başkaları tarafından suçlanacağını da belirtir. Çünkü فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ [26] “Yardım ve dayanışma gösterisine girenlere yazıklar olsun!” diyen Kur’an, sahte dayanışmacılar ile geröekten omuzdaşlık yapanların ayırt edilmesini istemektedir.
B.17. Devrimci Eşitlenme Pratiği
عَبْدًا اِذَا صَلّٰىۜ اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يَنْهٰىۙ [27] “Büyüklenme saplantısından uzak durarak kendini alt sınıflarla eşitleyip yardımlaşan, dayanışma içinde olan, bir yükün taşınmasına omuz veren, düşeni kaldırarak kendini kölelerle aynı konuma getiren kimsenin bu eylemlerini engellemeye çalışanı gördün mü?” âyetinde efendi-köle ilişkisine karşı oluşturulan devrim pratiği salât olarak belirtilir.
B.18. Öfke Kontrolü ve Akılcılık
اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ [28] “Para, sermaye, mülk konarak oynanan tüm şans oyunları ile sağlıklı düşünmeyi engelleyen şeyler nefret, hırs ve kinle yanıp tutuşmanıza, öfke patlaması yaşamanıza veya kıskançlıktan çatlamanıza neden olur. Bunun sonucunda aranızda düşmanlık, bölünme ve parçalanma gerçekleşir. Bu duruma düşenler toplumdan uzaklaşır; sevgi, acıma ve adâlet duygularını da kaybeder. Çünkü yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlık kaybolur; birinin gözü kulağı, eli ayağaı olmak unutulur. Bu hatırlatmaya rağmen duygusal, taraflı ve bencil davranma ile işi şansa bırakmayı terk etmeyecek misiniz?” âyetinde akılcılık, öfke kontrolü, toplum için kaygılanma ve şans oyunlarından uzak duran emek salâtın bütünleştirici parçaları arasında konu ediliyor.
B.19. Söylem ve Eylem Birlikteliği
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ [29] “Yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlığı söylemden eyleme geçirmeyen veya bunların anlam ve önemini fark etmeyenlere yazıklar olsun.” âyeti yardımlaşma gösterisine, dayanışma sahtekârlığına ve sözde omuzdaşlığa karnı tok olmayı salât ile ilişkilendirir.
B.20. Yaşam-Ölüm Dengesi
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ [30] “Yardımlaşma, dayanışma, omuzdaşlık, halkı aydınlatma, insanların sorunlarını çözme, problemleri giderme, ekonomik destek sağlama, sosyal yardım yapma, iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etme, zor günlere birlikte katlanma, sıkıntıları paylaşma eylemleriyle sürdürdüğüm yaşamım topluma; namaz, oruç, hac, kurban ve duâ gibi ritüellerimle bedensel beklentilerimi öldürüp ruhsal erdemleri istemem ise görülen, duyulan, tadılan, dokunulan ve koklanan şeylerin bilgisine ulaşmayı adım adım öğreten evrensel işleyiş yasasına, tüm varlıkların var oluş kaynağına ve evrenin babasına armağan olsun.” âyetinde salât, mahyâ ve Allâh ile nusûk, memât ve rabbu’l-âlemîn arasında “leff ü neşr”[31] sanatına dayalı bir ilişki vardır. Tercümeyi de bu bağlama dayalı biçimde yaptım. Dayanışma, diriliş ve toplum arasındaki dinamik ilişki ritüel, ölüm ve evrenin kralı arasında da vardır. Birinin yüzü yeryüzündeki yaşama, ötekinin yüzü şimdilik bilgimiz dışında kalan ölüm sonrası hayat evrelerine dönüktür. Arap toplumunda ritüeller salât’ın aracı, ölüm dengeli yaşamın motivasyonu ve evrenin işleyiş yasası toplumsal düzen ile ilgili bir bütünlüktür.
