Eski İtalya Başbakanı ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mairo Draghi, Avrupa’nın geleceğini masaya yatıran 400 sayfalık raporu hazırladı. Katıksız neoliberal Draghi konuya Avrupa sermayesi açısından yaklaşıyor. ABD-Çin mücadelesinde ezilen Avrupa sermayesinin ortak davranmasını öneriyor.
Hayri Kozanoğlu
Geçtiğimiz hafta Avrupa ekonomisinin gidişatı üzerine, çok konuşulan, önümüzdeki aylarda da tartışması sürecek kritik bir rapor yayımlandı. Geçtiğimiz yıl Avrupa Komisyonu Mairo Draghi’ye Avrupa’nın geleceğini masaya yatıran bir strateji raporu sipariş etmişti. Draghi, eski Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın da saflarından çıktığı ünlü Amerikan yatırım bankası Goldman Sachs’ta çalışmış, sonra Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı’na atanmış, kısa bir süre de İtalya’da teknokratik bir geçiş hükümeti kurarak başkanlık koltuğuna oturmuş bir şahsiyet. Daha çok avro bölgesinin 2012’de borç krizi yaşadığı dönemdeki “ne gerekiyorsa yapılacak” ifadesiyle hatırlanıyor, böyle kritik bir dönemeçte paniği önlediği için zorlu sorunların üstesinden geleceğine inanılıyor.
Rapor 400 sayfalık her kritik sektöre bir bölümün ayrıldığı kapsamlı bir doküman. Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı üç temel sorun üzerinde yoğunlaşıyor: Düşük üretkenlik performansı, ekonomik güvenlik ve iklim krizi karşısında nasıl bir dönüşüm sağlanacağı. Sonuçta da “yeni sanayi stratejisinin” hayata geçirilmesi için Avrupa Birliği (AB) ortak bütçesinden 800 milyar avro ayrılmasını talep ediyor. Bu AB ekonomisinin yıllık üretiminin yüzde 4,7’sine denk gelen çok yüksek bir tutar.
Raporun açıklandığı sırada AB ekonomisinin lokomotifi Almanya, İsveç ve Avusturya durgunluk yaşıyor; başta Fransa birliğin diğer önde gelen ekonomileri ise yüzde 1’in altında bir büyüme ile yetiniyordu.
AB’NİN ARTILARI
Metinde önce Avrupa’nın artıları sıralanıyor. 440 milyon tüketicinin bulunduğu, 23 milyon şirkete ev sahipliği yapan, küresel üretimin yüzde 17’sini gerçekleştiren bir ekonomiden söz edildiği vurgulanıyor. Gelir eşitsizliğinin hem ABD’den hem de Çin’den yüzde 10 daha düşük olduğunun altı çiziliyor. Kanun hakimiyeti konusunda en iyi performansa sahip 10 ülkenin 8’inin Avrupa’da yer aldığı; sağlık, eğitim ve çevre koruması konularında da genel hatlarıyla başarı sağladığı söyleniyor. Gerek ortalama yaşam süresinin uzunluğu gerekse çocuk ölümlerinin düşüklüğü açısından Avrupa’nın, ABD ve Çin’in ilerisinde bulunduğu hatırlatılıyor.
AB’NİN EKSİLERİ
AB’nin önüne koyduğu yüksek düzeyde sosyal kapsayıcılık, karbon salımında nötrlük ve jeopolitik düzlemde ABD ve Çin’in gölgesinde kalmama hedeflerine ulaşmak için büyüme temposunun yetersizliğinin altı çiziliyor. Ekonominin büyüklüğü açısından 2002’de ABD’nin yüzde 15 gerisindeyken, bu mesafenin açılarak bugün yüzde 30’a ulaştığı belirtiliyor. Bu farkın oluşmasındaki yüzde 70’lik pay üretkenliğin düşük seyretmesinden kaynaklanıyor.
ABD ile kıyaslanınca Avrupa’nın dış ticarete daha dönük bir yapısı var. IMF’nin projeksiyonlarına göre küresel ticaret orta vadede yılda ancak yüzde 3.2 bir genişleme sağlayacak. Bu oran, 2000-2019 ortalaması yüzde 4.9’un belirgin altında. Dolayısıyla dış pazarlara ağırlık vererek, ihracat üzerinden ekonomiyi canlandırma şansı da çok düşük.
Ukrayna Savaşı da Avrupa ekonomisine büyük darbe vurdu. Çünkü Rusya AB’nin doğal gaz gereksiniminin yüzde 45’ini sağlıyordu. Enerji fiyatlarının yükselmesi, enerji sübvansiyonlarını artırma gereği ve likit doğal gaz ithal etmek için altyapı oluşturma çabaları büyümeyi iyice aşağı çekti.
Küresel hegemonya mücadelesine girişen ABD ve Çin ile AB’nin arasının en fazla açıldığı alan teknoloji. Dünyanın lider 50 teknoloji firmasından sadece dördü Avrupalı. 2013’ten 2023’e birliğin küresel teknoloji gelirlerindeki payı yüzde 22’den yüzde 18’e gerilerken, ABD’nin ağırlığı yüzde 30’dan yüzde 38’e sıçradı. Avrupa’nın nüfusunun yaşlı olması, aktif işgücünün sayısının giderek azalacağının anlaşılması da Avrupa için ciddi bir handikap.