B.21. Cinsel İlişki Etiği
اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًاۙ اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًاۙ وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًاۙ اِلَّا الْمُصَلّ۪ينَۙ اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ وَالَّذ۪ينَ ف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِۖ وَالَّذ۪ينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۖ وَالَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۖ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَۖ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ [32] اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ “İnsanın doğasında hırs vardır. Kötü, zararlı ve uzak durulması gereken bir şeyle karşılaşınca şikayet etmeye, sızlanmaya başlar; ancak iyi, güzel ve faydalı bir durumla karşılaşınca mutluluk, özgürlük ve huzuru sadece kendisi için ister, paylaşmaktan kaçınır. Fakat dayanışma bilincine sahip kimseler böyle değildir. Çünkü onlar birileri için veya bir zamanla sınırlı omuzdaşlık yapmazlar. Onlar istemek zorunda kalmış yoksullar ile kendisine kapılar kapatılan yetenekli kimselere mallarından pay verirler ve herkesin hesap vereceği, ezilenlerin ayağa kalkacağı günün geleceğini yürekten onaylarlar. Toplumdan kendilerine şiddetli doyumsuzluk, uykusuzluk, tatsızlık, bunalım, mutsuzluk, umutsuzluk, kahreden bir iç yanması geldiğinde de topluma karşı sevgi ve acımayı terk etmezler; ama yine de toplumun bu tür eylemlerden vazgeçeceği konusunda bir garantileri de yoktur. Onlar cinsel bölgelerini korur, her önüne gelenle yatmazlar. Eğer cinsellik yaşamak isterlerse karı ve kocalarıyla yani aralarında sözleşme yapılmış eşlerle ilişkiye girerler; ayrıca savaş esirleri arasında olup da bir başkasıyla değiş tokuş yapılamayan, fidyesi verilmeyen, kendisini koruyacak bir ailesi olmayan veya velîsinden izin alınan kadınlarla bir sözleşmeyle ve mehirlerini ödeyerek cinsel ilişkiye girerler.[33] Cinsel ilişkinin ahlâkî ve hukûkî ölçüleri budur. Bunun ötesine geçip tâciz ve tecâvüz yoluyla cinsellik yaşanması kabul edilemez. Onlar kendilerine teslim edilen emanetlere çökmez ve verdikleri sözden caymazlar; hem örnek olmayı sürdürür hem de toplumda gözlemcilik yaparlar. Böylece onlar sürekli aydınlatır, dayanışmadan asla geri durmaz, kimseye yüz çevirmez, etkisiz eleman olarak yaşamaz, pasiflik sergilemez; başkalarının eli ayağı, gözü kulağı olurlar. İşte böyle bir yaşam sürenler mutluluk bahçelerinde ömür sürmeyecek de kimler güven, huzur ve mutluluğu hak edecek?” âyetinde “Salât etmek nedir?” sorusuna harika yanıtlar verilmiş, musallîlerin (salât edenlerin) nitelikleri sıralanmıştır. Etik, karakter anlamına gelen Yunanca “ethos”tan türemiştir. “Ahlâk anlayışıyla ilgili, karaktere ait” kök anlamlarına gelir; ahlâk felsefesi, özgürlük yasası, doğruluk ve değerler üzerinde üretilen düşünceleri kasteder. “Dosdoğru bir yaşam sürme nedir?” sorusuna verilen tartışmalı ve karşılaştırmalı yanıtlardan oluşur ve bir şeyin doğru, güzel ve faydalı olması için ortaya konan karşılaşmaları anlatır. Farklı ahlâk anlayışlarının felsefesini çözmeye çalışan düşünce alanına da etik denildiği için “İyi-kötü, doğru-yanlış neye denir?” sorularına cevap arayan felsefe ekolünün de adı olmuştur. İnsan kişiliğinin davranış değiştirmesine/yeni huylar kazanmasına nelerin sebep olduğu konusunda fikir jimnastiği/beyin fırtınası yapan bilgi alanı olmasıyla etik önemli bir kavramdır.
Ahlâk; yaratılış, huy demektir. Kişinin doğal olan yönelimine göre hareket etmesi, içten gelen isteğe göre davranmasıdır. Yani içimizdeki istek, yönelim ve eğilim doğrultusunda hareket etmeye ahlâk deriz. Bu nedenle ahlâk dışa davranış olarak yansıyan yansıyan içsel eğilimlerimizdir. Etik tartışmaları içten gelen doğal istekleri gelenek, görenek, din ve toplum kuralları ile yönlendirir.
İçten gelen cinsel isteğin yaşanmasının nikâh/evlilik veya birlikte yaşama biçiminde gerçekleşmesi, yemeğin sağ elle yenilmesi, tuvalete sola ayakla girilmesi etiğin ahlâkı biçimlendirmesidir. 1400 yıl öncesinin Arap toplumunda salât eden Muhammedîlerin cinsel yaşam etiğini Kur’an toplumsal kabul açısından, yani Mekke-Medîne etiği açısından câriyelik ve kölelik devrimi yaparak ele almış ve uygulamıştır.
B.22. Ekonomik Adâlet
رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ [34] “Aranızda öyle iş insanları var ki toplumla ilgili unutulanları hatırlamayı, yerlerde sürünen dayanışma ve destekleşmeyi ayağa kaldırmayı; ihtiyaçtan artan malı, gereğinden fazla büyüyen serveti, ortalama yaşam standardının üstünde çoğalan mülkü ihtiyaç sahiplerine ya hiç geri istememe ya da onlar kendilerini toparladıktan sonra geri alma şartıyla vermeyi elindeki sermayeyle kazanç peşine düşme ve rızaya dayalı alışveriş yapma bahanesiyle görmezden gelmezler. Onlar niyet ve bakışların doyumsuzlaşacağı, güvensizlik ve tedirginliğin hâkim olacağı, huzursuzluğun yayılacağı bir günün gelmesinden kaygı duyarlar.” âyetinde salât, sosyal ve ekonomik dengeye giden yol çerçevesinde değerlendirilir.
C. Hadislerde Salât
C.1. Devrim Mahkemesinde Salât
“Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey salâttır.”[35] aktarımı devrimin ayak seslerinin gerçekleştiği günlerde insanlarla dayanışma içinde olmayan, halkla arasına makamlar koyarak insanlara tepeden bakan kariyer ve konfor sahipleri ile zenginler sınıfının hesap vereceğini anlatır.
C.2. Kolektif Eylem Birliği
“Bir kimsenin diğer bir kimseyle gerçekleştirdiği yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlığı, tek başına gerçekleştirdiği yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlıktan daha kalıcı ve karşılığı daha fazladır. Yardımlaşma, dayanışma ve omuzdaşlık sergileyenlerin sayısı ne kadar artarsa, toplumsal vicdânın hoşnutluğu da o kadar artar.”[36] aktarımını cemaat namazı diye çevirerek Peygamber namaz-matik bekçisi ilan edilmiştir. Hadîste kolektif hareket etme, sırt sırta verme, dayanışma içinde olma teşvik edilirken salât’a verilen namaz anlamıyla sözün anlamı birden yok edilmekte, hiçbir toplumsal faydası olmayan, ancak bireysel doyumdan öte bir anlamı da bulunmayan namaz ritüeliyle konu saptırılmaktadır. Bu mesele “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür. (Yirmi beş derece diye de rivayet edildi.)“[37] gibi aktarımlarla kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır. Gerçekte namaz toplumsal dayanışma, dert aktarma, çare üretme, sorun çözme ve sürekli buluşmayı sağladığı için değerlidir. Yani salâta giden yolu döşediği için anlamlıdır. Yoksa dikilme, bükülme ve alnı yere koyma hareketleri taşıdığı için değer kazanmaz. Namaz aracılığıyla bir araya gelenler arasında kaynaşma, dayanışma, omuzdaşlık, yardımlaşma gerçekleşmiyorsa namaz ritüelinin sosyal bir faydası da olmaz. Bu nedenle Kur’an فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ [38] “Yazıklar olsun yardımlaşma ve dayanışma gösterisinde bulunanlara!” diyerek namaz eylemini gerçekleştiren, ancak salâttan kaçanları şiddetle uyarır.
C.3. Barış, Dayanışma, Mücâdele
“İşin başı barış, direği dayanışma, doruğu her türlü mücâdele yöntemidir.”[39] rivâyetinde üç kavram üzerinde geleneksel oyun yine sahnelenmiştir. Hz. Peygamber “her işin başı İslâm, her işi ayakta tutan şey salât ve her işin zirve davranışı cihât” derken konu klasik mezhepçi İslâm, namaz ritüeli, savaşa dönüştürülen cihât ile maksadından uzaklaştırılmıştır. Geleneğin en başarılı operasyonları arasında kavramları saptırmak başta gelir. Hadîsin mantığına bakıldığında da barış olmadan toplumsal uyum ve birliktelik sağlanamaz. Ancak barış sağlansa bile toplumsal dayanışma olmadan barış sürdürülemez. Dayanışmanın sürdürülebilmesi için de kişinin iç dünyasından başlayarak dış dünyanın zorluklarına karşı mücdele yöntemleri geliştirilmelidir. اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ [40] “Allâh katında din İslâm’dır; toplum vicdânı, akıl ve sağduyunun yanında veya yakınında duran tek şey barıştır; toplum ancak barışla bir yaşam kurabilir.” âyeti barışın sosyal değerini vurgulayarak ilgili hadiste de belirtildiği gibi barış olmadan hiçbir şey olmaz. Barış da adâlet olmadan asla gerçekleşmez.