YENİ SANAYİ STRATEJİSİ
Rapora göre Avrupa yeni bir sanayi stratejisi uygulayabilmek için üç temel dönüşüme gereksinim duyuyor. Birincisi, yenilikçilik açığını kapatabilmek için teknolojik ve bilimsel hamleleri hızlandırmak, yenilikleri piyasanın taleplerine göre ticarileştirmek, yenilikçi firmaların önündeki engelleri kaldırmak, finansmana ulaşımlarını kolaylaştırmak, işgücünün beceri açıklarını kapatmak gibi sistemli çabalar harcamak zorunluluğu var. İkincisi, enerji fiyatlarını aşağı çekmek ve karbonsuzlaşmanın yarattığı fırsatları kaçırmamak için üye ülkeler bazında çabalar yerine, karbonsuzlaşma ve rekabet konularında ortak bir plan izlemek gereksinimi bulunuyor. Ancak bu adımları atarken sanayisinin bel kemiğini oluşturan otomotiv, kimya, sivil havacılık gibi sektörleri de gözetmeyi ihmal etmemeli. Üçüncüsü, Avrupa güvenliğini tahkim etmeli ve bağımlılığını azaltmalı. Dış ticarete açıklığını ve hammaddelerden, ileri teknolojiye bağımlılığını göz önüne alarak sahici bir “dış ekonomik politika” geliştirmeli. Bu çerçevede tercihli ticaret anlaşmalarına, doğal kaynak zengini ülkelerle doğrudan yatırım iş birliklerine, temel teknolojilerin arz zincirinin güvenlik altına alınmasına önem vermeli.
SORUN FİNANSMAN MI?
Günün sonunda Draghi uzmanlığı bankacılık olan birisi. Bu nedenle temel sorunu finansman eksikliğine ve ulusal temelli şirketlerin ABD devleriyle boy ölçüşecek çok uluslu devlere dönüşmemesine bağlıyor. Buna da örnek olarak Avrupa’da son 50 yılda sıfırdan kurulmuş, piyasa değeri 100 milyar avroyu geçmiş hiçbir şirket bulunmamasını, buna karşın ABD’de 1 trilyon avronun üzeri değerde altı şirket çıkmasını gösteriyor. Avrupa’da hanehalkı tasarrufları 1.390 milyar doları bulurken, ABD’de 840 milyon avroda kalmasına karşın, AB çapında bir sermaye piyasası bulunmaması nedeniyle bu fonların üretken yatırımlara kanalize edilemediğini söylüyor.
ORTA TEKNOLOJİ TUZAĞI
Draghi özetle, düşük sanayi dinamizmi, düşük yenilikçilik, düşük yatırım ve düşük üretkenlik gelişmesi döngüsünün “orta teknoloji tuzağına” yol açtığı sonucuna varıyor.
Metinde yer yer sosyal anlamda kapsayıcılık, gelir adaleti gibi ifadeler bulunmasına karşın, katıksız bir neoliberal olan Draghi konuya Avrupa sermayesi açısından yaklaşıyor. ABD-Çin küresel hegemonya mücadelesinde ezilen Avrupa sermayesinin ortak davranmasını öneriyor. Gelgelelim İtalya, İspanya, Fransa gibi birliğin önde gelen ekonomilerinin kamu borcu GSYH’nin yüzde 100’ünü aşıyor. Zaten kamu borcunun yüzde 60’ın altında bulunması, bütçe açığının GSYH’nin yüzde 3’ünü geçmemesi gibi mali kurallar çoktan delinmiş durumda. Bir de bunun üzerine 800 milyar dolarlık yeni bir borçlanma paketinin kabulü pek olası durmuyor. Zaten Almanya, Hollanda gibi sınırlı açıklar veren, baştan beri AB ortak borçlanmasına tavır alan ülkelerin bu öneriyi benimsemesi olanaksız görünüyor.
ABD SEÇİMLERİ AB’Yİ NASIL ETKİLER?
ABD seçimlerinde Trump ipi göğüslerse, önce AB ülkelerine GSYH’lerinin en az yüzde 2’si kadar NATO bütçesine katkı yapma kuralını dayatır. Ukrayna’ya yönelik silahlandırma harcamalarını kısar, savaşın mali yükünü büyük ölçüde AB’ye yıkar. “Amerika’yı tekrar büyük yapma” planı çerçevesinde, Çin ile rekabetinde AB’yle iş birliği yapmaya pek yanaşmaz. Kamala Harris’in seçilmesi halinde ise, ABD liderliğinde Uluslararası Dünya Düzeni’ni ihya etme planı çerçevesinde AB’yle bir yakınlaşma sağlanabilir. Ancak her iki durumda da raporun uygulamaya konmasını kolaylaştıracak bir iklim oluşmaz.
Draghi raporu, büyük olasılıkla ilgili tartışmalarda sık sık referans alınacak, Avrupa ekonomileri zora girdiğinde hatırlanacak, uygulanması konusunda 27 üyenin ortak bir irade sergilemesi olanaksız görüldüğü için rafları süsleyen bir belge olarak kalacak.
RAPOR TÜRKİYE İÇİN NE ANLAMA GELİYOR?
Raporda ismi bir kez dahi telaffuz edilmeyen Türkiye açısından da kestirmeden çıkarılacak iki sonuç var. Birincisi, AB bilindiği gibi Türkiye’nin en önemli dış ticaret ortağı. 2023’te 255.6 milyar dolarla ihracatının yüzde 40.8’ini AB’ye yaparken, 362 milyar dolarlık ithalatında Birlik yüzde 29.3 pay aldı. Diğer bir açıdan bakılırsa, Türkiye AB’nin ihracatında 6’ncı, ithalatında 5’inci sırada yer alıyor. İşte bu oluşum ciddi bir “varlık sorunu” yaşıyor. Küresel rekabete ayak uydurmakta zorlanıyor. İkincisi, Türkiye’den birçok kişinin, özellikle gençlerin kapağı atmaya çalıştığı Avrupa bir cennet bahçesi değil; kendi yurttaşlarının sorunlarını dahi çözmekte zorlanan sorunlu bir kıta.