C.4. Çocukken Toplumcu Bilinç Kazandırma
“Çocuklarınıza, yedi yaşındayken salâtı emredin.”[41] aktarımı “Çocuklar 7 yaşına gelince namaz kıldırın, kılmazlarsa dövün.” biçiminde de ele alınarak namaz kılmayanı daha çocukken dövme gündeme getirilmiştir. Hâlbuki hadîs “Çocuklarınıza 7 yaşındayken dayanışma, omuzdaşlık ve dayanışma işini öğretin.” biçiminde doğru çevrilseydi pedagojik yanlışlar yapılmazdı. Hele hele 7 yaşındaki çocuğu namaz kılmadı diye dövmek gelenekçilerin kutsal kitaplarından olan hadis kitaplarında geçen “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”[42] aktarımıyla da çelişir.
C.5. Dayanışma Toplantısı
“Kim, önemsemeyerek üç toplantı vaktinin salâtını terkederse, toplum vicdanı onun salâttan kaçtığına karar verir.”[43] aktarımının inceliğini kavramayan gelenekçi bakış “Cuma namazına gelmeyenin kalbini Allâh mühürler.” biçiminde ele alarak tuhaf bir yaklaşım sergilenir. Bir yer kullanıma yasaklanınca kapısı kilitlenir ve üstüne mühür vurulur. Tıpkı bunun gibi “Cuma namazına üç defa gelmeyenin kalp/duygu dünyası Tanrı tarafından kilitlenir.” demek Kur’an’da ödül ve cezası belirtilmeyen bir ritüelle Tanrı-insan ilişkisine zarar verilmektedir. Cum’â suresinde “Namaza gelmeyenlerin vay haline!” denilmediği halde böylesi bir rivayetin aktarılması akıllara ziyandır.
[1] Hâgga, 31.
[2] Kıyâmet, 31-32.
[3] İbrâhîm, 37/Rabbe-nâ innî esken-tu min zürriyyetî bi-vâdin ğayri zî zer’in ‘inde beyti-ke’l-muharrami rabbe-nâ li-yugîmû’s-salâte fe-c’al ef’ideten mine’n-nâsi tehvî iley-him ve’r-zug-hum mine’s-semerâti le’alle-hum yeşkurûn(e).
[4] Îmâr: Geliştirip güzelleştirme.
[5] Bayındır: Kalınacak/yaşanacak hale getirme, gelişmesi için emek verme, şenlendirme, canlandırma.
[6] İmece: İşin topluca yapılması, herkesin işin bir yerinden tutarak iş yapması, kolektif çaba, ortaklaşa çalışma.
[7] İbrâhîm, 37/Rabbi’c’alnî mugîme’s-salâti ve min zurriyyetî rabbe-nâ ve tegabbel du’â(i).
[8] Müzzemmil, 20/Egîmû’s-salâte ve âtû’z-zekâte ve egrizû’l-lâhe garzan hasen(en)
[9] Hûd, 87/Gâlû yâ şu’aybu e-salâtu-ke te’muru-ke en netru-ke mâ ya’budu âbâu-nâ ev en-nef’ale fî emvâli-nâ mâ neşâ(u)
[10] Müddessir, 43/Gâlû lem neku mine’l-musallîn(e)
[11] Lokman, 17/Yâ buneyye egimi’s-salâte ve’mur bi’l-ma’rûfi ve’n-he ‘ani’l-munkeri vasbir ‘alâ mâ esâbek(e) inne zâlike min ‘azmi’l-umûr(i)
[12] Bakara, 45/Veste’înû bi’s-sabr(i) ve’s-salât(i)
[13] Nisâ, 103/Fe izâ gazaytumu’s-salâte fe’z-kurû’l-lâhe gıyâmen ve gu’ûden ve ’alâ cunûbi-kum fe ize’t-me’nen-tum fe egîmû’s-salâ(te) inne’s-salâte kânet ‘alâ’l-mu’minîne kitâben mevgût(en)
[14] Mü’min
[15] Salat, iman edenlere vakti belli olarak yazıldı.
[16] Bakara, 3/Ellezîne yu’minûne bi’l-ğayb(i) ve yugîmûne’s-salâte ve mimmâ rezag-nâ-hum yunfigûn(e)
[17] Bakara, 238/Hâfizû ‘alâ’s-salevâti ve’s-salâti’l-vusdâ ve gûmû li’l-lâhi gânitîn(e)
[18] Mâide, 12/Le-in egamtumu’s-salâte ve âteytumu’z-zekâte ve âmen-tum bi rusulî ve ’azzertumû-hum ve egraztumu’l-lâhe garzen hasenen le ukeffiranne ‘an-kum seyyiâti-kum ve le-udhilenne-kum cennâtin tecrî min tahtihe’l-enhâr(u)
[19] Meryem, 31/Ve ce’alenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bi’s-salâti ve’z-zekâti mâ dumtu hayy(en)
[20] Meryem, 59/Fe halefe min ba’di-him halfun edâ’û’s-salâte ve’t-tebe’û’ş-şehevât(i) fe sevfe yelgavne ğayy(an)
[21] Tâhâ, 14/İnne-nî ene’l-lâhu lâ ilâhe illâ enâ fa’bud-nî ve egimi’s-salâte li-zikrî
[22] Tâhâ, 132/Ve’mur ehle-ke bi’s-salâti vesdabir ‘aleyhê lâ-nes’elu-ke rizgan nahnu nerzugu-ke ve’l-’âgibetu li’t-tagvâ
[23] Ankebût, 45/İnne’s-salâte tenhâ ‘ani’l-fahşâ(i) ve’l-münker(i)
[24] Hasbî: Gönüllü, karşılıksız, hesapsız, beklentisiz. Zıttına hesâbî (hesapçı, hesaplı, beklentili, çıkarcı) denir.
[25] Mü’minûn, 2/Ellezîne hum fî salâti-him hâşi’ûn(e)
[26] Mâûn, 4/Fe veylun li’l-musallîn(e)
[27] Alag, 10/Era eyte’l-lezî yenhê ‘abden izâ sallê
[28] İnne-mâ yurîdu’ş-şeydânu en yûgi’a beyne-kumu’l-’adâvete ve’l-bağzâe fî’l-hamri ve’l-meysiri ve yesudde-kum ‘an zikri’l-lâhi ve ’ani’s-salâti fe hel entum muntehûn(e)
[29] Mâûn, 4-5/Fe veylun li’l-musallîn(e) ellezîne hum ‘an salâti-him sâhûn(e)
[30] En’am, 162/Gul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî li’l-lâhi rabbi’l-’âlemîn(e)
[31] Leff toplama, dürme, bükme; neşr dağıtma, yayma demektir. İlk bölümde yer alan sözlerin ikinci bölümdeki unsurlardan hangisine ait olduğu açıkça belirtilmeden aralarındaki ilgiye göre bunları belirleme işinin okuyucuya bırakılması sanatıdır. Neşr‘e ait unsurlar, leff bölümündekileri tamamlayıcı ve açıklayıcı nitelikte olur. Düzenli ve düzensiz biçimleri vardır.
[32] Meâric, 19-35/İnne’l-insâne huliga helû’an izâ messehu’ş-şerru cezû’an ve izâ messehu’l-hayru menû’an ille’l-musallîn(e) ellezîne hum ‘alâ salâti-him dâ-imûn(e) ve’l-lezîne fî emvâli-him haggun ma’lûm(un) li’s-sâili ve’l-mahrûm(i) ve’l-lezîne yusaddigûne bi-yevmi’d-dîn(i) ve’l-lezîne hum min ‘azâbi rabbi-him muşfigûn(e) inne ‘azâbe rabbi-him ğayru me’mûn(in) ve’l-lezîne hum li-furûci-him hâfizûn(e) illâ ‘alâ ezvâci-him ev mâ meleket eymânu-hum fe inne-hum ğayru melûmîn(e) Fe meni’b-teğâ ve râe zâlike feulâike humu’l-âdûn(e) ve’l-lezîne hum li-emânâti-him ve ’ahdi-him râ’ûn(e) ve’l-lezîne hum bi-şehâdâti-him gâ-imûn(e) ve’l-lezîne hum ‘alâ salâti-him yuhâfizûn(e) ulâike fî cennâtin mukramûn(e)
[33] “Enfâl, 62; Muhammed, 4; Nûr, 32, Nisâ, 3, 24, 25” birlikte düşünüldüğünde olması gereken tutarlı tercüme.
[34] Nûr, 37/Ricâlun lâ-tulhî-him ticâratun velâ bey’un ‘an zikri’l-lâhi ve igâmi’s-salâti ve îtâi’z-zekâti yehâfûne yevmen tetegallebu fîhi’l-gulûbu ve’l-ebsâr(u)
[35] Hadîs, Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvûd, Salât, 145; Nesaî, Salât, 9
[36] Hadîs, Ebu Davud, Salat,47/554.
[37] Hadîs, Buharî, Ezan 30, 31.
[38] Mâûn, 4/Fe veylun li’l-musallîn(e)
[39] Hadîs, Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12.
[40] Âl-i İmrân, 19/İnne’d-dîne ‘inda’l-lâhi’l-islâm(u)
[41] Hadîs, Ebû Dâvud, Salât 25.
[42] Hadîs, Buharî, İlim 12, Edeb 80; Müslim, Cihâd, 1732.
[43] Hadîs, Nesâî, Cumâ, 2; Tirmizî, Cuma 7; İbn Mâce, İkâme, 93.